SETA > Yorum |
Türkiye-Mısır İlişkilerinde 'Soğuk Barış' ve Ötesi

Türkiye-Mısır İlişkilerinde 'Soğuk Barış' ve Ötesi

Türkiye ve Mısır, birbirlerine karşı izledikleri politikaların yanlış olduğu kanaatinde değil. Fakat her iki devlette de, bölgedeki sistemik gelişmeler dolayısıyla sınırlı da olsa bir tür ilişkinin kurulması gerektiği konusunda ortak kanaat var.

Ortadoğu’nun iki temel ülkesi Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkiler, son yıllarda tarihinin en iyi ve en kötü dönemlerini peş peşe yaşadı. 25 Ocak 2011 Devrimi, ilişkilerin en üst düzeye çıktığı süreci başlatırken; seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz 2013’te askeri darbeyle devrilmesiyle ilişkiler en alt düzeye indi. Fakat son günlerde Türkiye-Mısır ilişkilerindeki göreceli hareketlilik, Ankara-Kahire hattında yeni bir ilişki türünün geliştiğine dair kamuoyunda soru işaretleri doğurdu.

Birleşmiş Milletler 69. Genel Kurulu çerçevesinde 24-30 Eylül 2014 tarihlerinde liderlerin katılımıyla gerçekleştirilen toplantılar sırasında, Türkiye ve Mısır Dışişleri Bakanları arasında ikili görüşme yapılacağı haberi gündeme geldi. Bazılarını heyecanlandıran bu haber, bazılarınca "Bu da nereden çıktı?" değerlendirmesiyle karşılandı.

GÖRÜŞME(ME)YE GİDEN YOL

Çeşitli kaynaklardan edinilen bilgilere göre, BM toplantıları bağlamında gerçekleştirilecek görüşme, Cidde ve Paris’teki Irak ve Şam İslam Deveti (IŞİD) örgütüne yönelik ortak strateji belirleme toplantılarında ortaya çıkmıştı. Bu toplantılar vesilesiyle bir araya gelen Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Mısırlı mevkidaşı Sami Şükri, New York’ta ikili görüşme yapmak hususunda anlaşmış ve BM'deki temsilciliklerinin bunu planlamasını kararlaştırmışlardı. Ancak plan hayata geçmedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Eylül’de BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında hem Mısır’ın Abdulfettah Sisi liderliğindeki darbe yönetimi hem de darbeyi meşrulaştıran bir kurum olarak BM’yi sert dille eleştirdi. Erdoğan'ın eleştirilerinin ardından Mısır tarafı, planlanan görüşmeyi iptal ettiğini duyurdu. Türkiye, iptali Mısır’ın "kompleks" içinde bulunmasına bağlarken; Mısır, diplomatik bir hamle kazandığını ima ederek görüşme talebinin Türkiye tarafından geldiğini vurguladı.

Her ne kadar bir görüşme gerçekleşmese de bu çaba, Türkiye ve Mısır’ın birbirlerine bakışlarında ciddi bir yumuşamaya işaret ediyor. İki devlet arasında 2013’te başlayan gerginliğin sürmesinin çok anlamlı olmadığı kanaati artık yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştır denilebilir. Lakin bu eğilime rağmen Türkiye-Mısır ilişkilerinde kısa vadede yumuşama beklentisi gerçekçi sayılmaz.

Birbirlerini çok ağır eleştiren Erdoğan ve Sisi yönetimde olduğu müddetçe, her iki tarafı tatmin edecek bir çıkış yolu bulunmaksızın ilişkilerde çok ciddi bir yumuşamanın sağlanması, bu sağlansa bile sürdürülmesi pek kolay değil. Ama her iki tarafın da gerginliğin bölgesel çapta maliyet üreterek kayıplara yol açtığının farkına varmasıyla sistemik gerekçelerin ilişkiyi yumuşatması mümkün. Kısa vadede Ankara-Kahire ilişkilerinin gelebileceği en ideal nokta, "Soğuk Barış" denilebilecek bir politikadır.

