SETA > Yorum |
İsrail Soykırımında Yeni Boyut Gazze de Büyüyen Su Elektrik ve

İsrail Soykırımında Yeni Boyut: Gazze’de Büyüyen Su, Elektrik ve Gıda Krizi

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023'te başlayan ve katlanarak devam eden İsrail'in askerî operasyonlar kisvesi altında sürdürdüğü soykırım ve abluka nedeniyle son yılların en büyük insani krizlerinden birini yaşıyor.

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023'te başlayan ve katlanarak devam eden İsrail'in askerî operasyonlar kisvesi altında sürdürdüğü soykırım ve abluka nedeniyle son yılların en büyük insani krizlerinden birini yaşıyor. Başta Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi birçok insan hakları örgütü, gözlemci ve Ilan Pappe gibi birçok akademisyen 2005'ten beri süregelen bu ağır ablukanın ve aralıksız bombardımanın Gazze'yi "dünyanın en büyük açık hava hapishanesi"ne dönüştürdüğü konusunda hemfikir. Söz konusu İsrail ablukasında, temel hak ve özgürlüklerden beslenme, sağlık, su kaynaklarına erişim gibi en basit insani gereksinimlere kadar her alanda ciddi kısıtlamalar yaşanmaktadır. Bu kısıtlamalar, 19 Ocak 2025'te ilan edilen ve kâğıt üzerinde varlığını koruyan ateşkese rağmen sürmektedir. Ateşkes süresince dahi yüzlerce sivilin yaşamını yitirdiği kaydedilmiş, uluslararası kurumlar Gazze'deki tabloyu giderek derinleşen bir insani felaket olarak tanımlamıştır. Dahası BM ve diğer zikredilen uluslararası kurumlar İsrail'in soykırım suçu işlediğini yayımladıkları kapsamlı raporlarla tescillemiştir. Dolayısıyla Gazze'deki mevcut durum, sadece İsrail'in askerî saldırılarının sonucu değildir; daha ziyade, uzun yıllara yayılan politikaların en son ve çarpıcı tezahürüdür.

Oslo Anlaşması'ndan Bugüne Su Kaynakları

1967'den beri İsrail işgali altındaki topraklarda su kaynakları, büyük ölçüde İsrail'in kontrolünde tutulmaktadır. 1995 tarihli Oslo II Anlaşması ile kurulan Ortak Su Komitesi (Joint Water Committee), Filistin tarafına su yönetiminde söz hakkı tanıyor gibi görünse de pratikte İsrail'e veto hakkı vermesiyle bilinmektedir. Bu anlaşmanın 40. maddesi, Filistinlilerin kendi su projelerini geliştirmesi önünde neredeyse aşılmaz bürokratik engellerin konulmasının yolunu açmıştır. Nitekim Batı Şeria'nın "Mountain Aquifer" (dağ akiferi) olarak bilinen su kaynağından çekilen suyun yaklaşık %90'ı hâlen İsrail yerleşimcileri ve İsrail iç kullanımı için tahsis edilirken, Filistinliler kalan az bir miktara erişebilmektedir. Bu durum, "water apartheid" ya da "su ayrımcılığı" şeklinde kavramsallaştırılan uygulamalara örnek gösterilmiştir.

Gazze'de ise tabloda farklı boyutlar ortaya çıkmaktadır. 2005'te İsrail yerleşimlerinin çekilmesine rağmen, bölge üzerindeki fiilî denetim sürmüştür. Gazze'nin tek yenilenebilir su kaynağı konumundaki Kıyı Akiferi (Coastal Aquifer) üzerinde de benzer bir kontrol ve kısıtlamadan söz etmek mümkündür. Birleşmiş Milletler ve uluslararası yardım kuruluşlarının verilerine göre, Gazze Şeridi'nde hâlen içme suyunun %97'si çeşitli nedenlerle kullanılamaz hâle gelmiştir. Bu kirlilik ve tuzlanma, tarımsal sulamayı da büyük ölçüde sınırlandırmakta, böylelikle gıda güvenliği meselesini daha da kritik kılmaktadır.

Öte yandan Gazze'deki su krizi, İsrail'in "yıldırma" politikalarının tarihsel bir uzantısıdır. Abluka koşulları altında enerji altyapısının ve su depolama tesislerinin sıklıkla hedef alınması, kuyuların açılmasını ve insani projeleri engellemektedir. Oslo Anlaşması sonrasında Filistin topraklarında suya ilişkin düzenlemeler kâğıt üzerinde kalmış, İsrail'in fiilî kontrolü sürmüştür. Özellikle 1995 Oslo II Anlaşması, Filistinlilere kısıtlı "görüşme hakkı" tanırken veto mekanizmalarıyla altyapı inisiyatiflerini sınırlamıştır. Bu durum, İsrail'in su ve toprak üzerindeki denetimini pekiştirerek, Oslo'nun kalıcı ve adil çözüm kapasitesini daha da zayıflatmaktadır.

