ABD Başkanı Donald Trump, son günlerde Gazze özelinde yaptığı açıklamalarla seçim propaganda sürecinde kullandığı söylemin aksi bir pratiği hayata geçirmeye çalışmaktadır. Başkanlık koltuğuna oturmazdan evvel mütemadiyen savaşları durduracağını belirten ve Gazze’de ateşkesin sağlanması yönünde garantiler veren Trump, beklenenden daha radikal bir tutum değişikliyle bölgedeki tüm aktörleri tedirgin eden bir stratejiyi benimsemiş gözükmektedir. Gazze üzerinde egemenlik iddiasında bulunarak Filistin Devleti’nin varlığını doğrudan yok sayan Trump, aynı zamanda Filistin halkının bugünü ve geleceği üzerindeki tasarruf yetkisini kendisinde görerek hukuki, ahlaki ve insani tüm normları ayaklar altına almaktadır. Gerçekleştirilmesi halinde küresel ve bölgesel siyasetin dinamiklerini kökten sarsacak bu tehlikeli girişim, şüphesiz uluslararası sistemin kırılganlığını artıracak ve özellikle de Orta Doğu’da kaosu derinleştirecek bir niteliktedir.
Filistinlilerin tehciri ve Gazze’yi devralarak yeniden inÅŸa etme yönündeki bu hukuk dışı yaklaşım, bölgedeki siyasi ve toplumsal dinamikleri derinden sarsma potansiyeline sahiptir. Trump’ın planını uygulamaya koymak için atacağı her türlü adım, Arap dünyasındaki rejimlerin ciddi bir meÅŸruiyet kriziyle karşı karşıya kalmasına yol açacaktır. Arap toplumlarının, iÅŸgal devletinin yayılmacı stratejisine hizmet edecek bir plana karşı sessiz kalmayacağı, kısa vadede olmasa bile, orta vadede yöneticileri üzerinde yapısal deÄŸiÅŸimlere zemin hazırlayacak bir baskı oluÅŸturacağına dair iÅŸaretler sezilmektedir. ABD eliyle Gazze’de bir imar ve iskan projesine baÅŸlanması, bu bölgenin Tel Aviv’in egemenlik alanına girmesi anlamına geleceÄŸinden bu durumun Trump’ın önceki baÅŸkanlık dönemindeki Kudüs ve Filistin eksenli yürüttüğü siyasetten çok farklı etkiler doÄŸuracağı aÅŸikardır. Siyonist yönetimin Gazze’yi ilhak için gerçekleÅŸtirdiÄŸi soykırıma raÄŸmen hiçbir stratejik hedefine ulaÅŸamadığı dikkate alındığında Trump’ın mevzubahis hamlesi Netanyahu’ya büyük bir hediye ÅŸeklinde deÄŸerlendirilmelidir. Â
Tehditkar bir dille dayatılan bu girişimin gerçekleşmesi, 7 Ekim sonrası sistemik kırılmaların hızlandığı bir dönemde yeni bir Orta Doğu düzeninin oluşmasını da beraberinde getirecektir. Mevcut göstergeler ışığında Gazze’ye yönelik öne sürülen bu hamlenin iki ana hat üzerinden ilerlemesi mümkün gözükmektedir. Bunların ilki, planın başarılı şekilde uygulanması neticesinde ABD’nin hegemonik varlığının Soğuk Savaş koşullarının bir benzeri şeklinde bölgede yeniden tahkim edilmesidir. Nitekim böylesi bir gelişme, ABD’nin Orta Doğu’da mutlak yönlendirici vasfını kazanması ve her türlü otonomi arayışının önüne set çekmesi demektir.  ABD’ye dair görülebilecek ikinci husus ise, bu tehlikeli adımın yol açacağı maliyet nedeniyle uluslararası toplumun Trump’ı durduracak mekanizmaları devreye almasıyla Beyaz Saray’ın bölgedeki varlığının görece sarsılmasıdır. Tel Aviv’in dini saldırganlığına ara vermesini beraberinde getirecek bu gelişme aynı zamanda Arap dünyasındaki aktörlere sınırlı bir otonomi elde etme imkanı tanıyacaktır.
