SETA > Yorum |
2025 Federal Meclis Seçimlerinin Ardından Alman Siyasetini Ne Bekliyor

2025 Federal Meclis Seçimlerinin Ardından Alman Siyasetini Ne Bekliyor?

Almanya'da 23 Şubat 2025'te gerçekleşen Federal Meclis seçimlerini ana muhalefet konumundaki Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) birinci sırada bitirmiştir.

Almanya'da 23 Şubat 2025'te gerçekleşen Federal Meclis seçimlerini ana muhalefet konumundaki Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) birinci sırada bitirmiştir. Şansölye Angela Merkel (CDU) dönemi sonrası (2005-2021) CDU'nun yeni genel başkanı seçilen ve son olarak Şansölye adayı olarak belirlenen Friedrich Merz ile daha muhafazakâr bir çizgi benimsenmişti. Ancak CDU/CSU 23 Şubat'ta beklentilerinin altında bir oy oranına ulaşabilmiştir. Tarihinin en kötü ikinci sonucunu alan CDU/CSU, 2021'deki Federal Meclis seçimlerine kıyasla yalnızca 4,3 puan artışla yüzde 28,6'lık bir oy oranına ulaşarak en az yüzde 30 hedefini de yakalayamamıştır. Seçimde en önemli artışı ise aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yaptığı vurgulanmalıdır. AfD, 2021'e kıyasla oylarını ikiye katlayarak, eyalet meclis seçimlerindeki yükseliş trendini son seçimlerde de sürdürmüş ve yüzde 20,8'lik bugüne kadar federal düzlemdeki en yüksek oy oranına ulaşmıştır. Bu sebeple seçimin en büyük kazananının popülist AfD'nin olduğu söylenebilir.

Üç yıl görevde kalan, sürekli gerginlik ve tartışmalarla gündeme gelmesi sonrası Kasım 2024 itibarıyla sonlandırılmış olan üçlü koalisyondaki partiler ise oldukça olumsuz seçim sonuçları elde etmiştir. Başta Şansölye Olaf Scholz'un da mensubu olduğu Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) 2021'e kıyasla 9,3 puan kaybederek tarihinin en kötü sonucuna ulaşmış ve yüzde 16,4'e gerilemiştir. Ekonomik sorunlarla bilhassa ilişkilendirilen koalisyon ortaklarından Yeşiller de önemli, fakat koalisyon partilerine kıyasla daha az hasarlı bir gerileme yaşayarak yüzde 11,6'lık bir oy oranına ulaşmıştır. Üçlü koalisyonun sonlandırılmasında en önemli faktörlerden biri olarak değerlendirilen Hür Demokratik Parti (FDP) ise yüzde 4,3'lük bir oy oranıyla yüzde beş seçim barajını aşamamış ve tıpkı yeni kurulan, sol popülist olarak değerlendirilen, Birlik Sahra Wagenknecht (BSW) partisi gibi (yüzde 4,97) meclis dışında kalmıştır. Son haftalardaki gelişmelerden de kaynaklı olarak Sol Parti ise henüz geçtiğimiz ay barajı geçemeyeceği tahminlerinin aksine ciddi bir yükseliş ile yüzde 8,8'e ulaşabilmiştir.

1987'den bu yana yüzde 82,5 ile en yüksek seçime katılım oranına ulaşılırken, CDU lideri Merz'in hem kampanya sürecindeki ayrıştırıcı söylemleri hem de genel olarak seçmen nezdinde beklenen popülariteye ulaşamaması, CDU/CSU'nun yalnızca sınırlı bir oy artışı yakalamasıyla sonuçlanmıştır. Üçlü koalisyonda yer alan partilerin toplamda 19,45 puan kaybetmelerine rağmen CDU/CSU'nun yalnızca 4,3 puanlık bir artış yakalayabildiği ve tüm söylemlere rağmen bu sonucun olağanüstü bir başarı olarak değerlendirilemediği hatırlatılmalıdır. Seçim sürecinde AfD ile yan yana gelme ve hatta iş birliği yapma ithamıyla karşılaşma pahasına CDU/CSU tarafından bazı hatalı adımların atıldığı ileri sürülmüştür. Federal Meclis'e göçün sınırlandırılmasına ilişkin CDU/CSU'nun –bağlayıcılığı olmasa da sembolik bir önemi olan– tartışmalı bir önergesini AfD'nin de desteklemesi, özellikle SPD, Yeşiller, Sol Parti çevreleri ve kamuoyunda oldukça tepkiyle karşılanmıştı. CDU/CSU'nun göç odaklı bir yasa tasarısını da ayrıca destekleyen AfD, böylelikle kendi açısından CDU/CSU ile ileriye dönük ortak hareket etme ve AfD'yi normalleştirme stratejisini de hayata geçirmek istemiştir. Ancak bazı CDU'lu milletvekillerinin kendi partilerinin yasa tasarısına son anda destek vermemeleri sebebiyle Merz'in sunduğu ilgili yasa tasarısı gerekli çoğunluğu sağlayamamıştır.

