Filistin toprakları İsrail kurulmazdan çok önce, 19. yüzyılın sonlarından itibaren adım adım işgal edildi.
İsrail, yüz yılı aşkın bir süredir benzer yöntemlerle genişlemeye ve Müslümanlara hayatı dar etmeye devam ediyor. Terörize yöntemler ve örgütlerle başlayan işgal İsrail'in kurulmasıyla yeni bir aşamaya geçti. İhtiyaç duyduğu anda İngiltere, Fransa ve ABD başta olmak üzere birçok devletten olağanüstü destek aldı. Bugün İsrail'e destek veren ülkelere henüz on yıl öncesine kadar düşman göründüğü birtakım Arap ülkeleri de (Suudi Arabistan, BAE, Mısır) eklendi.
Trump'ın bir ayin havasında duyurduğu "Yüzyılın Anlaşması" da bu anlamda yeni bir aşama. Aslında ortada bir anlaşma yok çünkü anlaşmanın tarafları yok. İsrail bugüne kadar hiçbir anlaşmaya sadık kalmamış olsa da ABD, diplomasinin formel gerekliliklerine dikkat ediyordu. Camp David ve Oslo'da tarafları bir araya getirmiş ve el sıkıştırmıştı. Ancak bugün bu asgari formalitelere dahi dikkat etme ihtiyacı duymadan bir dayatma söz konusu.
Zamanlama tesadüf değil
"Yüzyılın Anlaşması" Trump iktidara geldiğinden beri lafını ettiği ve hazırlığı üç yıldır devam eden bir durum. Geçen yıl Kushner'in öncülük ettiği Bahreyn Konferansı da Arap dünyasının razı edilmesi ve projenin finansman boyutunun tartışıldığı bir platformdu.
Planın açıklanması için tercih edilen zamanlama ise Trump ve Netanyahu'nun kariyerlerini doğrudan ilgilendiriyor. Trump'ın ABD siyasetinde en fazla sıkıştığı zamanlarda İsrail lehine kararları imzalaması artık bir rutin haline geldi. Aralık 2017'de Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn'in davası görülürken büyükelçiliğin Kudüs'e taşınması kararını aldı. Kendisi hakkında açılan davada avukatının itirafçı olduğu 2018 Aralık'ta ise Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanıdı. Azil davasının Senatoya geldiği ve aynı zamanda önümüzdeki seçim kampanyasının yoğunlaştığı bir dönemde de bu planı duyurdu. Planın ilan edilmesi ve uygulanması elbette Amerikan iç siyaseti ile açıklanamaz ancak zamanlamasının Trump'ın kariyeri ile doğrudan ilgili olduğu açık. Benzer bir durum Netanyahu için de geçerli. Hakkındaki rüşvet davasının aleyhinde sonuçlanması, iktidarda iken iki kez tekrarlanan seçimlerden hükümeti kuracak bir çoğunlukla çıkamaması nedeniyle Trump'ın teatral toplantısı Netanyahu'nun önümüzdeki seçim kampanyasının başlangıcı oldu.
Planın içeriği
Bu tabloya bakıldığında planın temel amacı İsrail'in on yıllardır uyguladığı işgal politikalarının meşrulaştırılması ve yayılmacılığının önünün açılmasıdır. Şöyle ki
Planın Kudüs'ün statüsü, Batı Şeria'daki İsrail yerleşimleri, Filistinli mültecilerin geri dönüşü, iki devletin varlığı gibi temel konularda ortaya koyduğu önermeler Filistin'in ortadan kalkmasını öngörüyor.
İsrail'in 1990'ların başından beri bir işgal stratejisi olarak uyguladığı yerleşim bölgeleri bu planla ilhak ediliyor. Batı Şeria'nın yaklaşık yüzde 20'sini oluşturan yerleşim bölgelerinde yaklaşık 700 bin İsrailli bulunuyor.
Birleşik bir Kudüs ise İsrail'in kalıcı başkenti olarak tanınıyor. Doğu Kudüs'ün Filistin başkenti olarak tanımlanması bu durumda fazlasıyla anlamsız. Doğu Kudüs ifadesi önümüzdeki dönemlerde Kudüs'ün doğusunda ve duvarın dışında bir bölge olarak tanımlanırsa şaşırmayalım!
Plana göre mültecilerin geri dönüşünün önü tamamen kapanıyor. 1948'den beri Filistin'den göç eden yaklaşık bir milyon kişi bulunmakta ve bu nüfus bugün üç milyonu aşmış durumda. Böylece tarihi Filistin topraklarında Yahudi çoğunluk garanti altına alınırken işgal edilmiş bölgelerde mültecilere ait toprak ve mülk işgalciler adına tescillenmiş oluyor.
İşgal bir yana Filistin otoritesi altındaki toprakların yerleşimler dolayısıyla paramparça edilmesi Filistin devletini imkansız hale getiriyor.
Planı kabul etmelerinin karşılığında Filistinlilere vadedilen tek şey ise konjonktürel ekonomik rahatlama. Başka bir deyişle Filistinlilere geçici bir ekonomik refah karşılığında ABD, İsrail, BAE, Mısır ve Suud tarafından sadece bir devlete sahip olma amacından değil, iradelerinden ve politik varoluş sebeplerinden de vazgeçmeleri için bir dayatma yapılmış oldu. Ve bunu bir lütuf ve son bir fırsat olarak sunmaktalar. Direnmeleri durumunda ise başlarına gelecek olana razı olmalarından başka bir seçenek bırakılmıyor.
Daha geniş ölçekte bakıldığında ise bu plan aynı zamanda İsrail'in merkezde olduğu, Suud, BAE ve Mısır'ın da bir figüran kılındığı bölgesel dizaynın en önemli boyutu.
Bu durumda Kudüs'ten vazgeçmeye ve İsrail'in maksimum çıkarlarına göre bir bölgesel dizayna rıza göstermeyen toplumsal, siyasal aktörler ve devletlerin üçüncü bir yol bulmaları gerekecek. Türkiye tam da bu noktada kritik bir rol oynayacaktır.
[Sabah, 1 Şubat 2020].