Gazze’ye ABD müdahalesi ve Filistinlerin başka ülkelere sürülmesi, her şeyden önce Mısır ve Ürdün başta olmak üzere tüm Arap sosyolojisini hareketlendirecektir. 1948 ve 1967 travmalarının Arap dünyasındaki etkisinin hala sürdüğü göz ardı edilemeyecek kadar somut bir hakikattir. Arap Ayaklanmaları ile başlayan paradigmatik kırılmanın vardığı nokta başlangıç momentinden tamamen farklı olsa da bu durum toplumlardaki potansiyel dönüşüm iradesinin ortadan kalktığı şeklinde düşünülmemelidir. Filistin topraklarına yönelik tasarrufta bulunmaya ve işgali sıradanlaştırmaya çalışan her türlü inisiyatifin Arap sosyolojisindeki içkin devrimci ruhu ortaya çıkarma ihtimali söz konusudur. Netanyahu’yu içinde bulunduğu dar boğazdan kurtarmak ya da Siyonist lobiyi memnun etmek adına Filistin’e dair statükoyu değiştirmek için Trump’ın atacağı adımlar, bölgede Batı yanlısı rejimlerin derin bir meşruiyet sorunsalı ile karşılaşmasına kapı aralayacaktır. Böyle bir sürecin neticesinde sadece ABD’nin değil aynı zamanda Avrupalı güçlerin de Orta Doğu’daki çıkarlarının ciddi zarar göreceğini belirtmek gerekir. Bu nedenle Avrupa başkentlerinin öncelikle Trump’ın dillendirdiği planın siyasi ve insani maliyetinin kendileri için çok ağır olacağını kavraması elzemdir. ABD başkanının Gazze üzerindeki emellerini engellemeye yönelik Avrupalı güçlerin takınacağı tavır, bölgedeki siyasi varlıkları ve yeniden konumlanmalarıyla da doğrudan ilişkilidir. Arap toplumlarında yükselecek Batı karşıtlığının sadece Trump yönetimine karşı yönelmeyeceği gerçeğinden hareketle, bu durumun Avrupa’nın gelecek Orta Doğu stratejisi için büyük bir sınama anlamına geldiği de dikkatlerden kaçmaması gereken bir husustur.
Trump’ın Gazze üzerindeki tasarruf iddiasını somut bir adıma dönüştürmesi, Tel Aviv’in din merkezli yayılması stratejisini bizzat hızlandırmasına yardımcı olacaktır. Başbakan Netanyahu’nun birincil gündemi ve en büyük travması mahiyetindeki Gazze dosyasını Trump’ın inisiyatifiyle büyük oranda kapatması, Siyonist yönetimin artık bölgedeki diğer alanlara odaklanmasına imkan tanıyacaktır. Bu ise ABD’nin Gazze’yi kontrol ettiği bir süreçte Tel Aviv’in pek muhtemel bir şekilde Lübnan ve Suriye topraklarına yoğunlaşması anlamına gelecektir. Böyle bir gelişme kuşku olmaksızın siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan ciddi sınavlar veren Lübnan’ı daha da istikrarsızlaştıracağı gibi Şam’daki yeni yönetimin ülkeyi inşa ve kalkındırma stratejisine de ket vuracaktır. Suriye ve Lübnan’ın bu yolla kırılganlığının artması ise tüm Orta Doğu’da olumsuz tesiri kısa sürede hissedilecek bir iklimi meydana getirecektir.
Başkan Trump, Gazze’yi ekonomik çıkarlar ve İsrail’in güvenliği gibi önceliklerle ele geçirmeyi düşünürken aynı zamanda bölgede dönüşü olmayacak şekilde sistemik bir depreme uygun zemin hazırlamaktadır. Trump’ın hamlesine sessiz kalan rejimlerin büyük halk hareketleri ile karşı karşıya kalması ihtimal dahilinde olduğundan Gazzelilerin olası tehcirinin bölgedeki fay hatlarını 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’ndan daha şiddetli şekilde tetikleyeceği göz ardı edilmemelidir. Ayrıca böyle bir olayın gerçekleşmesi halinde Tahran yönetiminin de söylem siyasetini yükselterek Suriye özelinde yeni bir nüfuz alanı oluşturmak için kaosu artıracak adımlar atması beklenilebilecek bir husustur. Suriye’nin yeni döneme girdiği süreçte Şam’daki yönetimin Gazze merkezli bir imtihanla karşı karşıya kalması ise geçiş sürecini zorlaştıracak ve Suriye sahasında farklı dengelerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bölgenin istikrarının sağlanması ve düzenin tesisi için Gazze’ye her türlü mütecaviz girişimin önüne geçilmesi ve Filistin’in egemenlik haklarını yok sayan stratejilere karşı uluslararası toplumun caydırıcı önlemler alması bir zaruriyettir. Aksi takdirde çok taraflı bir bedel ödeme sürecinin yanında Gazze’deki soykırımın yol açtığı yıkımı katlayacak yeni acılar bölgede görülmeye devam edecektir.