Gazze özelinde, İsrail 2005'teki yerleşimci geri çekilmesinin ardından bölgeyi "kuşatılmış" bir konuma itmiş; hava, kara ve deniz sınırlarını fiilen kapalı tutarak Gazze halkının kendi iç kaynaklarını geliştirme çabalarını sürekli baltalamıştır. Oslo Anlaşması'ndan beklenen barış umudu, yerini ablukanın yoğunlaşması ve temel kaynakların dahi askerî enstrüman gibi kullanılmasına bırakmıştır. Dolayısıyla, Oslo'nun getirdiği çerçevenin Gazze'de uzun vadeli bir iyileşme yaratmadığı, aksine kâğıt üzerinde kalan hükümlerle İsrail'in egemenlik iddiasına meşruluk zemini sunduğu yönünde eleştiriler yapılmaktadır.

Su Kıtlığının Derinleşmesi ve Sağlık-Gıda Sorunları

İsrail'in etnik temizlik, abluka, soykırım, işgal politikaları nedeniyle Filistin'de başlayan su kıtlığı ve kalitesizliğiyle devam eden zincir, gıda krizi ve sağlık sisteminin çökmesine neden olmaktadır. Gazze, tarımın neredeyse imkânsızlaştırıldığı bir coğrafyaya dönüştüğünden, temel besin maddelerini dış kaynaklardan sağlamak zorundadır. Abluka, ithalat kanallarını kesintiye uğrattığı için gıda, ilaç ve temel ihtiyaç maddeleri girememekte; bu da halkın açlıkla mücadele ettiği karanlık bir tablo yaratmaktadır.

Dünya Gıda Programı gibi kuruluşlar, Gazze nüfusunun çok büyük kısmının gıda güvencesinden yoksun olduğunu, özellikle çocukların ve yaşlıların yetersiz beslenme sebebiyle ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldığını raporlamaktadır. Hastanelerdeki jeneratörlerin çalıştırılabilmesi için gereken yakıtın dahi bulunamadığı, zayıf altyapının güçlendirilmesi bir yana, mevcut tesislerin onarımının bile sağlanamadığı bilinen gerçeklerdir. Elektrik kesintileri, aynı zamanda gıda saklama koşullarını ortadan kaldırarak salgın hastalık riskini yükseltmektedir.

Kirli veya tuzlu su tüketmek zorunda kalan siviller, sıkça ishal, hepatit, bağırsak enfeksiyonları gibi su kaynaklı hastalıklara yakalanmakta; tedavi için hastaneye başvuranların sayısı artarken hastaneler de personel ve malzeme yetersizliği çekmektedir. Bu döngüsel kriz, Gazze'nin sadece "bir çatışma bölgesi" olmaktan öte, sistematik bir insani krize sahne olduğunu göstermektedir.

Elektrik Kesintileri ve Gazze Ekonomisi

Gazze'de elektrik, neredeyse su kadar kritik bir başka meseledir. İsrail, Gazze'nin elektrik ihtiyacını büyük ölçüde dışa bağımlı hâle getiren politikalara uzun yıllar önce başlamış, yerel enerji üretim tesisleri ise bombardımanlarda tahrip edilmiştir. Ateşkes ilanlarına rağmen, Gazze'nin sınırlı kapasiteyle çalışan tek elektrik santrali zaman zaman yakıt sıkıntısı yüzünden devre dışı kalmaktadır. Ayrıca İsrail, ihtiyaca göre mevcut elektrik hatlarını da kesintiye uğratmakta, bu durum hastane ve temel hizmetlerin işleyişini durma noktasına getirmektedir.

Elektrik kesintileri günlük hayatı çok katmanlı biçimde etkilemektedir. Soğutucu ve dondurucuların çalışamaması, küçük işletmelerin kapanmasına veya iş yapamaz duruma gelmesine yol açmaktadır. Sağlık sektörü ise yapısal çöküşe en açık alandır. Ameliyathanelerde jeneratör kullanımı sürdürmek için gereken yakıtın bulunmaması, yoğun bakım ünitelerinin ve diyaliz merkezlerinin sık sık faaliyetten alıkonulması gibi olaylar görülmektedir. Ayrıca iletişim ağlarının çalışabilmesi dahi elektrikle bağlantılıdır. Bu nedenle uluslararası yardım çağrıları ve sahadaki acil ihtiyaçların doğru tespiti zorlaşmıştır. Sonuçta, elektrik kısıtlamaları Gazze halkının hem ekonomik hem de sağlık açısından hayatta kalma olanaklarını ciddi şekilde daraltmaktadır.

