Amerikan Başkanı Trump, Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasının ardından, “artık Türkiye hakkında iki gün öncesine göre hislerinin değiştiğini, Türkiye hakkında çok iyi hisse sahip olduğunu” söylemiş!
Bu ne anlama geliyor?
Biz de Trump ve Amerika hakkında hislerimizi değiştirmeli miyiz?
Önce Trump’ın Türkiye hakkında iyi yönde değişen hislerinin Washington’ın Türkiye politikası açısından ne anlam ifade ettiğini sorgulayalım.
Trump şimdi CENTCOM’a “Ben Türkiye hakkında artık iyi hislere sahibim. Bu PYD/PKK’ya silah vermeyi bırakalım ve hatta bu terör örgütüne karşı mücadelesinde NATO müttefikimiz Türkiye ile müttefikliğin gerektirdiği şekilde iş birliği yapalım” diyecek mi?
Ülkesindeki güvenlik bürokrasisine “Artık iyi hislere sahip olduğum Türkiye’ye karşı 15 Temmuz benzeri darbe girişimlerine destek vermek yok. Hatta 15 Temmuz’da bize taşeronluk yapan FETÖ’nün ABD’de bulunan üst düzey kadrosunu da ‘iyi hislerimizin’ ve ‘iyi niyetimizin’ göstergesi olarak Türkiye’ye teslim edelim. Darbenin arkasındaki Amerikalıları ifşa edip yargılamamız söz konusu olamayacağına göre, en azından bu da bir adımdır” talimatını verecek mi?
Türkiye’ye karşı artık iyi hislere sahip olan Amerikan Başkanı, uluslararası hukukta hiçbir karşılığı olmayan bir tutuklama ve yargılama sonucu ülkesinde esir tuttuğu Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’yı serbest bırakıp, Halkbank’a yaptırım konusunu artık Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçecek mi?
F-35 savaş uçaklarının, üretim ortaklarından biri olan Türkiye’ye teslimatı konusunu artık Ankara’ya karşı bir baskı aracı olarak kullanmayacak mı?
İran nükleer sorununun çözümü konusunda 2015 yılında imzalanan uluslararası anlaşmadan keyfî bir şekilde çekilen Amerikan Başkanı’nın, bu ülkeye karşı yeniden yürürlüğe koyduğu tek taraflı yaptırımlara uymaması durumunda Ankara’ya karşı nasıl bir politika izleyeceğinde Türkiye’ye dair yeni hisleri mi yoksa iki gün önceki hisleri mi belirleyici olacak?
Göreve başladığı 2017 Ocak ayından beri Trump’ın neredeyse bütün uluslararası meselelere dair ikircikli yaklaşımı gösterdi ki, Amerikan Başkanı’nın hisleri sürekli değişim gösteriyor. Rusya, Kuzey Kore, NATO ve Katar konusunda yaptığı çelişkili açıklamalar bunun açık göstergesi. En son Cemal Kaşıkçı meselesinde Suudi Arabistan’a yönelik ağır ifadelerinden hemen sonra Riyad’ın bu olaydaki rolünü aklamaya yönelik açıklamaları da Trump’ın sözlerine ne kadar anlam yüklenebileceği konusunda soru işaretlerini kuvvetlendiriyor.
Yukarıda sorduğumuz sorulara verilebilecek cevapları düşündüğümüzde, Trump’ın Türkiye’ye karşı artık daha olumlu hislere sahip olduğunu açıklaması, ABD’nin PYD/PKK ve FETÖ’ye verdiği desteğin sona ereceği, İran yaptırımları konusunda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaktan vazgeçeceği ya da F-35’ler ve S-400’ler konusunda Ankara’ya karşı uyguladığı baskıya son vereceği anlamına gelmiyor.
Aksine bu konularda yeni krizler Türk-Amerikan ilişkilerini bekliyor. Zira Türkiye bütün bu meselelerde kendi çıkarını esas alan yolu tercih etmeye devam edecek ve bu da Türkiye’ye karşı yaklaşımını değiştirmediği sürece Washington’u rahatsız etmeye devam edecek.
Türkiye ile ABD arasındaki krizlerin sona ermesi, Washington’un Türkiye’yi kendi istediği gibi şekillendirme çabasından vazgeçip, Türkiye’yi eşit bir ortak ve müttefik olarak görmesinden ve egemenliğine saygı göstermesinden geçiyor.
Amerika’nın Türkiye ile geçmişte kurduğu ilişkilerde edindiği alışkanlıklar ve genel olarak uluslararası siyaseti yürütme tarzı bunun önündeki en büyük engel olarak duruyor. Ancak Türkiye’deki iktidarın bağımsızlık konusundaki hassasiyeti ve bunun için gerekli bedelleri ödemeye hazır olması, Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin iyi olması için ABD’ye yeni Türkiye’nin hassasiyetlerini kabul etmekten başka bir seçenek bırakmıyor.
İki ülkenin askerî ve ekonomik kapasiteleri göz önüne alındığında, ABD’nin Türkiye üzerine baskı kurma imkânının çok daha yüksek olduğu kuşkusuz. Ancak dış politikanın başarısı, sahip olunan kapasitenin en etkili şekilde kullanılmasıyla ölçülür.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin ABD gibi dünyanın en güçlü ülkesi karşısında bağımsız dış politikasından taviz vermediği, Washington’un ise izlediği yanlış politikalarla her geçen gün Türkiye’yi biraz daha kaybettiği görülüyor.
[Türkiye, 17 Ekim 2018].