İki gün sonra ABD’de başkanlığı devralacak olan Donald Trump’ın iktidarı birçok açıdan belirsizliklere işaret ediyor. Meksika'da da tedirgin bir bekleyiş var, Avrupa’da da… Çin yönetimi de Trump’la birlikte kendilerini ne beklediğini bilmiyor Orta Doğu’daki hükümetler de…
Dünya ekonomik üretiminin dörtte birini ve toplam askerî harcamaların üçte birini yapan bir ülkenin başına geçecek kişinin söylemleri ve bu söylemlerin bazı bakanlıklar için aday gösterdiği kişilerin açıklamalarıyla çelişki göstermesi bu tedirginlik ve belirsizliklerin temelini oluşturuyor.
Avrupa’daki yerleşik iktidarların, Trump’ın seçilmesiyle yaşadıkları şok, yeni Amerikan başkanının pazartesi günü NATO, Avrupa Birliği ve ABD’de faaliyet gösteren Avrupalı şirketlerle ilgili açıklamalarıyla iyice derinleşti. NATO’yu “miadı dolmuş” bir birlik olarak niteleyen Trump, İngiltere’nin AB’den ayrılmasının çok doğru bir karar olduğunu, başka ülkelerin de AB’den ayrılabileceğini ve “ABD’yi ticari açıdan zayıflatmak amacıyla kurulduğunu” iddia ettiği AB’nin dağılmasının kendisini pek ilgilendirmediğini de açıkladı.
Trump’ın Almanya Başbakanı Merkel’in, ülkesini mültecilere açmakla çok büyük bir hata yaptığını söylemesi ise bu yıl içerisinde seçime gidecek Almanya’daki iktidar çevrelerinde doğrudan seçim sonuçlarını etkileyecek bir müdahale olarak rahatsızlık oluşturdu. Ayrıca yeni Amerikan başkanının Alman otomobil şirketlerini yüksek gümrük vergileriyle tehdit etmesi “en önemli kutsallarına” saldırı olarak algılanıyor.
Avrupa’daki bütün yerleşik iktidarlar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD ile Avrupa arasında kurulan ittifakın Trump’la birlikte ciddi bir risk altında olduğu endişesine sahipler. Bu ittifakın geleceği ve Avrupa ile ABD’nin yaşayacağı muhtemel sorunlar dünyanın diğer bölgelerindeki siyasi ve ekonomik gelişmeleri de önemli oranda etkileyecektir.
Peki, Batı dünyasının iki büyük parçası olan ABD ile Avrupa arasında yaşanan bu belirsizlik ve güvensizliğin Türkiye’ye yansıması nasıl olacaktır?
Son yıllarda Batı’dan gelen ciddi manipülasyon ve müdahalelere maruz kalan Türkiye için ABD ve Avrupa ülkeleri arasında yaşanacak sorunların kısa vadedeki etkisinin, Ankara üzerindeki baskının azalması şeklinde olması beklenebilir. Türkiye’deki iktidarın devrilmesine yönelik bir çaba içerisinde olan ve bunu gizlemeyen Washington’daki bazı çevrelerin Trump’ın iktidarıyla birlikte etkinliklerini kaybetmeleri muhtemeldir. ABD ile yeni bir rekabete hazırlanmak zorunda kalacak olan Avrupa’daki bazı iktidarların ise Türkiye’ye kendi istedikleri istikameti verme konusuna eskisi kadar enerji ayırmaları mümkün olamayacaktır. Yani, Avrupa ile ABD arasında beklenen sert rüzgârların Batı’dan Türkiye’ye yönelik baskıyı kısa vadede hafifletmesi beklenebilir.
Benzer şekilde Trump’ın, Obama yönetiminin PYD/PKK ve FETÖ gibi terörist örgütlere destek olma yönündeki politikasını devam ettirmemesi ihtimali de Türkiye-ABD ilişkilerinde bir normalleşmenin kapılarını aralayabilir. Pazartesi günü Alman Bild gazetesine verdiği mülakatta, Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgalini bir hata olarak tanımlayan Trump’ın, Rusya konusunda yaptığı ılımlı açıklamalar da dikkate alındığında, Suriye sorununun çözümü konusunda Türkiye ile Rusya öncülüğünde planlanan Astana Sürecine destek vermesi de söz konusu olabilir.
Ancak yazının başında da belirttiğim gibi, Trump dönemi büyük bir belirsizliğe işaret ediyor ve bu dönemdeki ABD politikalarının Türkiye’ye yansımaları konusundaki öngörüler spekülasyondan öteye geçemiyor. Amerika’nın yeni dışişleri ve savunma bakanlarının Rusya ve Orta Doğu konusunda yaptığı açıklamaların Trump’ın bu konudaki ifadeleriyle çelişmesi de bu belirsizliği artırıyor.
Bütün bu belirsizlik ortamında net olarak söylenebilecek olan tek gerçek, Türkiye’nin kendi güvenliğini başkalarının politik tercihlerinden fazla etkilenmeyecek şekilde ancak kendisinin sağlayabileceğidir. Bunun yolu da ekonomik ve askerî gücünü artırmasından ve ülke içerisindeki birliğin sağlanmasından geçiyor. Başka aktörler arasında yaşanabilecek olan rekabet ve çatışmaları ülkemizin çıkarları doğrultusunda kullanılabilecek bir diplomatik kadroya sahip olmak da Türkiye’nin gücünün önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Halkın geniş desteğine ve güçlü bir siyasi iktidara sahip, ekonomik, askerî ve diplomatik kapasitesi yeterli bir Türkiye’nin dünya politikasında yaşanacak belirsizliklerden etkilenme düzeyi düşük olacaktır.
[Türkiye, 18 Ocak 2017].