Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi olan Filistin asıllı Cezayir vatandaşı Mahmoud Khalil’in teröre destek verdiği suçlamasıyla tutuklanması, Amerika’da ifade hürriyetinin sınırları konusundaki tartışmayı tekrar alevlendirdi. Trump yönetiminin Filistin aktivizmine karşı adım atmakta kararlı olduğunu gösteren bu dava, yabancı öğrencilerin ifade hürriyetinin anayasal koruma altında olmadığı ve yönetimin ulusal güvenlik tehdidi gördüğü yabancıları sınır dışı edebileceği argümanlarına dayanıyor. Amerikan anayasasının ilk ek maddesiyle mutlak koruma altına alınan ifade hürriyetinin vatandaş ve vatandaş olmayan ayırımı yapmaması bu teorinin yasal zemininin zayıflığına işaret ediyor. Bununla birlikte teröre destek suçlamasının nispeten daha güçlü bir legal dayanağı olsa da Khalil’in davasında bunu ispatlayacak bir delil henüz ortaya konmuş değil. Dışişleri Bakanı Rubio, kampüs protestoları sırasında bina işgali eylemlerine karışmak ve Hamas’ı desteklemekle suçlasa da Khalil’in bu eylemlerden dolayı herhangi bir ceza almamış veya hüküm giymemiş olması, Trump yönetiminin Filistin yanlısı siyasi eylemlere katılanlara gözdağı verme çabası içinde olduğu tezini güçlendiriyor.
Kampüs Eylemleri
İsrail’in Gazze’deki savaşı süresince tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da birçok protesto eylemi gerçekleştirildi. Geçen sene birçok elit üniversitede çadır kurma ve bina işgali de dahil olmak üzere farklı eylemlerle hem Biden yönetimi hem de İsrail’in saldırıları protesto edildi. Eylemci öğrenci grupları, üniversitelerin boykot, tecrit ve yaptırım (BDS) hareketi doğrultusunda İsrail’le iş yapan firmalarla ilişkilerini kesmelerini talep ettiler. Bu eylemler sırasında bazı İsrail taraftarı gruplar, kamuoyu nezdinde Yahudi öğrencilerin derslere girmelerinin engellenerek taciz edildiği algısının yayılmasını sağladı. Bazı taciz vakaları olsa da Filistin yanlısı gösterilerin büyük çoğunluğu Gazze’deki savaşa odaklanan ve şiddet içermeyen hareketler olarak gerçekleşti.
Buna rağmen özellikle İsrail yanlısı lobi gruplarının konuyu Amerikan Kongresi’nin gündemine getirmeleri sonrasında Harvard, Yale ve Columbia gibi elit üniversitelerin rektörleri ifade vermek zorunda kaldı. Kampüslerinde antisemitizmin kol gezmesine izin verdikleri ve terör gruplarına destek gösterilerini durdurmadıkları şeklinde suçlamalara muhatap olan rektörler siyasi baskı altında ezilerek istifaya zorlandı. Üniversiteye bağış yapan İsrail yanlısı milyarderlerin de baskısıyla kampüse polis çağırarak eylemleri dağıtmak ve protestocu öğrencilerin ilişiklerini kesmek gibi adımlar atan Columbia Üniversitesi örneğinde, yönetim ifade ve gösteri hürriyetini savunmaktan geri durdu.
Trump Yönetiminden Üniversitelere Gözdağı
Kampanya döneminde bu tür gösterilere katılan yabancı öğrencileri sınır dışı edeceğini söyleyen Trump, Columbia Üniversitesi’ndeki gösterilerde öğrencileri temsilen üniversite yönetimiyle müzakere eden Mahmoud Khalil’i hedef alarak bu yöndeki ilk adımını attı. Khalil’in sürekli oturma izni (green card) olmasına rağmen teröre destek verdiği gerekçesiyle tutuklanması, bütün yabancı öğrencilere sert bir mesaj olarak okunuyor. Khalil’in New York’ta tutuklanmasına rağmen Louisiana eyaletine götürülmesi, davasının Trump tarafından atanmış muhafazakâr hakimlerce görülmesi ihtimalini artırıyor. Khalil’in davası gelirinin önemli bir kısmını yabancı öğrencilerden sağlayan üniversitelerin gelir kaynaklarını da tehdit edebilir zira Trump’ın ilk döneminde de yabancı öğrenci gelişinin azalması birçok üniversiteyi mali olarak zor durumda bırakmıştı.
Bu olayın hemen öncesinde Trump yönetiminin Columbia Üniversitesi’ne verilen 400 milyon dolarlık federal hibe ve proje bazlı kaynakları geri çektiğini açıklaması da yönetimin istediklerini yapmayan üniversitelerin cezalandırılacağı mesajını içeriyor. Nitekim bu adım üzerine Columbia Üniversitesi hem protestolara katıldığı için birçok öğrencinin ilişiğini kestiğini ve diplomalarını iptal ettiğini hem de Trump yönetiminin gönderdiği ültimatomun gereklerini yerine getirerek 400 milyon dolarlık kaynağı geri almaya çalışacaklarını açıkladı. Amerika’nın elit üniversitelerinin bağışlar sayesinde çok güçlü maddi kaynakları olmasına rağmen yönetimin sert tavrına karşı ifade hürriyeti kavgası vermeye niyetli olmadıkları anlaşılıyor.
Cumhuriyetçilerin öteden beri Amerika’nın elit üniversitelerinin daha liberal ve sol görüşlü kadrolarından rahatsız olduğunu unutmamak gerekiyor. Teröre destek, Hamas propagandası ve antisemitizm gibi suçlamalarla Filistin yanlısı protestolar cezalandırılmaya çalışılırken asıl hedefin liberal kurumların terbiyesi olduğu söylenebilir. Biden’ın bütün özgürlükler ve ifade hürriyeti söylemlerine rağmen kampüs gösterilerini antisemitizmle özdeşleştirmeye çalışması üniversitelere gözdağı çabasının Trump’la başlamadığını hatırlatıyor. Trump, Biden’ın mesele İsrail olunca ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlarından dem vuran çifte standardını çok daha açık ve net bir hale getiriyor.
Trump yönetimi, Khalil davası üzerinden anayasal güvencelerin yabancılar için geçerli olmadığı, İsrail söz konusu olunca eleştiriye tahammül edilmeyeceği, üniversitelerin ise protesto hakkını savunmalarının büyük maliyeti olacağı gibi mesajlar veriyor. Bu yaklaşım, Amerika’nın öteden beri övündüğü fikir ve ifade hürriyeti gibi değerlerin altını oymakla kalmayıp yönetimin ulusal güvenlik ve dış politikasına aykırı gördüğü görüşlerin cezalandırılabileceğini gösteriyor. Bu durumda, Amerikan üniversitelerinde ifade hürriyetinin sınırlarının anayasa tarafından değil de yönetimin siyasi tercihleri ve dış politika öncelikleri etrafında belirleneceği bir tablo ortaya çıkıyor. Federal fon desteğini ve göçmenlik yasalarını kullanarak Filistin yanlısı eylemlere son verilme çabası, Amerikan ‘değerlerinin’ İsrail için adeta feda edilebileceğini gösteriyor.
[Yeni Şafak, 19 Mart 2025]