İsrail’in Filistin’de uyguladığı devlet terörü son dönemde bir kez daha yüzünü gösterdi. ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kararını protesto etmek üzere İsrail sınırına yürüyüş düzenleyen Gazzelilerin üzerine açılan ateş sonucunda en az 62 Filistinli hayatını kaybederken binlerce sivil de yaralandı. İsrail-Gazze sınırındaki gerginlik geçtiğimiz Mart ayında yıllarca İsrail’in ambargolarına katlanan Gazzelilerin başlattığı Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü ile başladı. 30 Mart 2018’de Gazze’deki birçok sivil ve siyasi hareketin desteği ile düzenlenen yürütüşte 1948 yılından itibaren topraklarını terk etmek zorunda bırakılan Filistinlilerin günümüzde İsrail’in işgali altındaki topraklarına dönmesine izin verilmesi talep edildi. Öte yandan yürüyüş çerçevesinde farklı günlerde düzenlenen gösterilerde İsrail’in Filistinlilere uyguladığı politikalar protesto edilirken, Filistinlilerin haklarının geri verilmesi istendi. 30 Mart’tan bu yana düzenlenen gösterilerde kimi zaman 35 bin sivil protestocu Gazze-İsrail sınırına gelerek İsrail’i protesto etmiş ve Filistinlilere geri dönüş hakkının verilmesini savunmuştur.
İsrail’in protestolara karşı tutumu sert olurken, güvenlik güçleri sivil, gazeteci, çocuk ve kadın ayrımı gözetmeksizin gerçek mermilerle olaylara müdahale etmiştir. Öyle ki uluslararası medyaya yansıyan raporlara göre İsrail güvenlik güçleri bazı kişileri doğrudan hedef almış ve keskin nişancı ateşi ile bu kişileri katletmiştir. 30 Mart’tan bugüne kadar yaşanan olaylarda en az 110 kişi hayatını kaybederken binlercesi de yaralanmıştır. Bu kişiler arasındaki sembolik isimler gelişmelerin küresel kamuoyunda yoğun biçimde tartışılmasına neden olurken, İsrail tarafından gerçekleştirilen katliam birçok çevre tarafından kınanmıştır.
İsrail’in bölgedeki baskı politikalarına Arap ülkelerinden zayıf tepkiler gelirken, özellikle Türkiye’nin Filistinlilere ciddi desteği görülmüştür. Ankara, olaylarda hayatını kaybeden Filistinlileri anmak amacıyla üç günlük milli yas ilan ederken, İsrail’in politikalarını protesto etmek amacıyla da, bu ülkenin Türkiye’deki büyükelçisinden ülkeyi terk etmesini istemiştir. Ankara’nın bu çerçevede bir başka adımı da İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı sıfatı ile üye ülkeleri olağanüstü zirveye davet etmesidir. Türkiye’nin bu aktif diplomasisine rağmen İsrail ile mücadelede yalnız kaldığı da ifade edilmektedir. Nitekim birçok Arap ülkesinin İsrail’e yönelik tepkisiz kaldığı görülmekte ve Tel-Aviv yönetiminin Filistin’e yönelik politikaları karşısında herhangi bir adım atmadığı gözlemlenmektedir.
Neden agresif politika?
Bu noktada İsrail’in son dönemde neden bölgede daha agresif politikalar izleyebildiğine odaklanmak yerinde olacaktır. Bu bağlamda birkaç temel nedenden bahsedilebilir. Bunlardan ilki ABD yönetiminin İsrail ile ilişkilerinde benimsenen yeni yaklaşımdır. Donald Trump’ın ABD’de başkan olarak göreve gelmesinin ardından iki ülke arasında ciddi bir yakınlaşma görülmektedir. Bu durum İsrail’i bölgede daha agresif politikalar izleme konusunda cesaretlendirmektedir. Trump yönetiminin hemen her konuda İsrail’e destek olması bu durumu daha da pekiştirmektedir. Bunun son örneği daha önce hiçbir ABD Başkanının alamadığı bir kararı Trump’ın alması ve ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıdır. Bu kararın ardından İsrail’in kuruluş günü olarak kabul edilen 14 Mayıs’ta ABD’nin bu ülkedeki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşıması işlemi tamamlanmış ve yeni büyükelçilik binasının açılış töreni gerçekleştirilmiştir. Tüm bu gelişmeler İsrail’in bölgede Filistinlilere yönelik izlediği politikalarda ABD’nin tam desteğini aldığının göstergesidir. Her ne kadar ABD içerisinde bazı çevreler bu desteği eleştirse de Washington yönetiminde ağır basan İsrail lobisi, ABD yönetiminin bu ülkeye yönelik politikasının bu şekilde devam etmesini sağlamaktadır.
