G7 zirvesi sonuç bildirgesine baktığımızda, uluslararası sistemin farklı kriz alanları ve meydan okumalarına ilişkin geniş bir problemler listesi görüyoruz. Ukrayna’dan Tayvan’a, yapay zekadan enerjiye birçok sorunlu alanda nasıl hareket edeceklerini belirten liderlerin bu meselelerle ilgili farklı inisiyatiflere destek sözlerini okuyoruz. Ortak deklarasyonun bir seri iyi niyet beyanıyla dolu olmasına rağmen çözüme giden net öneriler olduğunu söylemek zor. Başka platformlarda daha önce üzerinde anlaşılan birçok inisiyatife referans verilmekle birlikte Ukrayna, Tayvan ve Filistin gibi kriz alanlarında kalıcı çözümü sağlayabilecek anlaşma önerilerine rastlamak mümkün değil. Bu durum Washington’ın kapsamlı stratejik politikalar etrafında somut çözüm üretmekte ne kadar zorlandığının ve Biden’ın küresel liderlik karnesinin zayıflığının çarpıcı bir göstergesi olarak öne çıkıyor.
Devamı
Elbette Biden'ın Netanyahu'yu güya eleştirdiği konuşmada "Ben bir Siyonistim. İsrail olmasaydı, dünyada güvende tek bir Yahudi olmazdı. İsrail, Hamas'tan kurtulana kadar askeri yardım sağlamaya devam edeceğiz" cümlelerini kullanması İsrail ordusuna devam onayı vermektir.
Netanyahu Gazze konusundaki Beyaz Saray’ın telkinlerini dinlememekle birlikte Amerikan yardımına teşekkür etmeyi ihmal etmiyor. Amerika’nın koruması olmaksızın uluslararası baskılara dayanamayacağının farkında olan Netanyahu, koalisyon ortaklarına Washington’la ilişkiyi götürebilecek tek aktörün kendisi olduğu mesajını vermeye çalışıyor. Biden yönetimi ise İsrail’in politikalarında sınırlı değişiklikler talep etmesine karşın kayıtsız destek politikasına devam etmekte ısrar ediyor. Bunu en son BM oylamasında görüldüğü üzere yalnız kalmak pahasına yapması da Amerika’nın ‘kurallara dayalı uluslararası sistem’ ilkesinden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Washington bir yandan da İsrail’in ‘orantılı cevap’ kavramını anlamsızlaştıran saldırılarına ve fosfor bombası kullanarak savaş suçu işlemesine rağmen silah vermeye devam ediyor. Kısacası Netanyahu’nun Biden’a teşekkür etmesi için çok sebep var ve bu dinamiklerin kısa sürede değişmesini beklememizi gerektirecek bir işaret yok.
Geçen hafta Temsilciler Meclisi’nde düzenlenen bir açık oturumda Amerika’nın en prestijli üç üniversitesinin (Harvard, MIT ve UPenn) rektörleri ifade verdi. Rektörler kampüslerinde antisemitizmin yükselişine ve Yahudi öğrencilerin taciz edilmesine engel olmadıkları iddialarıyla karşı karşıyaydı. Oturumda UPenn Rektörü Liz Magill’in New York Temsilcisi Liz Stefanik’in bir sorusuna verdiği cevap, rektörün istifa etmesiyle sonuçlanan yeni bir fırtına kopardı. Stefanik’in ‘birini indirdik, ikisi kaldı’ diye tweet attığı olay sonrasında üniversitelerde ifade özgürlüğünün sınırları tartışması yoğunlaşarak devam ediyor. Geçen haftaki yazımda İsrail yanlısı lobi gruplarının Filistin yanlısı gösterilerin ve İsrail’e karşı eleştirilerin antisemitizm olarak damgalanmasına odaklandığını yazmıştım. UPenn rektörünün bu kampanyanın kurbanlarından biri olduğunu söylemek mümkün.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, BM Şartı'nın 99. Maddesi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Güvenlik Konseyi'ni "uluslararası barışa ve güvenliğe bir tehdit olarak" değerlendirdiği Gazze savaşıyla ilgili göreve davet etti. 15 üyeye gönderdiği mektupta, "korkunç! insani acı, fiziksel yıkım ve kolektif travma" yaratan iki aylık savaşın ardından Gazze'deki insani yardım sisteminin çökme riski altında olduğunu söyleyen Guterres, ateşkes istedi. Konseyin cuma günkü oylamasında ateşkes, 13 "evet", 1 "çekimser" oya karşılık sadece ABD'nin (hayır oyu) "veto"su ile reddedildi.
ABD doğal olarak Çin ile artık kaçınılmaz hale gelen hegemonya mücadelesini kendisine avantaj yaratacak şartlar altında vermek istiyor.
Devamı
ABD ve Çin arasındaki jeopolitik ve ideolojik rekabetin tüm dünyayı kapsaması beklenmiyor. AB, Rusya, Hindistan, Brezilya, Endonezya, Nijerya, Türkiye ve Güney Afrika gibi ülkeler otonomilerini koruyarak denge siyaseti yürütecekler.
Devamı
ABD, ekonomik ve askerî açıdan açık farkla dünyanın en güçlü devleti olmaya devam ettiği sürece bu ülkede kimin başkan olduğu bütün dünya için önemli bir gelişme olmaya devam edecek.
ABD küresel liderliği paylaşmak zorunda olduğunu anlar ve buna göre davranırsa o zaman daha az riskli ve çatışmasız bir küresel dönüşüm mümkün olabilir. Aksi bir durumda Biden'a yüklenen 'mesihçi teleojik' misyonun kaos üretmesi kaçınılmaz olacak.
Beyaz Saray'a girdiği gün 17 adet başkanlık kararnamesi imzaladı. Trump döneminin tüm etkisini ortadan kaldırmaya yönelik iyi planlanmış bir görüntü. Göreve hızlı başladığını göstermek için atılmış bir adım. Zaten destekçileri de Biden'dan bunu bekliyor. Trump dönemini hatırlamak dahi istemiyorlar. Hızla Amerika'yı, Trump öncesi döneme taşımak istiyorlar.
'Amerikan dış politikası ABD'ye değil İsrail'e hizmet ediyor.' Bu hikâye aslında bilinen bir gerçekti. Fakat anlatmaya kimse cesaret edemiyordu.
ABD'nin düzen kurma iddiasında olduğu dönemlerde bile yeni çatışmalar yarattığı hepimizin malumu iken, kaostan medet uman Trump'ın hatalı kararlarının bölgemizi "ürkütücü bir savruluşa" taşıdığı aşikâr.
SETA Washington Genel Koordinatörü Dr. Kadir Üstün: Uluslararası kamuoyu Türkiye ile birlikte hareket ederken İsrail ve ABD yönetimi öngördükleri ama bu kadarını beklemedikleri bir yalnızlık içinde kaldı
Durum şu ki verilen karara gelebilecek tepkilerin ne kadar sert olacağı hesaplanmadığı gibi Beyaz Saray'ın Ortadoğu'dan sorumlu uzmanlarının bir şekilde anlaşmaya vardığı düşünülen bazı Ortadoğu liderlerinin etkisi ve gücü fazlasıyla gözlerde büyütülmüş.