24 Kasım’da bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinin ardından rasyonel düzlemden çıkarak, her iki ülkeye de zarar veren bir boyuta taşınan Türkiye-Rusya ilişkileri yeniden olması gereken rasyonel düzleme çekiliyor. Nedir bu rasyonel düzlem diye sorulduğunda, Moskova ve Ankara’nın her iki ülkenin çıkarlarına uygun bir ilişki geliştirmeleri, kendilerini sıcak bir çatışmaya sürükleyecek gerginlikten uzaklaşmaları ve ekonomik işbirliğine odaklanan bir politikaya yönelmeleri cevabı verilebilir.
Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkileri çok tehlikeli bir şekilde tırmandıran uçak düşürülmesi hadisesinin nasıl gerçekleştiğine yönelik bugün sorulan soruların bazılarına verilecek cevaplar belki iki ülke arasındaki ilişkilerin bu düzeyde bozulmasının nedenlerine ışık tutacaktır. Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye’nin bütün kurumlarına sızmış olan FETÖ/PDY örgütünün planlı bir girişimi sonucunda mı Rus uçağının düşürüldüğünü zaman gösterecek. Bu konuda yapılan soruşturma sonucunda, söz konusu hadise öncesinde Rusya ile iyi ilişkilere sahip olan Türkiye’nin, yapılması planlanan darbe öncesinde Moskova ile arasının bozulmasının amaçlanıp amaçlanmadığı da ortaya çıkacaktır.
Rusya ile ilişkilerin krize girmesine yol açan uçak düşürülmesi olayında parmağı olup olmadığı sorgulanan FETÖ/PDY örgütünün, Moskova ile Ankara arasındaki ilişkilerin hızlı bir şekilde düzelmesinde de dolaylı olarak etkisi olduğu görülmektedir. Bu örgüt tarafından Türkiye’de gerçekleştirilen darbe girişiminin ardından Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde başlattığı normalleşme sürecini hızlandırması söz konusu olmuştur. Bunun iki temel nedeni olduğu söylenebilir.
KINAMA DEĞİL UYARI GELDİ
Birinci olarak, Türkiye’de yaşanan darbe sürecinde başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin verdiği tepkilerin Ankara’da oluşturduğu büyük rahatsızlık Moskova ile yakınlaşma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin NATO müttefiklerinin darbeyi kınamakta ve Ankara’ya destek vermekte gecikmeleri ve hatta kararsız kalmaları bütün Türk halkında büyük bir öfkeye yol açmıştır.Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin katıldığı Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları toplantısından sonra yaptığı açıklamalarda, darbeyi ve darbecileri açıkça kınamak yerine Türkiye yönetimini “uyaran” sözleri ve bunun ardından Washington Post gazetesinde “Kerry, Türkiye’nin NATO üyeliğinin riske girebileceği konusunda uyardı” başlığıyla çıkan haber, Amerikan yönetiminin darbecilere sahip çıktığı şeklinde algılandı.
Darbeye kalkışan FETÖ/PDY örgütünü, 1999’dan beri yaşadığı ABD’nin Pensilvanya eyaletinden yöneten Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi talep edildiğinde “kanıtlar” isteyerek işi yokuşa süreceğini gösteren ABD’nin tutumu Türkiye’nin Batı ile uzun zamandır sahip olduğu ortaklığı sorgulamasına neden olmuştur. Türkiye’de yaşanan darbelerle ilişkisi hep sorgulanan ve dünyada gerçekleşen birçok darbenin arkasındaki güç olduğu sonradan açıklanan belgelerle ortaya dökülen ABD içerisindeki bazı kesimlerin 15 Temmuz darbe girişiminin de arkasındaki asıl güç olduğu düşüncesi bu ülkenin FETÖ/PDY örgütüyle ilişkileri nedeniyle kuvvetlenmiştir. Diğer Batılı ülkelerin çoğunda siyasetçilerin, darbeciler yerine Türkiye yönetimini hedef alan açıklamaları ve bu ülkelerin medyasının büyük kısmının Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye hükümetine yönelik karalama kampanyaları Türkiye’de Batı’ya karşı öfkeyi artırmıştır.
