SETA > Yorum |
Suriye de Dengeler Yeniden Mi Değişiyor

Suriye’de Dengeler Yeniden Mi Değişiyor?

Moskova’nın ‘öngörülemezliği’ karşısında tedirginlik yaşayan Avrupa’yı cesaretlendi. En can alıcısı, Suriye’de tek büyük aktör olarak kaldığını varsayan Rusya’nın imajını zedeledi.

ABD’nin, Esed rejiminin sivillere yönelik kimyasal silah kullanmasının akabinde Kuzey Suriye’de bulunan hava üssüne cruise (seyir) füzeleriyle saldırıda bulunması; Suriye İç Savaşı’ndaki stratejik hesapların yeniden gözden geçirilmesine neden oldu. Füze saldırısını, böylesi kompleks çatışmada bir seçenek olarak devreye sokmak fayda getirebileceği ölçüde, amaçlanan yahut öngörülen siyasi sonuçları üretmeyebilir. Zira istenilen siyasi neticeye ulaşılabilmesi eylemi icra eden tarafın bu hamleyle stratejik düzeyde neyi hedeflediği, bizatihi eylemin taktiksel ve stratejik seviyede krizin olağan seyri bağlamında ne türden anlık ve kısa vadeli sonuç ürettiği ve eylemin muhataplarının hadiseyi müteakip nasıl bir tutum benimsediği/benimseyeceği son derece belirleyicidir. Kuşkusuz Suriye İç Savaşı, özü itibarıyla son derece dinamik, eklektik ilişkili, çok aktörlü ve faktörlü bir karakteristiğe haiz olduğundan Amerikan hamlesinden beklenilen somut siyasi sonucun hemen alınması oldukça zordur.

STRATEJİK BELİRSİZLİK

Bunların haricinde Trump önderliğindeki vurucu gücün, krizin hangi evresinde devreye sokulduğu fazlasıyla kritik bir meseledir. Görünüşte Trump Yönetimi’nin bu hamlesi, selefi Obama Yönetimi’nin Suriye krizinde moral ve stratejik üstünlüğünü kaybettiği, açıkçası Beyaz Saray’daki yeni idarenin Esed’in gitmesi seçeneğini masadan kaldırdığı bir dönemde geldi. Bu bakımdan sürpriz bir hamle olarak nitelendirilebilir. Diğer taraftan müdahalenin zamanlaması kadar, hedefinin Esed rejiminin kimyasal silah kullanması gerekçesine dayandırıldığı dikkate alındığında Trump Yönetimi’nin, stratejik ve ahlaki düzey olmak üzere iki amaca eş zamanlı ulaşmak istediği söylenebilir. Öncelikle ABD, Obama Dönemi’nde Suriye rejiminin kimyasal silah kullanmasına tepkisiz kalınması sonucu kaybettiği “Amerikan ahlâki üstüncülüğünü” yeniden kazanmak için böylesi bir hamlede bulunarak rejimi cezalandırmayı tercih etti. Böylece, Suriye rejimini kimyasal silah kullanmaktan caydırmayı hedefleyerek uluslararası politikaya olan normatif bağlılığını yeniden tahkim etti. İkinci hedefi ise, daha stratejik düzeydeydi. Bu bağlamda, Rusya’ya doğrudan bir mesaj vererek; Moskova’nın rejimin arkasında durmak suretiyle gösterdiği “sınırsız destek” politikasını yeniden değerlendirmeye tabii tutması gerektiği mesajını verdi. Ancak sanılanın aksine ABD’nin fırlattığı 59 adet Tomahawk seyir füzesinin, Suriye’deki savaş sahnesinde askeri ve siyasi düzeyde oyun değiştirici bir hamle olarak sonuç ürettiğini düşünmek için henüz çok erkendir.

Bu saldırıyla birlikte Beyaz Saray, Suriye Savaşı’nı bitirmenin vaktinin artık geldiğini ve bundan sonra belirsizlik de sergilese, ABD’nin benzer tarzdaki müdahalelerinin devam edeceğini göstermek istedi. Esasen bu fiili durum, bir süredir Washington çevrelerinde sıklıkla zikredilen bir tezdi. Zira ABD’nin tek başına Suriye’de DEAŞ’a ‘aşırı odaklanmış’ siyasetinin, örgütü geriletse yahut ortadan kaldırsa bile Suriye krizinin genelinde bir çözüm ortaya çıkarmayacağı anlaşılmıştı.

