15 Temmuz gecesi Ankara'da meclisin önünde Türk demokrasisine sahip çıkan kalabalıkların arasına karıştığımda, zihnimde Mısır darbesinde Kahire sokaklarında yaşadıklarımı canlandırmış, olup biteni kıyaslamaya çalışmıştım. Mısırlılar gibi Türkler de ordularının asla kendilerine ateş açamayacağını düşünürlerken, kısa sürede korkunç gerçekle yüzleşmiş, tankların, uçak ve helikopterlerin hedefi olmuşlardı. Buna rağmen kimse yılgınlık göstermemiş, darbe girişimine karşı direniş Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrısıyla da kitleselleşerek sonuna kadar devam ettirilmişti. Sonuçta 250'den fazla insan hayatını kaybederken, iki binden fazla kişi ise yaralandı ama darbeye geçit verilmedi. Ödenen bedel büyüktü ama kazanımı da öyle oldu. 15 Temmuz yeni Türkiye'nin inşası adına; parti, ideoloji, etnik ya da mezhebi farklılıkları kenara itildiği bir kenetlenmeye şahitlik ederek, önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçti.
MISIR DARBESÄ° VE BATI
Darbe girişimi sırasında Kahire ve Ankara sokaklarında yaşadıklarım zihin dünyamda gezinirken, her geçen gün daha fazla tahkim olan diğer bir benzerlik de kendini göstermeye başladı. Evet, siyasi kurumlarından, medyasına, aydınlarından düşünce kuruluşlarına kadar batı dünyasının bazı istisnalar dışında Mısır ve Türkiye'deki darbe süreçlerine karşı takındığı tavırdan bahsediyorum.3 Temmuz'da 2013'te Mısır'da apaçık bir darbe yaşanmasına rağmen, başta ABD olmak üzere batı dünyası bu gerçeği bilinçli bir şekilde inkâr eden bir tavır içerisine girmeyi tercih etmişti. Batılılar, sadece bir yıl öncesinde Mısır medeniyet tarihinde ilk kez demokratik seçimlerle iş başına gelmiş olan Muhammed Mursi askerler tarafından derdest edilirken adeta üç maymunu oynadılar. Ülkede, siyasi partilerin büyük bir kısmı kapatılmış, medya karartılmış, binlerce kişi tutuklanmaya başlanmış ve darbe karşıtı göstericiler Ordu ve polis güçleri tarafından şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılırken, ABD aklımızla alay eder gibi Mısır'da yaşananların adını koymakta güçlük çekiyoruz, tanımlama sorunu yaşıyoruz diye açıklamalar yapmakla yetindi.
Hesaplananın aksine darbeye karşı ciddi bir direniş olup da bunun karşılığında katliamlar başlayınca ABD bir süre bocaladı. Yükselen eleştirileri yönetmek için askeri yardımları askıya almak zorunda kaldı ama bu tiyatro da çok kısa sürdü. Küçük bir aradan sonra başta Sisi olmak üzere Mısır'ın kudretli generallerini fonlamaya, orduyu donatmaya ve eğitmeye devam etti. Nihayetinde, birkaç yıl önce Kahire'yi ziyaret eden Obama, Ortadoğu halklarına demokrasi ve özgürlükler adına büyük sözler verse de bunların içi boş vaatler olduğu, ABD'nin İslam dünyasında darbeleri ve otokratik yönetimleri desteklemeye devam ettiğini bir kez daha bize gösterdi.
Avrupa Birliği de gerek kurumsal olarak gerekse üye ülkeleri itibariyle ABD'ye benzer bir pozisyon almaktan çekinmedi. AB Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton darbe sonrasında Mısır'a yaptığı ziyaretlerde, AB tarafından yumuşak güç öğesi haline getirilmiş "değerlere" tezat bir şekilde darbe aktörlerinin karşısında durmaktansa, darbeye karşı direnç gösteren siyasi grupları "yeni gerçekliği" tanımaları için ikna etmeye çalıştı. Sonuç olarak AB de ABD'ye benzer şekilde yaşanan darbeye darbe dahi demekten imtina ederek, küçük zikzaklarla, Mısır darbe yönetimiyle siyasi-ekonomik ve askeri ilişkilerini sürdürdü.
