Suriye iç savaşından kaçıp Avrupa kapılarında umut arayan mültecileri bekleyen tek tehlike ölüm değil, aynı zamanda birbirine eklemlenen İslam ve mülteci karşıtlığı. Hukuki, ekonomik ve psikolojik açıdan güçsüz kişilerin gittikleri ülkelerin güvenliği için bir tehdit olarak görülmeleri, siyasetçiler ve o ülkelerin halkından aldıkları negatif mesajlar, bu konuda ivedilikle hayata geçirilen önlemler ve yasalar, dahası artan korkunun İslamla ilişkilendirilmesi, mülteci sorununun yeni boyutlarına işaret ediyor.
PARÄ°S ETKÄ°SÄ°
Avrupa ülkelerinin gittikçe yayılan müslüman mülteci istememe tutumunun yakın dönemdeki tetikleyicisi Paris Saldırıları oldu. 13 Aralık 2015 akşamı, Paris'te gerçekleşen ve 130 kişinin ölümü 350'den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırılardan sonra Fransa Cumhurbaşkanı Hollande G-20 katılımını iptal etmiş ve aynı gece yaptığı konuşmada mücadelenin artık merhametsiz olacağını söylemişti. Olayların ertesinde gerçekten de ülkede olağanüstü hal ilan edildi ve sınırlar kapatıldı. Çoğu kamu binasıyla, Disneyland, Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi turistik mekanların ziyareti engellenirken, spor karşılaşmaları ertelendi, toplantı ve gösteriler beş gün boyunca yasaklandı. Saldırıyı DAEŞ'in üstlenmesi, olay yerinde bir Suriye pasaportuna rastlanması ve Fransa Başbakanı Valls'ın Paris saldırılarının Suriye'den planlandığını söylemesi, güvenlik endişesinin Avrupa'ya yeni gelen misafirlerle ilişkilendirilmesinde önemli bir adım oldu.
SAĞIN YÜKSELİŞİ
Ardından Müslümanlara yönelik bir dizi saldırı yapıldı. Calais bölgesinde bir mülteci kampı ateşe verildi, Korsika'da bir cami yüzü kapalı kişiler tarafından basıldı, Lille'de bir grup saldırgan cami duvarlarına haç çizdi, helal kasapların kapısına ırkçı yazılar yazıldı. Avrupalı siyasetçiler her ne kadar Müslümanlarla değil cihatçı ve teröristlerle savaştıklarını söyleseler de, bu söylem ne yerel ne de küresel kamuoyunda yeterince etkili olamadı. Paris saldırısı sadece Fransa'da değil başka Avrupa ülkelerinde de benzer sağcı reflekslere neden oldu. Saldırganlardan birinin Brüksel'e kaçmış olabileceği iddiaları üzerine Brüksel'de olağanüstü hal ilan edildi. İtalya'nın sağcı Lombardiya Bölgesel Yönetimi hastaneler ve bölgesel yönetim binaları girişindeki görevlilere, vücutta baş bölümünü gizleyen kask, maske, burka ve peçe gibi geleneksel kıyafetleri olanları binalara almama yetkisi verdi. Böylece Charlie Hebdo saldırısı ile Fransa'da zaten önemli oranda askıya alınmış olan sivil haklardan Paris saldırısı ile birlikte hiç söz edilmez oldu. Radikal İslami gruplara karşı nasıl bir önlem alınması gerektiği tartışması yeni ve daha muhafazakar bir boyut kazandı. Benzer reaksiyonlar Avrupa'lı siyasetçilerin diline de yansıdı.
