Dünyanın sanayileşmiş yedi büyük ekonomisini bir araya getiren G7 Liderler Zirvesi, dönem başkanı olan İtalya’nın Borgo Egnazia beldesinde 13 Haziran 2024’te başlamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise 14 Haziran’da bu zirve kapsamında “Afrika ve Akdeniz-Yapay Zeka ve Enerji Konulu G7 Yüksek Düzeyli Oturumu”na katılmak üzere İtalya’ya resmi ziyarette bulunmuştur...
Devamı
G7 zirvesi sonuç bildirgesine baktığımızda, uluslararası sistemin farklı kriz alanları ve meydan okumalarına ilişkin geniş bir problemler listesi görüyoruz. Ukrayna’dan Tayvan’a, yapay zekadan enerjiye birçok sorunlu alanda nasıl hareket edeceklerini belirten liderlerin bu meselelerle ilgili farklı inisiyatiflere destek sözlerini okuyoruz. Ortak deklarasyonun bir seri iyi niyet beyanıyla dolu olmasına rağmen çözüme giden net öneriler olduğunu söylemek zor. Başka platformlarda daha önce üzerinde anlaşılan birçok inisiyatife referans verilmekle birlikte Ukrayna, Tayvan ve Filistin gibi kriz alanlarında kalıcı çözümü sağlayabilecek anlaşma önerilerine rastlamak mümkün değil. Bu durum Washington’ın kapsamlı stratejik politikalar etrafında somut çözüm üretmekte ne kadar zorlandığının ve Biden’ın küresel liderlik karnesinin zayıflığının çarpıcı bir göstergesi olarak öne çıkıyor.
Devamı
ABD Başkanı Joe Biden, 31 Mayıs'ta Gazze'de ateşkesi öneren üç aşamalı bir planı duyurdu. Biden'ın açıklamasının ardından iki temel husus gündeme geldi: Ateşkes maddelerinin Hamas'ın Şubat başında önerdiği planla benzerliği ve bu önerinin kim tarafından hazırlandığı. Ateşkes önerisinin duyurulması esnasında Biden, teklifin Tel Aviv yönetimi tarafından sunulduğunu dile getirdi. Bu açıklamanın ardından tüm gözler bir anda Hamas'a yöneldi. Aylar önce hazırladığı ateşkes çerçevesine oldukça yakın bir öneriye karşı Hamas yönetiminin nasıl cevap vereceği merak edilirken aynı zamanda Biden ve ekibi tarafından ateşkesin sağlanmasının yolunun Hamas'ın sunulan şartları kabul etmesinden geçtiği sıklıkla ima edildi.
Başkan Biden’ın geçen cuma günü desteklediğini açıkladığı ateşkes planının hayata geçmesinin önünde birçok engel var...
“Dün geceye ait görüntüler Refah’ın nasıl yeryüzündeki cehenneme dönüştüğünün kanıtıdır.” Bu ifadeler BM Mülteciler Yüksek Komiseri Philippe Lazarini’ye ait. İsrail’in Refah’ta güvenli bölge ilan ettiği ve Filistinlilerin sığındığı çadırları bombalayarak ortaya çıkarttığı cehennem görüntülerini tarif etmeye dilim varmıyor; sözün bittiği yer olarak tanımlamak daha doğru olur. Bu saldırının Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı’nın Netanyahu ve Gallant’a karşı tutuklama istemesinden ve Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’e Refah’ta operasyonları durdurma kararı çıkarmasından sonra gerçekleşmesi, İsrail hükümetinin hak, hukuk, adalet veya uluslararası meşruiyet gibi kavramları tanımadığının bir ifadesiydi. Netanyahu hükümeti, Washington’ın desteği öyle veya böyle devam ettiği sürece hiçbir kurum ve makamı tanımayacağını Filistinli masumları katlederek haykırmayı seçiyor.
Başkan Biden geçtiğimiz hafta sonu Michigan ve Georgia eyaletlerini ziyaret ederek siyahi seçmenin desteğini güçlendir-meye çalıştı. Biden’ın bu iki salıncak eyaleti kazanması gerekiyor ve siyahi oylar bu eyalet-lerdeki sonuçları değiştire-bilecek seviyede. Son haftalarda yapılan anketlerde Biden’ın özellikle genç siyahi nüfus arasında desteğinin görece azaldığının görüldüğü için, başkanın kampanyası bu kitlelere şimdiden ulaşmaya çalışıyor. Anketler Trump’ın 50 yaş altı siyahi seçmen arasındaki desteğinin arttığını ve Michigan gibi salıncak eyaletlerde yarışın başa baş olduğunu gösteriyor. Genç siyahi seçmenin Biden’ın ekonomik politikalarından memnuniyetsizlikle birlikte Gazze savaşındaki performansından da rahatsız olması başkan için önemli bir handikap yaratıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri suçlamasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri kararı çıkarılmasını talep etti. Yargıçlar Khan’ın bu talebini onaylarsa Amerikan müttefiki bir ülkenin siyasi liderlerine karşı alınan karar mahkemenin tarihine bir ilk olarak geçecek. Amerikan siyasetinin her iki kanadından muhtemel bir tutuklama kararına karşı lobi çabaları daha önce basına yansımıştı. Amerikan siyasetçileri UCM üyelerine yazdıkları mektupta sadece kendilerine değil ailelerine de yaptırım uygulayacakları tehdidini savurmuştu. Başsavcının baskılara rağmen tutuklama kararı başvurusu Batılı ülkeler ve özellikle ABD açısından yeni bir sınav teşkil ediyor zira uluslararası hukuk ve düzenin savunuculuğunu başka aktörlere kaptırmakla karşı karşıya durumda.