Seçim Sürecine AfD'nin Etkisi

Kampanya sürecinde bu tarz bir yaklaşım sonucunda Merz'e yönelik esasen CDU/CSU'da da geçerli olan AfD ile hiçbir şekilde iş birliği yapmama ilkesinin rafa kaldırıldığı ithamları yöneltilmiştir. Ayrıca genel olarak seçim sürecinde göçün sınırlandırılması odağındaki konuların hem popülist hem de zaman zaman ayrıştırıcı bir seviyede ele alındığı söylenmelidir. Seçim sürecinde Almanya'nın bazı şehirlerinde gerçekleştirilen saldırılar sonrasında partiler göç ve güvenlik konuları dışında seçim programlarındaki diğer konulara ağırlık vermemişlerdir. Örneğin Almanya'nın ekonomik sorunları, emeklilik ve sosyal sistemdeki reform ihtiyaçları, altyapı ve bürokrasideki sıkıntılar ve genel olarak Almanya'nın kronikleşmekte olan çeşitli sorunlarını kapsamlı olarak ele alamadıkları gözlenmiştir. Aksine, aşırı sağcıların seçim sürecindeki tartışmaları fiîlen domine ettikleri izlenimi oluşurken, merkezde yer aldığı ileri sürülen siyasî partilerin Şansölye adayları da AfD'nin söylem alanına sıkışmış bir görüntü sunmuştur. Önem arz eden sorunlar ve çeşitli reform ihtiyaçlarını yüzeysel bir şekilde ele alan merkezdeki partilerin dış politikada da güncel sorun ve meydan okumalara yönelik somut önerilerine yüzeysel olarak rastlanmıştır. Özellikle yeniden ABD Başkanı seçilen Donald Trump ile ikili ilişkilerde nasıl bir yolun ve ne pahasına tercih edileceği üzerinde yeterli ölçüde durulamadığı gibi -Ukrayna'daki son güncel gelişmeler esnasında da görüldüğü üzere- buradaki sürece dair Almanya veya AB olarak nasıl bir pozisyonun alınıp alınmayacağı da yeterli bir şekilde tartışılamamıştır.

Koalisyon Olasılıkları ve Bundan Sonraki Süreç

Yeni federal hükûmeti kurmaya talip olanlar tarafından somut olarak üzerinde durulamayan bu hususlar bir yana, dünkü Cuma günü iki parti arasında koalisyon ön görüşmeleri başlamıştır. Böylelikle önümüzdeki haftalarda gerçekleşmesi muhtemel olan koalisyon görüşmeleri akabinde bu defa iki partiden oluşan yeni bir koalisyonun kurulması muhtemeldir. Yeni koalisyon hükûmetini kurması beklenen CDU/CSU'nun, FDP ve BSW'nin Federal Meclis'e girmeyi başaramaması sonrası önümüzdeki süreçte yalnızca bir olasılık üzerinde durmayı tercih etmesi beklenmektedir. Her ne kadar seçimi ikinci sırada bitiren AfD, CDU/CSU ile bir koalisyonu kampanya sürecinde de sıklıkla arzuladığını belirtmişse de CDU lideri Merz başta olmak üzere bu yaklaşım –şimdilik– reddedilmektedir. Diğer hiçbir partinin de AfD ile koalisyon kurmak istemeyişi, CDU/CSU'yu, SPD ile ikili bir koalisyon kurmaya itmektedir.

Üçlü bir koalisyonun kurulması ise hem kamuoyunda hem de merkezde yer aldığı ileri sürülen partiler tarafından da tercih edilmemektedir. Böylelikle geçmişte "Büyük Koalisyon" olarak tanımlanan ancak bugün 630 milletvekillinin toplamda yalnızca 328'ine tekabül eden bir CDU/CSU-SPD koalisyon çoğunluğunun öne çıktığı söylenebilir. Diğer yandan kamuoyunda, geçmişte hayata geçirilen bu yöndeki koalisyonların AfD gibi uç noktalardaki partileri güçlendirdiği eleştirilerinin yöneltilmesiyle birlikte, somut reformların ve ekonomik dönüşümün hayata geçirilemediğine de işaret edilmektedir. Ayrıca, SPD yönetiminin bu aşamada CDU liderinin kampanya sürecindeki sert söylem ve yaklaşımlarının tekrar etmemesi için peşinen bazı değişim sinyalleri beklediği de gözlenmektedir. Bilhassa Merz'in AfD'yi normalleştirici adımlara başvurmasının ileride de tekrar etmesi endişeleri söz konusudur. Diğer yandan SPD'de seçimi kaybeden Şansölye Scholz'un yeni dönemde aktif bir görevde bulunmayacağı ve olası bir kabinede de yer almayacağı kendisi tarafından belirtilirken, partinin eş genel başkanlarının görevlerine devam etmeleri ise kısmî eleştirilere neden olmaktadır.

Sonuç itibarıyla 2025'te Federal Meclis erken seçimleri Almanya'da yeni bir sürecin kapısını aralamıştır. Her ne kadar yeni bir federal hükûmetin kurulması için Nisan ayı sonları hedeflense de muhtemel koalisyon ortaklarının çeşitli konularda bir uzlaşı zemininde buluşmaları da zorlu olacaktır. 2021'de üçlü koalisyonun kurulması sürecindeki hataların bu defa yapılmaması yönünde uyarılar dikkat çekerken, genel olarak ise seçim sürecinde aşırı sağcı ve ayrıştırıcı söylemlerin normalleştirilmesine devam edildiği bir kez daha hatırlatılmalıdır. Rasyonel politika önerilerinin Alman toplumuna sunulamayışı ve aksine aşırı sağcıların söylemlerine meyledilmesi sonucunda ise daha da güçlenen bir AfD ile karşılaşılmaya devam edilmektedir. Kendisiyle koalisyon kurulmayan AfD, ana muhalefet konumunu şimdiden benimseyerek 2029 seçimlerinde CDU/CSU'yu geçerek birinci parti olma hedefini dillendirmeye başlamıştır. Popülist ve ayrıştırıcı siyasetin geride bırakılan seçim sürecinde de normalleştirilemeye devam edilmesi, Almanya'da bu eğilimin sürdürülebileceği ve hatta kalıcı hale gelmesi endişelerini de pekiştirmektedir.

[Sabah, 1 Mart 2025]