İşte Batılı ülkelerin Türkiye’nin demokrasisine ve güvenliğine yönelik bu ikircikli tutumları ve darbe destekçiliğine varan aşırı müdahaleci politikaları, Ankara’nın dış politikasında Batı’nın ağırlığını dengeleyecek alternatif arayışlarını kuvvetlendirmiştir. Bu çerçevede ilk akla gelen ülkelerden birisi Rusya olduğu için, Rusya ile zaten başlatılan normalleşme sürecinin hızlandırılması söz konusu olmuş ve bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan 9 Ağustos’ta Rusya’ya bir ziyaret gerçekleştirerek bu ülkenin Devlet Başkanı Putin ile görüşmüştür. Batı’yı dengeleyecek şekilde dış politikanın çeşitlendirilmesine yönelik arayışın Rusya ile sınırlı olmayacağı ve başka ülkelerle de yakınlaşma çabası içerisine girileceği öngörülebilir.
MOSKOVA TEHLİKENİN FARKINDA
Türkiye’nin darbe girişimi sonrasında Rusya ile yakınlaşmaya yönelik politikasında değinilmesi gerekli bir başka faktör de, Moskova yönetiminin FETÖ/PDY örgütüne karşı güvenilecek bir ortak olarak görülmesidir. Bilindiği gibi Rusya, 2002 yılında Fetullah Gülen’e bağlı okulların faaliyetlerini mahkeme kararıyla yasaklayarak bu okulları kapatmıştı. Bu okulları Amerikan istihbarat örgütlerinin bir enstrümanı olarak gören Moskova yönetiminin, Türkiye’nin Batılı “müttefiklerinden” farklı olarak, FETÖ/PDY örgütünün Türkiye ve dünya için oluşturduğu tehlikenin farkında olarak Ankara’nın bu konudaki mücadelesine her türlü desteği vereceği düşünülmektedir. Bu örgütün, 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte Türkiye’nin tehdit sıralamasında en üst sıraya yükseldiği düşünülürse, Moskova’dan bu konuda gelecek desteğin Ankara için çok önemli olduğu görülür.FETÖ/PDY karşısındaki mücadeledeki ortak pozisyonları bu şekilde rasyonel olarak Türkiye ile Rusya’yı birbirlerine yaklaştırırken, bu yakınlaşmanın başka rasyonel gerekçelerine de değinmek gerekir. Bunların başında ekonomik çıkarlar gelmektedir. 24 Kasım’da yaşanan uçak krizinin öncesinde 30 milyar doların üzerinde seyreden Türkiye-Rusya ticaret hacmi bu krizin ardından hızlı bir şekilde düşerek 2015 yılında 23,9 milyar dolara gerilemiştir. Türkiye’nin turizm sektöründe en büyük gelir kalemlerinin başında gelen Rus turistler artık Türkiye’ye gelmezken, Rusya’nın Türkiye’den gıda ithalatına getirdiği sınırlamalar hem Türk üreticiyi hem de Rus tüketiciyi çok olumsuz etkilemiştir. Rusya tarafından inşa edilecek olan Mersin/Akkuyu nükleer santralinde çalışmalar dururken başta inşaat sektörü olmak üzere Türk yatırımcıların Rusya’daki faaliyetlerinde ciddi gerilemeler yaşanmıştır. İşte her iki ülkeye de ciddi ekonomik zararlar veren bu siyasi krizin bitirilmesi gerek Ankara gerekse Moskova açısından büyük önem arz etmektedir. Her iki ülke de, Suriye krizinin ekonomik baskılarını üzerlerinde hissederken ve Rusya Ukrayna’da, Türkiye de PKK ve DAEŞ’e karşı kendilerini yıpratan sorunlarla mücadele ederken bu ekonomik zararları ortadan kaldıracak bir açılıma ihtiyaç duymaktaydı. Bu nedenle Türkiye ile Rusya’nın aralarındaki krizi sona erdirip başta ekonomi olmak üzere birçok alanda işbirliğini yeniden tesis etmeye çalışmaları her ikisi açısından da çok rasyonel bir adım olmuştur.
