Amerikan Başkanı Trump Singapur’da Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un ile el sıkışıp anlaşmalar imzaladı.
Peki, buradan artık Kuzey Kore sorununun çözüldüğü sonucunu çıkarabiliyor muyuz?
Elbette ki hayır!
Neden hayır?
Çünkü Amerikan Başkanının en çok bilinen özelliği uluslararası politikada “güvenilmez” olması.
Bazıları Trump’ın vardığı bütün anlaşmaların ömrünün bir sonraki tweetine kadar olduğunu söylüyor.
Kuzey Kore, Rusya, Suriye ve Katar sorunlarında Amerikan Başkanının izlediği yol bu kanaati doğruluyor.
Bir gün Kuzey Kore liderine “küçük roket adam” deyip Kuzey Kore’ye “ateş ve öfke yağdırmaktan” bahsediyor, ertesi gün Kim Jong Un’un “çok onurlu ve açık bir insan” olduğunu söyleyip ülkesiyle anlaşabileceklerini söylüyor.
Rusya ve Putin konusunda da Trump’ın aynı çelişkili tavırları söz konusu. Bir gün Rusya devlet başkanını överken ertesi gün bu ülkenin diplomatlarını sınır dışı edip ağır ekonomik yaptırımlara imza atabiliyor. Bir taraftan Avrupalı müttefiklerini Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlara uyma konusunda sıkıştırırken, diğer taraftan Rusya’yı yeniden G-7/G-8 toplantılarına davet etme konusunda onlara baskı yapıyor.
Suriye konusunda da, bir gün artık Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilme zamanının geldiğini söylüyor, ertesi gün daha fazla bu ülkeye müdahale yönünde kararlar alıyor.
Katar Krizi sırasında, Katar’a yönelik baskının arkasında kendisinin olduğuna dair tweetler atan da Trump, Doha yönetimini destekleyen ve Riyad’ı eleştiren açıklamalar yapan da.
Trump’ın çelişkileri ve “güvensizliği” sadece kendi dönemine dair git-gellerden kaynaklanmıyor.
Kendisinden önce imzalanan çevre, ticaret ve İran nükleer sorunu konusundaki anlaşmaları da çöpe atarak ABD’nin artık müttefikleri için bile güvenilemeyecek bir uluslararası aktör olduğuna dair algıyı güçlendiriyor.
İşte böyle bir ortamda Avrupa ülkeleri derin bir endişe içerisindeler.
Soğuk Savaş döneminden beri müttefik olarak yaslandıkları, Batı’nın askerî lideri olarak güvendikleri ABD artık kendilerini taciz ediyor. Rusya konusunda güven vermiyor. Ekonomik araçları baskı unsuru olarak kullanıyor ve yaptırım tehdidinde bulunuyor.
Geçen hafta sonu yapılan G-7 Zirvesi’nde ABD ile Avrupa ülkeleri arasında yaşanan gerginlik iyice belirginleşti. Trump’ın sonuç bildirisini imzalamadan ayrılması Avrupa ülkeleri tarafından ABD’den gelebilecek yeni baskı ve yaptırımların işareti olarak yorumlanıyor.
Avrupa için en zor olan ise, Trump Amerikasına karşı nasıl bir tavır içerisinde olacaklarına karar verememeleri.
Avrupa Birliği’nin en zayıf olduğu alanın ortak dış ve güvenlik politikası olduğu zaten biliniyordu. Son gelişmelerle birlikte bir yandan bu zayıflık teyit edilmiş olurken, diğer yandan da aslında AB’nin tam da bu alanda kendisine çekidüzen vermesinin gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Şimdi Avrupa’daki bazı kesimler, Trump’ın tacizlerine ve tehditlerine karşı dik durulması ve AB’nin kendi ayakları üzerinde durabilecek bir birlik hâline getirilmesini savunuyorlar. Bunlara göre, ABD’den gelen bütün yaptırımlara aynı şekilde karşılık verilmesi gerekiyor.
Ancak bazı diğer çevreler ise, Trump döneminin geçici olduğunu, ABD’de Avrupa ile iş birliğini öne çıkaran ve Trump’ın politikalarına karşı çıkan kesimlerle diyaloğun sürdürülmesi gerektiğini ileri sürüp Washington ile bir mücadele içerisine girilmemesini tavsiye ediyorlar.
ABD’ye karşı nasıl bir politika izleneceği konusunda kafası karışık olan AB içerisinde, Trump’ın popülist politikalarını taklit etmeye çalışan bazı partilerin iktidarı zorlaması ve hatta İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde iktidara ortak olmaları ise Avrupa’nın bir başka sorunu.
Trump tarzı politikacılar Avrupa’da giderek yayılıyor ve bu AB’nin sonunu hazırlıyor.
Batı’nın kendi içerisinde yaşadığı bu bölünmüşlük ve rekabet Türkiye’nin bağımsızlığı ve kendi halkının çıkarlarını esas alan dış politikasının başarılı olma şansını artırıyor.
Batı’nın yaşadığı bu sorunlar nedeniyle Türkiye üzerine nüfuz etme imkânının azaldığı bir dönemde, Türkiye’nin yeniden Batı’ya bağımlı politikalara dönmesi büyük kayıp olur.
24 Haziran seçimlerine bir de bu gözle bakmak gerekir.
[Türkiye, 14 Haziran 2018].