En nihayetinde ABD için DEAŞ’a aşırı odaklanmış bir stratejinin iki temel maliyeti vardı. İlki, Türkiye’nin PYD konusundaki hassasiyeti ve tavrına karşı sergilenen göz ardı edilmişlik gibi, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle var olan geleneksel ilişkisinin zayıflaması hatta kopma noktasına gelmesidir. İkincisi, ABD’nin DEAŞ’a odaklandıkça rejimin muhaliflere yönelik gücünü sağlamlaştırırken, Rusya’nın Suriye sahasında elinin gittikçe daha fazla güçlenmesine yol açması, böylelikle krizin dipte yatan kök nedenlerin çözüme kavuşturulamadan devam etmesidir.

Bu gidişat ABD’nin birincil düşman ilan ettiği El-Kaide’nin, ilerleyen süre zarfında Suriye muhalefetini ‘yutarak’ eskisinden daha güçlü bir tehdit oluşturması anlamına gelecekti. Dolayısıyla bu hamleyle Washington, bir taraftan kaybettiği ‘moral üstünlüğünü’ yeniden kazanabileceği bir zemin oluştururken diğer taraftan ABD’yi stratejik düzeyde askeri müdahaleci yönüyle Suriye krizinde etkili ve etkin bir aktör olarak yeniden sahneye çıkardı. Ne var ki, bu durum stratejik belirsizliği ortadan kaldırmadı.

RUSYA İLE UZLAŞMA

Buna mukabil ABD’nin, Şam Yönetimi’nin kimyasal silah kullanımına karşılık verdiği askeri cevap, moral üstünlüğünü yeniden kazanmak adına şimdilik işe yaradı. Kaldı ki bu hamle Trump’ın gerek ulusal ve gerekse uluslararası kamuoyu nezdinde elinin daha fazla güçlenmesine vesile oldu. Birincisi, Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu’daki geleneksel müttefikleriyle kötüleşen ilişkileri tamir etme fırsatı yarattı. İkincisi, Rusya’nın tek taraflı müdahaleciliğinin önüne geçebileceğinin sinyalini verdi. Üçüncüsü, bahse konu fırsatlardan istifade “Amerikan küresel liderliğini” geri kazanma ihtimali ortaya çıkardı. Dördüncüsü, jeopolitik bir kazanç ihtimali olarak bu müdahale Ukrayna işgalinin ardından korkuya kapılan Polonya ve Baltık ülkelerinde görüldüğü üzere, Moskova’nın ‘öngörülemezliği’ karşısında tedirginlik yaşayan Avrupa’yı cesaretlendi. Beşincisi ve belki de en can alıcısı, Tomahawk müdahalesi, Suriye’de tek büyük aktör olarak kaldığını varsayan Rusya’nın imajını zedeledi.

Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında ise Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Beyaz Saray’dan üst üste gelen farklı açıklamalar ve birbiriyle tam olarak örtüşmediği gözlemlenen beyanlar, Trump Yönetimi’nin Suriye konusunda henüz belirsiz bir tutum içinde olduğunu kanıtladı. Bu belirsizliğin nedenin büyük ölçüde Trump idaresinin, Suriye politikasının Esed’in iktidarda kalıp kalmayacağı yönündeki köktenci bir çözümle değil bunun yerine Rusya’yla Suriye üzerinden kurulacak yeni angajmanlarla ilgili olduğu söylenebilir.