İsrail’in Filistin’e yönelik son dönemde giderek daha sert politikalar izleyebilmesinin arkasındaki bir başka neden de Arap ülkelerindeki siyasi liderliklerin İsrail yönetimine karşı ciddi adım atmamaları ve bunun aksine bu ülke ile iyi ilişkiler geliştirmeleridir. İsrail’in bölgedeki en önemli Arap müttefiki olarak üç ülke öne çıkmaktadır. Bunlar Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olarak belirtilebilir. Mısır ile İsrail arasındaki ilişkiler Kahire’de 2013 yılında yaşanan askeri darbeyle Abdülfettah El-Sisi’nin göreve gelişinin ardından iyileşmeye başlamıştır. 2011 devriminin ardından iki ülke arasında gerilen ilişkilerde yaşanan yumuşamaya paralel olarak karşılıklı büyükelçiler yeniden göreve başlamıştır. İki ülke arasında istihbarat alanında yeni işbirlikleri tesis edilirken, enerji, dış politika ve ekonomi gibi alanlarda da ortaklıklar geliştirilmeye başlanmıştır. İsrail’in Ortadoğu’daki diğer iki müttefiki ise Körfez bölgesinde son dönemde giderek daha fazla ortak politikalar izleyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’dir. Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından göreve gelen Kral Selman döneminde İsrail’le ilişkilerde kademeli bir ilerleme görülmüştür. Kral Selman’ın oğlu Muhammed bin Selman’ın ikinci Veliaht Prens atanmasını izleyen dönemde Riyad ile Tel-Aviv arasındaki ilişkiler daha da yakınlaşmıştır. BAE’nin İsrail’e karşı yaklaşımı da benzer bir durumdadır. Özellikle ABD’deki İsrail lobisi ile yakın ilişkileri olan BAE liderliği bölgede İsrail aleyhine sonuçlar doğurabilecek hiçbir adım atmamaktadır.
İttifak bloğu oluşmalı
İsrail’in Filistin’e karşı daha agresif olmasına olanak sağlayan bir başka neden ise Ortadoğu’da son yıllarda yaşanan gelişmeler ve bölge yönetimlerinin önceliklerini farklı konulara yönlendirmiş olmasıdır. Bu olayların başında 2011 yılında başlayan Arap devrimleri gelmektedir. Arap devrimleri sürecinde Libya, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler bölgedeki önemli aktörlerin birbirleri arasında güç mücadeleleri yürütmelerine neden olmaktadır. Libya’da Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin kendilerine yakın askeri bir yönetimi ülkede iktidar haline getirmeye çalıştığı gözlemlenirken bu ülkelere karşı Türkiye ve Katar’ın devrim sürecinin Libya halkının talepleri doğrultusunda devam etmesine yönelik çabaları bulunmaktadır. Suriye’de ise bir tarafta Sünni Arap devletleri ve Türkiye yer alırken, diğer tarafta da Şii dünyasının siyasi lideri İran’ın Beşar Esed yönetimini desteklediği görülmektedir. Yemen’de de benzer bir durum gözlemlenmekte ve İran ile Arap ülkeleri arasında bir hakimiyet mücadelesi sürmektedir. Öte yandan Irak, Lübnan ve Tunus gibi ülkeler de farklı nedenlerle ülke içindeki siyasi süreçlere odaklanırken, başta Filistin meselesi olmak üzere bölgesel konularda daha az angaje olmaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde bölge ülkelerinin İsrail’in Filistin’deki politikalarına odaklanmaktan ziyade gerek bölgesel gerekse iç siyasi dinamiklerle meşgul oldukları ve bu nedenle İsrail’e karşı bölgesel bir ittifak bloğu oluşturamadıkları görülmektedir.
Sonuç olarak İsrail’in Filistin’e karşı izlediği haksız politikaların önüne geçebilecek bir Arap ittifakının oluşmasını beklemek günümüz siyasi konjonktürü göz önüne alındığında hayalci bir yaklaşımdır. Arap yönetimlerinin Filistinlilerin haklarını savunmak bir kenara, İsrail’e karşı cezalandırıcı bir tavır almaktan kaçındıkları bir siyasi ortamda bu görev bölgedeki halklar nezdinde İslam ülkelerinin lideri olarak görülen Türkiye’ye düşmektedir. 2013 yılından bu yana kendisine yönelik tüm bölgesel ve yerel girişimlere karşı direnen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliği, diğer ülkelerin politikalarına ya da tutumlarına bakılmaksızın Filistinlilerin yanında olduğunu göstermektedir. Bu noktada kısıtlı kapasitesi ile İsrail’e karşı politikalar üretmeye çalışan Ankara, gerek bölgesel gerek küresel aktörleri İsrail’in işgalci politikalarına karşı seslerini yükseltmeye davet etmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in işgal politikalarını durdurmakta tek başına başarılı olmasının mümkün olmadığı da belirtilmelidir. Bu nedenle gerek Arap liderlerinin gerekse de uluslararası camianın Filistinlilerin haklarını kabul ederek İsrail’in politikalarının yanlışlığını vurgulamaları ve Tel-Aviv’e yönelik yaptırımları hayata geçirmeleri İsrail yönetiminin işgalci politikalarının son bulması açısından hayati önemdedir.
[Star Açık Görüş, 18 Mayıs 2018].