Aranızda hala Ortadoğu'daki toplumsal olayların toplumsal kaynaklı olduğunu düşünen var mı bilmem ama ben onlardan değilim. Ne
Gezi, toplumsal bir ihtiyaca binaen doğmuştu ne
"Arap Baharı" toplumsal bir devrimdi. Ne de İran'da olanlar toplumun rejime cevabıdır.
Gezi Parkı'nda oldukça planlı bir şekilde hareket eden çeşitli gruplar, ilk günden itibaren tek bir şeyin peşindeydi.
Hükümet içerisinde çatlak yaratıp, Erdoğan'ı yalnızlaştırma yoluyla görevden uzaklaştırma hedeflendi. Bunu yapanlar ne yaptıklarının çok farkındaydı. Ne ağaç peşindeydiler ne de toplumsal bir arayış.
Çok daha ayrıntılı tartışmak mümkündür ama Gezi olayları ülkede son on yılda gerçekleşmekte olan bir devrim sürecini tersine çevirmek isteyen bir kadro hareketiydi. Asıl devrimin kendisini hedef alması bakımından da marjinaldi. Zaten bir sonraki seçimde de toplumsal tabanı temsil etmediği açıkça ortaya çıktı. Gün geçtikçe de yapaylığı görülüyor.
Aynı durum
"Arap Baharı" olarak adlandırılan süreç için de geçerliydi.
Evet ayaklanmalar vardı ama bu ayaklanmalar tek başına Arap ülkelerine devrim getirebilecek nitelikte değildi.
Devrimler, devletten bağımsız toplumsal sınıflar gerektirir. Bu kitleler ne Mısır'da vardı ne Tunus'ta. Arap sokaklarında gençler ilk defa kendilerini yakmıyordu.
Daha önce de benzerleri yaşanmıştı.
Fakat Batılı müttefiklerinin desteğini alan Arap diktatörler, bu gösterileri kanlı biçimde bastırırdı. Ancak Obama, Tunus Cumhurbaşkanı Bin Ali'yi telefonla arayıp sokağa asker çıkarmasını engelleyince, Bin Ali ertesi gün kaçmak zorunda kaldı. Mısır'da da aynı şekilde oldu. Amerika'ya bağlı Mısır ordusu, Mübarek'e destek vermeyince Mübarek de düştü. Kaddafi'yi düşürmek için yerel güçler yeterli olmayınca,
NATO devreye girdi. Biri bitti, diğeri başladı. Muazzam yönetilen bir orkestra gibiydi. Sonra başta Amerika olmak üzere Batı ittifakı, yeni gelenlerden rahatsız olunca bu kez onlara karşı darbeler tezgahlandı. Suriye iç savaşa bilerek terk edildi. Devrim için yeterli toplumsal tabanın Arap ülkelerinde olmadığı ortaya çıktı.
İRAN'DA SİYASAL KARGAŞA
Şimdi İran karıştı. Sokaklar birden göstericilerle doldu. Tabii hemen herkesin aklında toplumsal faktörler var. Yani İran toplumunun rejimle sorunlu olduğu iddiası hemen merkeze alınıp oradan açıklamalar yapılacaktır. Ama bunlara inanmak en azından benim için çok mümkün değil.
Tabii ki bu olaylar toplumsal zeminde gerçekleşiyor. Buna itirazım yok. Özellikle toplumsallaştırılıyor. Fakat İran'daki rejim yeni değil. Bazı kitlelerin rejimle sorunu da yeni değil. İran ilk kez ekonomik sorunlarla karşılaşmıyor. Nükleer müzakerelerin devam ettiği sıralarda çok daha ağır ekonomik şartlar vardı. Fakat ayaklanmaya değil toplumsal birlikteliğe neden oluyordu. Esasına bakarsanız İran için işler daha yeni yoluna girmişti denilebilir. Özellikle dış politika ve güvenlik alanında son beş yıl içerisinde hayal dahi edemeyeceği kazanımlara imza atıldı. Halbuki devrimler, işler kötü giderken düzelme evresine girdiğinde değil işler iyi giderken yaşanan krizlerde doğar. Mesela Fransız ihtilali on yıllarca süren bir büyümenin ardından gelen krizle ortaya çıkmıştır. Halbuki İran için işler ilk defa yoluna girmişti. Kronik krizlerden göreli güvenlik dönemine giriliyordu. Yani toplumsal bir devrim için gerekli şartların tersine bir süreç vardı.
Fakat aynı süreç devrim için değilse bile iktidar değişimi için ateşleyici olabilir.
Dış politikadaki başarı ve rahatlama içeride doygunluk ve yeni arayışlar doğurabilir. Bu haliyle İran'daki olaylar toplumsal değil siyasaldır.
Yani hükumet değişebilir ama rejim değişmez. Mesela demokratik ülkelerde büyük savaşları kazanan liderler kahraman ilan edilir ama çoğunlukla seçim kaybeder. En iyi örnek İkinci Dünya Savaşı sonrası Churchill'dir. Şimdi İran'da yaşanan da olsa olsa buna benzer bir durumdur. Dış müdahale ancak böylesi bir siyasal tabana rast gelirse, iktidar değişebilir. Eğer o taban da yoksa, Gezi gibi başarısızlığa uğrar. Dış müdahale tek başına yetmeyebilir.
[Takvim, 3 Ocak 2017]