Daha net ve açık bir ifadeyle, Washington’ın Suriye politikasının değişiminin merkezinde Esed’in kalıp kalmaması hususu sadece bir detay olarak işlev görüyor. Dolayısıyla buradaki kritik nokta, mevzubahis askeri hamlenin temel olarak Rusya’ya karşı yapılmasıdır. Zira Obama Yönetimi ‘fiiliyata geçirilmeyen bir caydırma politikası’ takip etmiş; bu politika, ABD’nin Rusya karşısında elindeki kozlarını kaybetmesine,  böylece Moskova’nın Suriye’de stratejik üstünlüğü ele geçirmesine sebep olmuştu. Nitekim füze saldırısı, bu sorunu sonlandıracak bir araç olarak devreye sokuldu. Genel itibarıyla yorumlandığında; Trump idaresi, Esad yönetimine yönelik cezalandırıcı saldırının, Rusya’nın Suriye politikasına bir karşılık anlamına geldiğini biliyor veya bu şekilde okunması arzuluyor. Zaten Trump’ın “Esed’in arkasında durmanın insanlık adına çok kötü” ve “Esed’in bir hayvan” olduğunu söylemesi doğrudan Rusya’yı hedef alan bir açıklamaydı.

Keza Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster’ın “Bu, Rusya’nın ne yaptığını yeniden değerlendirmesi için büyük bir fırsat sunuyor” şeklinde sarf ettiği cümle; askeri müdahalenin, Kremlin’i merkeze alan ciddi bir hamle olduğunu gözler önüne seriyor. Benzer minvalde, ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley’in “Bu (ABD saldırısı), Rusya’ya bir şey söylüyor, ‘ne olduğunu biliyor musunuz? Biz, size rejim için daha fazla koruma vazifesi görmenize izin vermeyeceğiz” ifadesi, Kremlin’e ültimatom mahiyeti taşıyor.

Hâlbuki ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un ifadelerine bakılırsa Washington, Esed’ın gitmesi konusunda tam bir kararlılık göstermiyor ve önceliğini DEAŞ’a karşı savaşa odaklayarak, Suriye’de halen Rusya’yla birlikte çalışmaya devam ediyor.  İlginçtir ki, aynı Tillerson bu açıklamasının hemen ardından gerçekleştirdiği Moskova ziyareti esnasında “Washington’ın Rusya’yla bir güven bunalımı yaşadığını” kaydederek, “Esed’siz bir çözüme” işaret ediyor. Nitekim bu ve buna benzer birçok farklı açıklamanın aynı gün içinde Trump Yönetimi tarafından verildiğine şahit oluyoruz. İşte bu çelişkiler; bütünsellik içerisinde okunduğunda ortaya çıkardığı tüm erken sonuçlara rağmen, aslında Washington’ın füze saldırısıyla gerçekte neyi hedeflediğine ilişkin doğru ön kestirmelerde bulunmanın zorluğunu ve muğlaklığını vurguluyor.

ÖNCELİK SIRALAMASI

Mevcut aşamada, Trump Yönetimi’nin Suriye meselesine ilişkin kapsamlı bir strateji geliştirip benimsemek suretiyle, somut bir yol haritası takip ettiğini söylemek de mümkün değil…  Şayet Trump’ın Beyaz Saray ekibi, mevzubahis saldırının ‘kalıcı bir oyun değiştirici misyonu’nu başarıyla yerine getireceğine dair kendilerinden emin bir algıya sahiplerse; bu hususta Rusya’nın, Esed’in yanında veya arkasında olma pozisyonunu değiştireceğini düşünüyorlarsa, şimdilik yanılıyor olabilirler. Eğer ki Trump’ın kadrosu, Suriye meselesine dair kapsamlı, kararlı ve iyi işleyebilecek bir stratejiye sahip değilse; bu durumda Kremlin’in Beyaz Saray’ı memnuniyetle Rusya’nın gitmek istediği yöne doğru sürüklemesi muhtemeldir. Malum 2013 yılında vuku bulan kimyasal silah saldırısı karşısında Rusya’nın Esed rejimi için geliştirdiği ‘kimyasal silahlardan arındırma planı’ tam da böylesi bir netice üretmişti. Kısaca Obama Dönemi’nde Kremlin, Beyaz Saray’ı istediği yöne doğru çekmede gayet güzel muvaffak olmuştu.