Devamı
Biden yönetiminin Çin’de üretilen elektrikli araçlara uygulanan gümrük vergisini %25’ten %100’ün üzerine çıkarması, Trump döneminde Çin’e karşı açılan ticaret savaşının devam ettiğinin en son örneği olarak öne çıkıyor. Biden daha önce de ileri teknoloji alanındaki rekabette geri kalmamak için yarı iletken çiplerin ve kritik teknolojik ürünlerin ihracatına sınırlamalar koymuştu. Şimdi ise Amerikan otomotiv şirketlerini ve çalışanlarını korumak adına elektrikli araçların Çin’den ithalini caydırmak istiyor. Çin’in meydan okumasına karşı koymak için uluslararası serbest ticareti teşvik eden liberal ekonomi değerlerinden ödün vermek zorunda kalan Amerika, kritik alanlarda korumacılığın Çin’le rekabeti daha mümkün kılacağına inanmış görünüyor.
Devamı
Dini inançların kimliğin değerli bir parçası olması sebebiyle kimi zaman devletlerin politikalarına etki etmesine tanıklık ediyoruz. Ancak yayılmacı, işgalci ve savaş odaklı söylemlerin ve ideolojilerin devletlerin temel belirleyici tercihi olması durumunda işte o tehlikeli teo-politik durumuna geliniyor. 7 Ekim Hamas saldırısını savunma hakkı diyerek destekleyen Batı ülkeleri bilerek ya da bilmeyerek Netanyahu hükümetinin "aşırı dinci, Siyonist ve kıyametçi" söylemini cesaretlendiriyor. "Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas'a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz" diyen Netanyahu, kendisini zaten Yahudi devleti olarak tanımlayan İsrail'i daha ileri bir yayılmacı ideolojik söyleme taşıyor. Gazze'yi imha politikasını Tevrat'taki "büyük İsrail devleti" ve "vaat edilmiş topraklar" teolojisi ile irtibatlandırıyor. Bush'un Irak işgalini "haçlı savaşı" olarak nitelediği, Trump'ın Evanjelik söylemlerde bulunduğu, Biden'ın "Siyonistim" dediği ve Blinken'ın "Yahudi olarak" İsrail'i desteklediğini söylediği bir arada düşünülürse bu teolojik radikal söylemlerin insalık için ne kadar tehlikeli bir zemin oluşturduğu daha iyi anlaşılır. İşte bu tehlikeyi gören Erdoğan, Papa Fransuva ile İsrail-Filistin çatışmasını durdurmak için görüşüyor ve Batı dünyasını hilal-haç (kavgası) anlayışını terk edin diyerek uyarıyor.
ABD Başkanı Biden on günden fazla süredir devam eden İsrail saldırılarının oluşturduğu insani dramın ve infialin ağırlığını hissetmediğini gösterdi. İsrail’in Gazze’deki sivillere ölümden başka opsiyon bırakmayan ve savaş suçu sayılan eylemlerinin ortaya çıkardığı gerçekliğe duyarsızlığı çözüme katkı değil sorunu derinleştirme olarak öne çıkıyor. ABD’nin İsrail’in yanında olduğunu söyleyip Gazze’deki sivillerin de önemli olduğunu ancak hastane saldırısının sorumluluğunun ‘diğer tarafta’ olduğunu ifade etmesi Biden’ın politikasının iflası anlamına geliyor. Son birkaç yazımda ifade ettiğim gibi Biden bölgesel bir çatışmaya dönüşmemesi koşulu karşılığında İsrail’e koşulsuz destek verirken, faturayı Filistinli sivillere kesmiş oluyor.
Başkan Biden’ın bugün gerçekleşecek İsrail ziyaretinde bir yandan ‘koşulsuz’ desteğini yinelemesi bir yandan da Gazze operasyonuna üstü örtülü koşullar getirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Dışişleri Bakanı Blinken’ın bölgede devam ettirdiği mekik diplomasisinde öne çıkan açıklamalar bölge ülkelerinin İsrail’in saldırılarından ne kadar rahatsız olduğunu gösterdi. Biden’ın da Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Filistin lideri Abbas’la görüşecek olması sadece İsrail’le gerçekten kayıtsız şartsız destek vermekten kaçındığını ve bölgesel dengeleri gözettiğini gösteriyor. Biden’ın başlangıçtaki İsrail’e koşulsuz destek açıklamasına rağmen bölgesel çatışmaya dönüşmemesi koşulunu öne sürdüğü söylenebilir.
Foer’in kitabı Biden’a pandemi, ekonominin canlandırılması, ara seçimler, Afganistan’dan çıkış ve Ukrayna meselelerinde eleştirel bir tavır takınmadan genel olarak iyi not veriyor. Foer Biden’ın sürekli hafife alınan bir lider ve kendisinin de bunun farkında olması itibariyle bu konuda hassas bir siyasetçi olduğunu belirtiyor. Beklentileri düşük tutarak rakip ve düşmanlarıyla sürekli uzlaşı yolu arayan bir lider olarak öne çıkan Biden’ın ilk iki yılında başardıklarına rağmen popülaritesinin bu kadar düşük olması önemli bir tezat teşkil ediyor. Şu günlerde anketlerde Trump’la başa baş görünen Biden’ın belki de en büyük sorunu kitabın başlığında ifade edildiği gibi ‘son siyasetçi’ olması. Amerikan halkının sistemi yetkinlikle çalıştırarak sonuç almaya çalışan Biden’ı mı yoksa gene Trump gibi o sistemi yıkma sözü veren bir adayı mı tercih edeceğini bekleyip görmemiz gerekecek.