Perşembe günü BM Genel Kurulu’nda yapılan Kudüs ile ilgili oylamada Amerikan yönetiminden gelen bütün tehditlere rağmen insanlık vicdanının güce galip gelmesine şahit olduk.
Oylamaya katılan ülkelerin ezici bir çoğunluğu Amerikan Başkanı Trump’ın bu ayın başında aldığı Kudüs kararının hükümsüz olduğuna destek verirken, ABD ve İsrail’in dışında sadece yedi ülke Washington’un yanında pozisyon aldı. Bu devletlerin de adı sanı pek duyulmamış Pasifik’teki 4 minyatür ülke ile Afrika’dan Togo ve Orta Amerika’dan Guatemala ve Honduras gibi küçük ülkeler olması Washington ve İsrail’in bu konudaki yalnızlığını ortaya koydu.
Bu karar üzerine birçok yorum yapılabilir ve yapıldı da.
Amerikan hegemonyası açısından kararın ne anlam ifade ettiğini sona bırakalım.
BM Genel Kurulu’nun Kudüs kararı öncelikle, kararı Genel Kurul’un gündemine taşıyan Türkiye ve Yemen ile Filistin’in büyük başarısıdır. Özellikle Türkiye, ABD’den gelen baskılara rağmen Kudüs konusunda kararlı davranıp karara destek bulmak için ciddi bir diplomatik çaba yürüttü. Ankara’nın bu tavrı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun zamandır dile getirdiği “dünya beşten büyüktür” söyleminin de somut sonucudur. Yani Türkiye bu karar sırasındaki tutumuyla, uluslararası meselelerin çözümü için kurulmuş bir platform olan Birleşmiş Milletler’in bu görevini yerine getirmesini engelleyecek şekilde bazı üyelerin aşırı imtiyazlı konumuna karşı çıkan söylemini eyleme dönüştürmüş oldu. ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde veto ettiği tasarıyı örgütün daha adil bir karar mekanizmasına sahip organı olan Genel Kurul’a taşıyarak uluslararası toplumun vicdanına seslendi ve ABD üzerine büyük bir siyasi baskı oluşturmayı başardı.
İslam ülkelerinin yanında, özellikle Batı ittifakının parçası olan Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerin karara destek vermeleri Batı dünyasında Trump yönetimi ile birlikte yaşanan bölünmüşlüğün açık bir göstergesi oldu. Amerikan Başkanı’nın “ben yaptım oldu” mantığıyla hareket etmesinden rahatsız olan Avrupalı liderler Kudüs kararına destek vermekle hem bu rahatsızlıklarını göstermek istediler hem de Trump’ın Orta Doğu’yu daha büyük kaosa sürükleyecek kararına karşı çıktılar. ABD’den farklı olarak Orta Doğu ve Kuzey Afrika üzerinden İslam dünyasına komşu olan Avrupa Birliği, İslam ülkeleriyle ilişkilerini krize sürükleyecek adımlardan uzak durmaya çalışıyor. Bu, Avrupa ülkelerinin çoğunun Filistin-İsrail sorununda İsrail tarafını destekledikleri gerçeğini değiştirmiyor kuşkusuz, ancak onlar bu desteği Trump gibi ortalığı ayağa kaldırmadan yapmayı tercih ediyorlar.
BM Genel Kurulu’nun Kudüs kararının ortaya koyduğu bir başka gerçek de, uluslararası ilişkilerde askerî ve ekonomik gücün yanında diplomasinin de çok etkili olabildiğidir. Dünyanın en büyük askerî ve ekonomik gücü olan ABD’nin, BM üyelerini bu gücünü kullanmakla tehdit etmesine rağmen yanına sadece yedi ülkeyi alabilmesi bu güce karşı yürütülen diplomasinin ne kadar etkili olabileceğini gösterdi.
Bu süreçte bazı Hıristiyan ülkelerin birtakım “İslam ülkelerine” göre çok daha etkin bir şekilde karara destek vermeleri ise, dış politika geliştirilirken toptancı bir bakış açısıyla yaklaşmayıp her farklı meselede yeni ittifaklar kurulabilmesinin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Türkiye, bu karar sürecinde devasa bir diplomatik güce sahip olan ABD’nin yapamadığını yaptı, etkili bir diplomasiyle dünyanın önemli ülkelerini Kudüs meselesinde yanına almayı başardı ve Washington’a önemli bir siyasi yenilgi tattırdı.
Şimdi başlıkta sorduğumuz soruya dönelim.
Kudüs, Amerikan hegemonyasının sonunu getirir mi diye sormuştuk.
Washington’dakiler bundan sonra da böyle kibirli davranmaya devam ederlerse, dünyanın diğer ülkeleri Kudüs meselesinde olduğu gibi ABD’nin bu kibirli tutumunun karşısına dikilmeye devam ederse Kudüs Amerikan hegemonyasının sonunu getirir.
İslam ülkeleri ise, kendi aralarındaki çatışmalara son verip Kudüs etrafında birleşirlerse, ABD’nin askerî ve ekonomik gücünü dengeleyecek şekilde güçlenirlerse ve Washington’un kibirli politikalarına karşı ittifaklar yaparlarsa Amerikan hegemonyasının sonunun gelmesine katkıda bulunabilirler ve sonrasında kurulacak dünya düzeninde onurlu bir şekilde yerlerini alabilirler.
[Türkiye, 23 Aralık 2017].