Seçilmiş Başkan Trump’ın Suriye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilişkin sözleri, ikinci başkanlık döneminde izleyeceği politikayı anlamamız için tam bir netlik sağlamıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin net kazanan olduğunu ifade eden Trump, sahadaki Amerikan askerlerinin çekilip çekilmeyeceğiyle ilgili açık bir pozisyon almaktan kaçındı. İlk döneminde 5000 bin civarındaki Amerikan askerini büyük oranda geri çektiğini hatırlatarak bununla övünen Trump, Suriye’den tamamen çıkmaktan bahsetmedi. Esad rejiminin devrilmesi sonrası Türkiye’nin anahtar ülke haline geldiğini söyleyen Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la iyi ilişkisinin altını çizdi. Suriye politikasının şekillenmesinde Türkiye’nin kritik rolü oynayacağı sinyalini veren Trump, YPG/PKK’ya destek konusunda ise renk vermedi. Trump’ın hem müzakere öncesi elini belli etmeme çabasının hem de önüne koyulacak opsiyonları görmeden kendini sınırlandırmak istememesinin etkili olduğu görülüyor.
Trump’ın Müzakere Stratejisi
Trump’ın müzakere anlayışının önemli kurallarından biri karar aşamasına gelene kadar bütün opsiyonları masada tutmaya dayanıyor. Kamuoyu önünde en uç opsiyonları değerlendirdiği sinyallerini vererek rakiplerini korkutmak isteyen Trump’ın sürekli el yükseltmeye çalışması buna dayanıyor. İlk döneminde Avrupa’nın NATO’ya yeterince katkı yapmadığından şikâyet eden Trump, Amerika’nın kendi kurduğu ittifaktan ayrılabileceğinden bahsederek Avrupalı müttefiklerini panikletmişti. Birçok ülkenin yıllık %2 savunma harcamasına ulaşmasını sağlayan el yükseltme taktiğinin başka örneklerini de gördük. NAFTA Anlaşması’nı iptal etme tehdidi savuran Trump, Kanada ve Meksika’yla Amerika’nın tarım ve hayvancılığını koruyan daha yeni bir anlaşmaya ulaşmakla yetinmişti. Çin’e uyguladığı tam baskı politikasını da yeni bir ticaret anlaşmasıyla taçlandırma aşamasına gelmişti.
Öngörülemezlik ve en uç opsiyonların öne sürülmesine dayanan pazarlık tarzı, Trump’ı uzlaşılması zor bir aktör kılıyor ancak ne istediğini bilen kararlı liderler karşısında taktiklerin sınırlı kaldığı söylenebilir. Örneğin her iki döneminde de Trump’ın gururunu okşamaya özen gösteren Macron gibi liderlerin Amerikan başkanının gazabından kurtulmak dışında pek bir kazanımları olduğunu söylemek zor. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de istikrarlı ve kararlı bir politika izlemesinin Trump’ı Türkiye’nin çizgisine yakınlaştırdığı açık. YPG’ye Amerikan desteğinin sona ermesi konusunda kararlı olmakla birlikte Amerika’nın sahada önerdiği pragmatik formüllere de açık görünen Türkiye, gelinen noktada Trump’ın saygısını kazanmış durumda.
Suriye Opsiyonları
Trump’ın önüne koyulacak opsiyonlardan en gerçekçi ve sonuç alma ihtimali en yüksek olan Türkiye’yle yakın koordinasyon ve iş birliği olacak. Türkiye’nin Suriye’nin siyasi süreçlerini etkileme kapasitesi, YPG/PKK’yı iyice köşeye sıkıştırması, Rusya-İran ve ABD-İsrail eksenlerindeki diplomatik dengeleri yönetme kabiliyeti, Arap ülkelerinin yatırım yapmalarını sağlayacak güven ortamını oluşturma çabası, insani ve dış yardımları koordine etme tecrübesi gibi birçok etkisi olacak. Bu kadar farklı seviyelerde iş yapma kapasitesine sahip bir aktöre rağmen Suriye politikası belirlemek Trump’a akılcı gelmeyecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye konusundaki telkinlerinin fazlasıyla ağırlığı olacak ve Trump’a yakın stratejistler de Türkiye’yle çalışmasını salık verecektir. Trump’ın siyasi içgüdüleri de bu yönde olacaktır.
Bu opsiyon karşısında Suriye’deki YPG ilişkisinden vazgeçmek istemeyen bir CENTCOM, ‘Kürtlere desteğe’ devam etmek isteyen Amerikan Kongre’si ve Golan Tepeleri’ni ilhak etmek isteyen İsrail’in tezleri Trump için daha farklı bir opsiyon ortaya koyabilir. Bu durumda Türkiye’yle çalışma ve koordine etmek yerine, Amerikan askerlerinin Al-Tanf’da konuşlanmaya devam edeceği, YPG’ye desteğe ve Deaş’a saldırıları sürdürebileceği bir formül önüne koyulabilir. Amerika’nın hareket özgürlüğünün sağlanması bağlamında meşrulaştırılabilecek bu senaryoda, İsrail’in ‘güvenlik ihtiyacının’ da garantileneceği fikri öne sürülecektir. Deaş, İran ve Rusya’nın tekrar sahada güçlenmesine karşı önleyici bir politika izlenmesi gerektiği söylenip Trump ikna edilmeye çalışılabilir.
İlk döneminde Suriye’den tamamen çıkmak için çaba gösteren ancak askerin ve Washington’ın baskısına dayanamayarak askeri varlığın azaltılmasıyla yetinen Trump, hem Türkiye’yle hem de Türkiye’siz opsiyonlarını bir arada götürmeye çalışabilir. Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telkinlerinin gereğini kısmen yaparak bir yandan da Amerika’nın tam hareket özgürlüğünden vazgeçmeden devam etmek isteyebilir. Trump, önüne koyulacak opsiyonların çelişkili ve tutarsız da olsa bir arada götürülmesinde sorun görmeyebilir. Bu tür hibrit bir senaryo, Trump’a hem kazananla birlikte çalıştığı hem de kazanana rağmen hareket özgürlüğünü devam ettirdiği şeklinde bir iddia sağlayabilir. Elbette Suriye’nin istikrarı ve kalıcı bir çözüm için NATO müttefiki Türkiye’yle doğrudan çalışması en sağlıklı Amerikan politikası olacaktır ancak bölgesel stratejik mücadeleler Trump’ın önüne daha önemli öncelikler olarak koyulabilir. İlk döneminde ‘Suriye’de ne işimiz var’ mottosunu benimseyen Trump’ın bir yandan da YPG’ye desteğin devamında karar kılmasına benzer şekilde ikinci döneminde de ikili bir strateji izlemesi şaşırtıcı olmaz.
[Sabah, 18 Aralık 2024]