Bu yıl içerisinde Avrupa’da çok önemli seçimler var.
Fransa, Almanya ve Hollanda’da yapılacak seçimlerde aşırı sağcı ve yabancı düşmanı partilerin alacakları oy oranları en büyük merak konusu. Trump’ın Amerika’daki zaferinin ardından, özellikle Fransa ve Hollanda’da da bu partilerin seçimleri kazanma ihtimali bu ülkelerdeki yerleşik merkez partilerde ciddi endişelere yol açmış durumda.
Sadece bu ülkelerde de değil, bütün Avrupa’da bir tedirginlik hâkim. Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’in yeni Fransız Cumhurbaşkanı olması ihtimali Avrupa Birliği için felaket senaryosunun başlangıcı anlamına gelecek. AB’nin kurucusu Fransa’nın üyelikten ayrılması ihtimalinin Brexit’e benzemeyeceğini herkes biliyor. Yabancı düşmanı, İslam ve AB karşıtı Geert Wilders’in lideri olduğu Özgürlük Partisi’nin de Hollanda parlamento seçimlerinde birinci parti olması kesin gibi görünüyor.
Hollanda da Fransa gibi AB’nin kurucu altı üyesinden biri. Bu iki ülkede 2005 yılında yapılan referandumlarda AB Anayasasının reddedilmesi Birliğin federalizme doğru büyük bir adım atmasını engellemişti. Şimdi yine bu kurucu ülkelerdeki AB karşıtlarının yapılacak seçimleri kazanıp ülkelerini Avrupa Birliği üyeliğinden çıkarmaları ihtimali konuşuluyor.
Kamuoyu yoklamalarında henüz merkez sağ (CDU) ve merkez sol (SPD) partilerin iktidar çoğunluğunu kaybetmedikleri görülen Almanya’ya gelince, Hollanda ve Fransa’da yapılacak seçimlerde aşırı sağ partilerin iktidara gelmesi durumunda Almanya’daki yabancı düşmanı partilerin bu ülke yerleşik siyasal sistemi için oluşturduğu tehdit de artacaktır. Bu durumda Almanya’daki CDU-SPD koalisyon hükûmeti bir yandan kendi iktidarını koruma derdine düşerken diğer yandan ise Avrupa Birliği’nin dağılmasını önleme kaygısı içerisinde olacaktır. AB’nin bugüne kadarki en büyük kazananının Almanya olduğu hatırlanırsa Berlin’in Avrupa Birliği’nin korunması için elinden geleni yapacağı tahmin edilebilir. Özellikle de Trump Amerikası’ndan gelen sinyallerin Alman şirketleri için bu kadar kötü olduğu bir dönemde Berlin’in “Avrupa’nın birliğine” ihtiyacı çok daha fazla artmış durumda.
AB’nin kurucu altı üyesinden bir diğeri olan İtalya’da da erken seçim ihtimali konuşuluyor. Matteo Renzi liderliğindeki Demokrat Parti’nin geçen ay yapılan anayasa referandumundaki yenilgisi sonrasında gündeme gelen erken seçimlerde Beppe Grillo liderliğindeki AB karşıtı Beş Yıldız Hareketi’nin başarısından korkuluyor. 2013’te yapılan parlamento seçimlerinde yüzde 25 oy alan ve 2016’daki yerel seçimlerde Roma ve Torino gibi büyük şehirlerde belediye başkanlığını kazanan bu parti de Avrupa’daki yerleşik merkez siyasetçilerin başını ağrıtıyor.
Avrupalıların korkuları bunlarla sınırlı değil.
Ciddi şekilde Avrupa’daki seçimlere Putin’in müdahale edeceğinden endişe ediyorlar.
Batı medyasında, Rusya’nın Avrupa ve ABD siyasetini maniple ettiğine dair çok sayıda haber yayınlanıyor. Bunlara göre:
Putin, Amerikan seçimlerini maniple ederek Trump’ın kazanmasına yardım etti.
Putin, Avrupa’daki aşırı sağcı partilere finansal destek vererek Avrupa siyasetine müdahale ediyor.
Putin, 2017’de yapılacak Hollanda, Fransa ve Almanya seçimlerini maniple edecek.
Çok ciddi şekilde bu iddialar üzerine yazılıp çizildiğine şahit oluyoruz. Hatta Amerikan istihbarat kurumları CIA, FBI ve NSA 6 Ocak’ta yayınladıkları bir raporda, Amerikan seçimlerinin Rusya tarafından maniple edilmesine yönelik kampanyanın bizzat Putin tarafından yönetildiğini açıkladılar. Bundan yaklaşık bir hafta sonra ise Alman istihbarat servisleri BND ve Bundesamt für Verfassungsschutz, Rusya’yı “bilinçli manipülasyonlarıyla Avrupa’daki toplumsal iklimi bozmaya, çatışmaları tırmandırmaya ve Avrupa ile ABD arasındaki ilişkileri bozmaya çalışmakla” suçladılar.
ABD ve Avrupa gibi iki önemli güç merkezi bu tür manipülasyonlardan şikâyet ediyorlarsa diğer ülkeler ne yapsın?
Yıllarca küresel aktörlerin müdahale ve manipülasyonlarına maruz kalan, ancak bunları dile getirdiğinde ciddiye alınmayan ülkeler artık bundan sonra seslerini daha fazla duyurabilirler mi?
ABD ve Avrupa ülkeleri bile iç siyasetlerine dışarıdan yapılan manipülasyonlardan şikâyet ediyorlarsa, varın siz Türkiye gibi ülkelerin maruz kaldığı müdahaleleri düşünün.
Bu durumda bize de, bu tür müdahalelere dikkat çekenlere biraz daha özenli kulak kabartmak ve komplo teorileriyle gerçek manipülasyonlar arasındaki farkı anlamaya çalışmak düşüyor.
[Türkiye, 25 Ocak 2017].