Batı medyası da Mısır'da yaşananlara tam bir ikiyüzlülükle yaklaştı. Muhammed Mursi Firavunlaştırılırken, General Sisi ise demokrasinin yeniden inşası için görev üstlenmiş, "radikal İslami terörizmle" mücadele eden bir asker olarak yansıtıldı. Darbecilerden çok daha fazla, Müslüman kardeşler (İhvan) hareketi hedef oldu, İhvan'ın Mısır'ı nasıl kutuplaştırdığı, ülkeyi bir şeriat yönetimine doğru sürüklediği zırvaları şehvetli bir şekilde kendine yer bulurken, Mısır ordusu ise katliamlarına devam etti.
Sonuçta darbenin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra geriye dönüp baktığımızda, binlerce ölü, 40 binden fazla siyasi tutuklu, siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan çökmüş, istikrasızlık içinde boğulan yeni Mısır "gerçekliği" geriye kaldı.
DEJA VU!
3 Temmuz'dan 15 Temmuz'a… Mısır darbesinden Türkiye'deki darbe girişimine değin 3 yıl geçti, ama karşımızda büyük bir Deja vu var. Türkiye'de tankların insanları ezdiği, uçakların parlamentoyu bombaladığı açık bir darbe girişimi yaşanmasına rağmen, ABD ve AB'nin saatler süren sessizliği, ilk açıklamaların çok geç ve yetersiz yapılmış olması Mısır'ı hatırlatır nitelikteydi. Darbenin başarısız olduğunun görülmesinden sonra batı medyasının adeta tek bir ağızdan darbecileri değil de darbeye karşı direnç gösteren başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasi aktörleri ve darbe karşıtı sıradan halkı hedef alan yayınlar yapmaları, açık bir şekilde bu darbe girişiminin başarısız olmasından dolayı hayal kırıklığı yaşadıklarını gösterir nitelikteydi. Darbenin aslında Erdoğan'ın gücünü pekiştirmek için sergilenen bir tiyatro olduğundan tutunda, Türkiye'nin NATO üyeliğinin sorgulanmasına değin uzanan bir spektrumda yayınlar yapıldı. Suriye'de on binlerce insan katledilmesine rağmen yıllarca rapor yayınlamayan batı menşeli insan hakları örgütleri birkaç gün içine Türkiye'de darbeci askerlere yönelik kötü muamele yapıldığına ilişkin raporlar yayınlamaya başlarlarken, düşünce kuruluşlarında darbenin neden başarısız olduğunu Erdoğan'ın öldürülememiş olmasıyla izah eden yayınlar çıkmaya başladı. Bazı analizlerde, başarısız darbe girişimi sonrası IŞİD ile mücadelenin tehlikeye düştüğü, hatta Erdoğan'ın el-Kaide'yi ABD'ye karşı asimetrik bir mücadele için kullanabileceğine değin vardırdılar işi.Batı dünyasının 15 Temmuz ve sonrasına ilişkin takındığı tavır, Türkiye'deki darbe girişiminin arkasındaki uluslararası aktörlerin kimliği açısından önemli emareler sunmakla birlikte, bu yazının konusu olmadığından bunu es geçip aşağıdaki tespitle yetineceğim.
Yaşananlar bize çok açık bir şekilde 15 Temmuz darbesinin (eğer başarılı olabilseydi) batı dünyası tarafından meşrulaştırılacağını gösterdi. Yani Türkiye Mısırlaştırılacaktı. Taksim ve Kızılay Meydanı belki de Rabia ve Nahda meydanlarına dönecek, darbe karşıtları acımasızca katledilirken Batılılar ise bunu demokrasinin yeniden inşası olarak sunacaklardı.
Nihayetinde, 15 Temmuz darbe girişiminde bize batının ahlaken nasıl iflas etmiş olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
[Yeni Åžafak, 12 AÄŸustos 2016].