YA SURİYE KRİZİ?
Ancak bu rasyonel adımları risk altına sokabilecek anlaşmazlık noktaları olduğunun da altını çizmek gerekir ki, Suriye krizi bunların başında gelmektedir. Suriye sorunu halen Türkiye ile Rusya arasında önemli rekabet alanlarının başında gelmektedir ve 24 Kasım krizinin gösterdiği gibi, iki ülke ilişkilerini derin krizlere sokabilecek potansiyele sahiptir. Her iki ülke de yaşadıkları 24 Kasım tecrübesinden sonra, o düzeyde ağır bir krize yol açacak davranışlardan kaçacaktır mutlaka, ancak Rusya Esad yönetimine ve Türkiye ise ona karşı mücadele eden muhaliflere destek verdiği sürece Suriye meselesi iki ülke arasında da sorun olmaya devam edecektir. Bundan dolayı, 15 Temmuz sonrasında Ankara ile Moskova arasında yaşanan yakınlaşmanın Suriye sorununa kalıcı bir çözüm bulunması konusunda bir fırsata dönüştürülmesi büyük önem arz etmektedir. İran, Katar ve belki Suudi Arabistan’ın da dahil edilmesiyle sağlanabilecek bir mutabakata Türkiye ve Rusya öncülük edebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Ağustos’taki Moskova ziyareti sırasında söylemiş olduğu “Şunu çok açık, net söylemem lazım, yani Suriye’ye barışı getirme noktasında artık en önemli adım, en önemli aktör birinci derecede Rusya Federasyonu’dur. Burada Rusya ve Türkiye beraber adım atmak suretiyle biz bu işi çözmeliyiz diye düşünüyorum” şeklindeki sözler, Türkiye’nin bu konuda Rusya’dan adım atmasını beklediği ve Moskova ile işbirliğine hazır olduğunu göstermektedir. ABD ve diğer Batılı ülkelerin DAEŞ meselesine odaklanıp Suriye sorununa dair kapsamlı bir çözüme başından beri ilgi göstermedikleri düşünülürse, Suriye trajedisinin bitirilmesi konusunda Türkiye ve Rusya’nın öncülük edeceği bir inisiyatifin başarılı olma şansı bulunmaktadır. Bu konuda Rusya’nın da, ABD yerine Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı muhatap alması ve Riyad ve Doha’nın da aynı şekilde çözüm konusunda Moskova ve Tahran ile anlaşmaya hazır olduklarını göstermeleri önemlidir. Suriye sorununun çözümü konusunda izleyecekleri politika Türkiye ile Rusya’nın bundan sonraki ilişkilerinin de seyrini çok etkileyecektir. Bu konuda çözüme ulaşılmasını sağlayacak adımları atabilmeleri iki ülke arasında şu anda oluşan olumlu havayı daha da ileri taşıyıp kalıcı bir ortaklığın temelini de atabilir. Bu adımları atamamaları ise, belki Suriye sorununu bir parantez içerisine alıp diğer alanlarda işbirliğini yapmalarını engellemeyecek şekilde izole etmelerini sağlayabilir, ancak çözülmemiş bir Suriye sorunu Türkiye-Rusya ilişkileri açısından hep bir risk olmaya devam edecektir. Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin seyrini etkileyecek faktörlerden bir diğeri ise başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Türkiye konusundaki politikaları olacaktır. Washington ve Avrupa başkentlerinin, darbe girişimi sırasında Türkiye’ye karşı izledikleri skandal politikaları sürdürmeleri, darbeciler yerine Türkiye hükümetini eleştirmeleri, FETÖ/PDY ve PKK/PYD terör örgütleri konusunda “müttefikleri” Türkiye’nin güvenlik kaygılarına cevap vermemeleri Türkiye’yi Rusya ile olduğu gibi alternatif işbirlikleri aramaya itecektir.[Star Açık Görüş, 14 Ağustos 2016].