AVRUPA SÄ°YASETÄ°NE HAKÄ°M OLAN KORKU
Uzun yıllar halkın desteğini alamayan milliyetçi sağ akım Fransa'da ve tüm Avrupa'da göçmenlere karşı üretilen negatif tutumda birleşti. 2015 Aralık ayında gerçekleşen yerel seçimlerde aşırı sağcı Ulusal Cephe'nin en büyük seçim vaadi güvenlik önlemlerini artırmak oldu. Le Pen'in, "Fransa ivedi olarak İslamcı örgütleri yasadışı ilan etmeli. Radikal cami ve mescitleri kapatmalı. Yabancı vaizler derhal sınır dışı edilmeli" diyerek halkta oluşan panik ve korkuyu kullanmak istedi. Parti, 2010'da yapılan bir önceki bölgesel seçimlerin birinci ve ikinci turunda toplam % 9 oy alırken, son seçimlerde başarısını üçe katladı. Hiçbir bölgeyi alamasa da Fransa'nın üçüncü büyük partisi haline geldi. Terör saldırılarından dolayı ulusal sınırların kapatılmasını isteyen Le Pen'in partisi tek örnek değil. Almanya'da mültecileri iç tehdit olarak gören sağcı Almanya için Alternatif Partisi, Paris olaylarından sonra sınırlarda kontrollerin artırılmasını ve iltica yasasının sertleştirilmesini talep etti. Yaz dönemi kamuoyu yoklamalarında %3'lerde seyreden Almanya için Alternatif Partisi'nin oy oranı, son anketlerde %10.5'a ulaştı ve tarihi bir şekilde Almanya'nın üçüncü partisi haline geldi. Mülteci politikasının bu zaferde çok etkisi olduğunu belirten parti Genel Başkan Yardımcısı Alexander Gauland bir röportajında "mülteci krizini bize sunulan bir armağan olarak adlandırabiliriz" dedi. Bu zincire Pegida'nın yeniden hareketlenmesini ve Dresden'de İslam ve göçmen karşıtı eylemler yapmasını da ekleyebiliriz.
IRKÇI DALGA
Bu tepkiler mülteci krizinin, Avrupa'da siyasi gündemi belirlemede ciddi bir unsura dönüştüğünü gösterdi. Mülteci akınına en çok karşı çıkan ülkelerden biri de Hollanda oldu. Jean Jaures Vakfı tarafından 7 Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen araştırmaya göre, her üç Hollandalıdan ikisi mülteci akınına karşı çıkıyor. Her 10 Hollandalıdan dokuzu da, sığınmacıların en kısa sürede geldikleri ülkeye geri gönderilmesini istiyor. Düşük eğitimli mültecilerin sırf daha çok para kazanmak için Avrupa'ya geldiğini düşünen Avrupalıların sayısı çok fazla. Finlandiya'da Gerçek Finler, Avusturya Özgürlük Partisi FPÖ, Macaristan'da Fidesz Partisi, Danimarka'da mülteci alımının tamamen durdurulması gerektiğini savunan Danimarka Halk Partisi gibi popülist sağcı partiler de Paris saldırıları sonrası söylemlerini sertleştirdiler. Milliyetçi Kuzey Ligi Partisi lideri Matteo Salvini, Avrupa'nın zaman kaybetmeden sınırlarını mültecilere kapatması gerektiğini, mülteci çocukların bile güvenliği tehdit ettiğini söyledi.
SCHENGEN'Ä°N SONU MU?
İspanya'da iktidarda olan sağcı Halk Partisi'nin belediye meclis üyesi Martin Noriega Campillo'nun sosyal medyadan, "Avrupa'nın yardımsever olduğunu göstermek için bunları kabul etmemiz ve saygı göstermemiz gerekiyor. Kafaya bir kurşun ve dışarı! Bunların hepsi aynı, eninde sonunda çark ediyorlar" dedi. Paris'teki terör saldırısının ardından faturayı mültecilere kesen ülkelerden biri diğeri olan Polonya'nın Avrupa İlişkileri Bakanı Konrad Szymanski, AB'nin mültecilerin dağıtılması planında Polonya'nın payına ilişkin taahhüdü kabul etmediğini açıkladı. Polonya'yı, yalnız Hristiyan mülteci kabul edeceğini belirten Slovakya takip etti. Çek Cumhuriyeti'nin Başbakan Yardımcısı Andrej Babis ise 'Biz Avrupalılar, teröre karşı bir savaş veriyoruz. AB'nin Schengen sınırlarını kapatmak gerekecek' diyerek anti-mülteci tutuma destek verdi. Macaristan Başbakanı Victor Orban'ın mültecilerin Hristiyan köklerini tehdit ettiğini söylemesi, Belçika'da sağcı hükümet ortağı Milliyetçi Flaman Partisi'nin mültecileri korumayı öngören Cenevre Anlaşması'nın değiştirilmesini talep etmesi gibi gelişmeler Avrupa'da devam eden anti-mülteci tutumun dikkate değer ve ürkütücü örnekleri oldu. Yaşanan gelişmeler bu örneklerin son olmayacağını da gösteriyor.
[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 2 Şubat 2016].