Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hafta başındaki Rusya ziyaretiyle gerçekleştirilen Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin sekizinci toplantısında iki ülke liderleri, gerek ekonomik gerekse güvenlik alanlarında mevcut iş birliğinin geliştirilerek sürdürülmesi konusunda niyetlerini ifade ettiler.
Gerçekten de iki ülke arasında, başta enerji, turizm ve savunma olmak üzere birçok alanda sıkı bir iş birliğinin olduğu görülüyor. Rusya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortaklarından birisi ve Türkiye’ye en fazla turistin geldiği ülke. Ankara, hava savunması konusunda en önemli projesini S-400’leri satın aldığı Rusya ile birlikte yapma konusunda kararlılığını sürdürüyor.
Gerek ekonomik ilişkiler gerekse savunma iş birliği konusunda iki ülkenin de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği görülüyor. Hatta savunma iş birliği konusunda Ankara ve Moskova’nın ABD’nin yol açtığı bir boşluğu doldurmaya yönelik olarak ortak hareket ettiğini ileri sürmek de mümkün.
Türk inşaat şirketleri, son yıllarda büyük uluslararası spor organizasyonlarına ev sahipliği yapan Rusya’da büyük miktarlarda ihaleler alırken, Türkiye’den Rusya’ya yönelik tarım ürünleri ihracatı da artıyor. Buna karşılık enerji konusunda kendi kaynakları yetersiz olan Türkiye için Rusya en önemli doğalgaz tedarikçisi olarak öne çıkıyor ve Türkiye’de ilk nükleer santral inşaatını da Ruslar üstlendi.
Ekonomik alanda Türkiye’nin Rusya ile bu kadar yakınlaşmasının ABD’deki bazı çevreleri ciddi şekilde rahatsız ettiği açık. Oysaki iki komşu ülkenin ekonomik ilişkilerini geliştirmesinden daha doğal bir şey yoktur.
Ancak ABD’deki söz konusu çevrelerin Türkiye’nin bir başka komşusu İran ile de ekonomik ilişkilerini geliştirmesinden rahatsız oldukları biliniyor. Hatta sadece Türkiye değil, Almanya gibi Avrupa ülkelerinin de İran ya da Rusya ile ekonomik ilişkilerini geliştirmelerinden rahatsız oluyorlar.
İran ve Rusya’nın ortak noktası ise Amerikan yaptırımlarının hedefi olmaları.
Washington yönetimi, bütün müttefiklerinin, hatta bütün dünya devletlerinin, kendisinin düşman olarak tanımladığı ülkelere yönelik olarak aldığı tek taraflı yaptırım kararlarına uygun davranmalarını bekliyor. Eğer bunu yapmazlarsa onlara da yaptırım uygulayacağı tehdidinde bulunuyor. Bu tehditlerini hayata geçirip çok sayıda müttefik ülkenin şirketlerine ağır cezalar verdiği sayısız örnek de mevcut.
Yaptırım uygulanacak ülkelerin nasıl belirlendiği ise sadece ABD’nin kendi iç dinamikleri ve hukuku ile Amerikan çıkarları çerçevesinde belirleniyor. Bu kapsamda Amerikan düşmanlarına yaptırım yoluyla karşı koyma yasası (Countering America’s Adversaries Trough Sanctions Act-CAATSA) ya da Amerikan güvenliğini Kremlin saldırganlığına karşı koruma yasası (Defending American Security from Kremlin Aggression Act-DASKAA) gibi isimler altında hazırlanan veya çıkarılan yasalarla bütün ülkelerin “Amerikan çıkarlarına ve güvenliğine” uygun hareket etmesi bekleniyor.
Bu yasaların isimleri bile ABD’nin kendi çıkarları ve güvenliği doğrultusunda, kendisini Birleşmiş Milletler’in yerine koyarak, bütün ülkeleri bağlayıcı kararlar alabileceğini düşündüğünü gösteriyor.
Washington’un özellikle Trump döneminde, BM kararlarına açıkça aykırı kararlar alıp kurucusu olduğu BM Sistemini ortadan kaldırmaya çalışması ABD’nin bu genel tutumuyla örtüşüyor. Sadece İsrail sorunu konusunda Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ve Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak kabul edilmesine dair hukuksuz kararlar buna örnektir. Bunlar BM Güvenlik Konseyi’nin ABD’nin de imzasını taşıyan önceki kararlarına açıkça aykırıdır.
Sanki uluslararası hukukun yerini Amerikan hukuku, BM düzeninin yerini Amerikan düzeni alıyor.
İşte bu Amerikan hukukunu oluşturan tek taraflı yaptırım kararlarına dayanarak Washington yönetiminin, Almanya’ya yaptığı gibi, Türkiye’nin de Rusya ile olan enerji projelerine engel olacak adımlar atmasına hazırlıklı olmak gerekiyor.
ABD’nin başka ülkelerin ekonomik ve güvenlik çıkarlarını umursamayan yaptırım politikalarının geldiği nokta bu riskin yüksek olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin, kendi halkının çıkarlarını önceleyen bağımsız dış politikasında ısrar etmesi ise bu riski artıran bir başka faktör.
ABD’nin kendi çıkarlarını ve tek taraflı yaptırım kararlarıyla inşa ettiği kendi iç hukukunu Türkiye’ye dayatması Türkiye-Rusya ilişkileri önündeki önemli engellerden biri olarak duruyor.
[Türkiye, 13 Nisan 2019].