Öte yandan Putin Rusya’sı, hâlihazırda Suriye’deki hava gücü üstünlüğünün Esed için kıymetinin tartışılmaz olduğunu, lakin bu üstünlüğün Esed’in beka problemini ortadan kaldırıp rejimini koruması için yeterli olmadığını da çok iyi biliyor. Üstelik ABD’nin, askeri müdahale ekseninde caydırıcı seçeneklerini kullanmaya yönelik ısrarcı tutumunu sürdürmesi halinde, bu üstünlüğün işe yaramayacağının da bilincinde…

Ancak Trump Yönetimi’nin yanlış hesaplamaları, Rusya’nın kısa veya orta vadede istediği noktaya gelmesine yol açabilir. Böylesi bir durumun, Suriye’deki kaosu ve belirsizliği daha fazla perçinleyeceği aşikârdır. Bu belirsizliğin ortadan kalkması için öncelikle Trump, ABD’nin Suriye politikasını Tomahawk müdahalesiyle ne kadar değiştirdiğinin, dahası öncelik sıralamasında Esed’in kalıp kalmamasını ne kadar yukarıya çektiğini netleştirmesi gerekiyor. Velev ki Trump idaresi, ‘Esed’siz bir çözümü’ dayatma konusunda ısrarcı olacaksa, o halde Suriye krizinde yeni bir döneme girdiğimizi şimdiden söylemek mümkündür.

Muhtemeldir ki, bu yeni dönemin en önemli değişimlerinden birisi; Trump idaresinin, Suriye İç Savaşı’nı sonlandırmanın bir çıkış yolu olarak hazırlayıp sunacağı, ancak belirsizliklerle dolu bir ‘güvenli bölgeler’ planının icrası olacaktır. Trump’ın bu minvaldeki bir planı; hangi amaçla, ne zaman ve hangi lokasyonlarda konumlandırmak üzere yürürlüğe sokacağı ise belirsizliği daha fazla tehditkâr kılıyor.

ESED’SİZ SURİYE

Elbette, DEAŞ’a karşı yürütülen mücadelenin bahse konu planlardan ayrı bir şekilde tasarlanmasını tahayyül etmek, asgari ölçekte Washington’un süregiden mücadelede büyük bir strateji değişikliğine gideceğini beklemek hayli zor. Diğer taraftan muhaliflerin ve sivillerin korunmasına dönük bir ‘güvenli bölge’ planı devreye girerse rejimin hayatta kalma şansının her zamankinden daha az olacağı da tartışmasız bir hakikat. Rusya’nın bu duruma ilişkin farkındalığından bahsetmeye gerek bile yok...

Tam bu aşamada, “muhatapların, füze saldırısına nasıl cevap vereceği” sorunsalına yeniden dikkat çekmekte fayda vardır. Her ne kadar ilgili aktörlerin hâlihazırdaki yanıtları mevzuya netlik kazandıracak seviyede olmasa da Rusya’nın (ABD’nin tavrının açıklığa kavuşmasına ve sürdürülebilirliğine bağlı olmakla birlikte) en azından bir müddet tırmandırma siyaseti izleyeceği ve istediğini elde etmek adına rejimin arkasında duracağı açık gözüküyor. Bunun en somut göstergelerinden birisi Rusya’nın geçtiğimiz perşembe günü, Esad rejiminin İdlib’de düzenlediği kimyasal silah saldırısını kınayan ve sorumluların bulunması için soruşturma açılmasını isteyen BM Güvenlik Konseyi’nin karar tasarısını veto etmesidir.

Özetle Rusya, Suriye’de iki yıldır sürdürdüğü avantajlı konumunu kaybetme noktasında kendisini köşeye sıkıştırılmış hisseder ve mevcut stratejik kazanımlarını topyekûn kaybetme riski taşırsa, Suriye krizinin hesapların dışında çok farklı bir yöne evrilmesi mevzubahis olabilir. Bu nedenle, sadece ABD ve Rusya için değil, Suriye krizine doğrudan yahut dolaylı müdahil olmuş herkes için yeniden ‘büyük resme’ bakma zamanı gelmiştir. Kuşkusuz Türkiye de, bu konuda bir istisna teşkil etmiyor. Yalnızca PKK-PYD’ye odaklanmış bir strateji, Türkiye’nin ‘büyük resmi zamanında ve doğru okuyamamasından kaynaklı olarak fırsatları kaçırmasına yol açacaktır. Bu ihmalkârlığın doğurabileceği olası ihtimaller karşısında Ankara’nın, 16 Nisan’dan sonra yeni bir bakış açısı geliştirmesi zaruridir.

[Star Açıkgörüş 15 Nisan 2017].