Toplumsal Etkiler

İsrail'in uyguladığı abluka ve 7 Ekim'den beri icra ettiği soykırım, Gazze'nin toplumsal dokusunu derinden sarsmış durumdadır. Özellikle su ve elektrik kesintileri ile tıbbî malzeme eksikliği, salgın hastalıkların yayılma riskini ciddi biçimde artırmaktadır. Yetersiz beslenme ve kirli su tüketimi, bünyesi zayıf çocuklarda ve yaşlılarda ölümcül seyredebilecek hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Hastanelerin dışında okul binalarının da büyük ölçüde zarar gördüğü veya elektriksiz, susuz kaldığı bilinmektedir. Çocukların büyük bölümü eğitime erişemezken, birçok yetişkin de işsiz kalmıştır.

Buna paralel olarak, ablukadan kaçmak veya daha yaşanabilir koşullar bulmak isteyen binlerce kişi, göç yollarına başvurmayı düşünmektedir. Ancak Gazze'deki sıkı denetim nedeniyle dışarıya çıkış neredeyse imkânsızdır. Mısır sınırındaki Refah Kapısı dâhil, geçiş noktaları sık sık kapatılmakta; açıldığı nadir anlarda ise yüz binleri bulan başvurular sadece kısıtlı sayıda kişiye izin vermektedir. Bu tablo, Gazze halkının çoğunluğu için ciddi bir çaresizliği ifade etmektedir. Ayrıca yerleşimcilerin Gazze'ye gönderilen insani yardımı engellemeleriyle de katlanan İsrail soykırımı kamusal hizmetlerin çökmesine neden olmaktadır.

Bu anlamda Gazze'deki halkın açlıkla mücadele etmesini önlemek adına uluslararası kuruluşlar (Birleşmiş Milletler'e bağlı ajanslar, Kızılhaç, STK'lar vb.) gıda ve tıbbi yardım konvoyları düzenlemeye çalışmaktadır. Ancak abluka koşulları ve bazen de siyasal anlaşmazlıklar, bu insani yardım girişimlerini kesintiye uğratmaktadır. Yardım kuruluşları, İsrail kontrolündeki geçiş noktalarında kapsamlı aramalara tâbi tutulup uzun bekleme süreleriyle karşılaşmaktadır. Günlerce sınırda bekletilen yardım malzemelerinin raf ömrü kısalmakta, ilaç ve gıdalar ziyan olabilmektedir.

Aynı zamanda, Gazze içindeki lojistik imkânlar da sınırlıdır. Elektrik kesintileri nedeniyle soğuk zincirin sağlanamadığı durumlarda, aşılar ve ilaçlar kullanılamadan bozulmaktadır. Araçlar için gerekli yakıtın bulunamaması, yardımların dağıtımını yavaşlatmakta veya tamamen durdurmaktadır. Bu durum, Gazze'ye ulaşan insani yardımların etkin biçimde dağıtılamamasına ve halkın büyük kesiminin yardımlara ulaşamamasına neden olmaktadır. Neticede, su, gıda ve tıbbi yardımlar sadece kısıtlı bazı noktalarda yoğunlaşarak eşitsiz bir paylaşım tablosu da doğurmaktadır.

İsrail Krizinin Sürekliliği

Sonuç olarak Gazze'deki insani kriz, abluka, askerî operasyonlar ve Oslo Anlaşması'nın işlevsizliğinden kaynaklanan çok boyutlu bir sorun olmayı sürdürmektedir. Su ve elektrik erişiminin sistematik olarak kısıtlanması, gıda tedarikinin kesintiye uğraması ve sağlık hizmetlerinin çökmesi, bölgede derin bir insani felaketi tetiklemektedir. Uluslararası insan hakları kurumları, bu politikaların "toplu cezalandırma" niteliği taşıdığını ve soykırım suçlamalarını haklı kılacak düzeyde olduğunu raporlamaktadır. Gazze'de kalıcı bir iyileşmenin sağlanması İsrail'in uyguladığı hukuksuz ablukanın kaldırılması ve kapsamlı altyapı projelerinin uygulanmasına bağlıdır. Aksi takdirde kriz, bölgenin geleceğini tehdit etmeye devam edip Filistinlilerin yok olmasına kadar varabilir.

[Sabah, 22 Mart 2025]