GERGİNLİĞİN ÜRETTİĞİ SİSTEMİK SONUÇLAR

Türkiye-Mısır ilişkilerindeki gerginliğin ulusal etkileri, her iki ülkenin de manevra alanını kısıtlıyor:

Ankara cephesinde en büyük maliyet; gerginliğin, IŞİD bağlamında Suriye ve Irak gibi hassas meselelerin ele alındığı ve sistemik değişim doğuracak hamlelerin tartışıldığı bir süreçte, Türkiye’nin kendine yakın hissettiği en güçlü siyasal aktör olan Müslüman Kardeşler’in oyun dışı kalmasıdır. Türkiye'nin Mısır’a en sert tepki gösteren ülkelerin başında gelmesinin sebebi, ilkesel duruşu yanında bölgede sistem kurmada en güçlü destekçisi pozisyonundaki siyasal aktörü kaybetmesiydi. Uluslararası toplumun, belki de 2003 Irak Savaşı’ndan sonra ilk defa, Ortadoğu’ya ciddi ilgi göstermeye başladığı bir dönemde Müslüman Kardeşler’in oyun dışına itilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’da elini zayıflatıyor.

Kahire cephesinde en büyük maliyet; gerginliğin, Mısır’daki darbe yönetiminin meşruiyetinin sorgulanmasını beslemesidir. Türkiye’nin Mısır’daki Sisi yönetimine yönelik sert eleştirileri, Arap sokaklarında karşılık bularak Sisi’nin meşruiyetini kabul ettirmesini zorlaştırıyor. Gerginlik ayrıca Mısır’ı Körfez ülkelerinin kucağına daha fazla itiyor ve Kahire'nin dış politika seçeneklerini, Hüsnü Mübarek dönemiyle dahi karşılaştırılamayacak ölçüde, sınırlandırıyor. Ve Mısır’ı, Körfez devletleri karşısında olduğundan daha zayıf bir pozisyona sokuyor. Söz konusu tablo, Kahire açısından kısa vadede kabul edilebilir olsa bile orta ve uzun vadede sürdürülemez.

Türkiye-Mısır ilişkilerindeki gerginliğin bölgesel ilişkilere yansıması; Arap milliyetçiliği bağlamı ve Körfez hattında hissediliyor. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda dile getirdiği Mısır eleştirisine Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) tepki göstermesi, Katar dışındaki Körfez ülkelerinin Türkiye ile ilişkilerini Mısır üzerinden tanımlamaya başlamalarının göstergesi. Bu durum, Türkiye ile Katar hariç diğer Körfez ülkeleri arasındaki ilişkileri, bilek güreşi havasına sokuyor. Bu eğilimin kırılmaması, Suriye'deki krizi doğrudan etkilediği gibi Türkiye karşıtlığı üzerinden Arap dünyasında bir tür Arap milliyetçiliğini yeniden üretiyor. Arap milliyetçiliğinin yükselmesi, Türkiye’nin etki alanını daraltıyor. Bazı Körfez devletlerinin Türkiye karşıtı politikalarını, Körfez dışına taşımalarının önünü açıyor. Bu çerçevede BAE’nin, kimi Batılı ülkelerle beraber, Somali’de Türkiye karşıtı bir politikada etkin rol oynamaya başladığı artık bilinen bir gerçek.

Türkiye-Mısır ilişkilerindeki dibe vuruşun en büyük çıktısı; Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik (Küre Yayınları, 2001) kitabında vurguladığı "dış üçgen" çerçevesinden bakılınca, dış güçlerin Ortadoğu’daki etkisinin artması şeklinde görünüyor. Zira üçgenin üçayağı da birbirinden kopmuş vaziyette. Bu kopuşun yarattığı temel sonuç; bölgedeki sorunları tartışmak için İran, Mısır ve Türkiye liderleriyle doğrudan görüşebilen bir Batı varken, o üç ülkenin liderlerinin Ortadoğu’daki temel konularda çok farklı politikalar izlemeleri biçiminde yansıyor. Bu da özellikle bölge politikalarının şekillenmesinde dış etkiyi artırdığı için Ortadoğu’da Türkiye’nin yıllardır takip etmeye çalıştığı "bölgesel sahiplik politikası" (regionally owned policy) uygulamasını gittikçe zorlaştırıyor.

TÜRKİYE'NİN MISIR POLİTİKASI NEREYE EVRİLİR?

Tüm bu sistemik sorunlara rağmen Ankara-Kahire hattındaki kopukluğun sürmesi, Mısır’ı Türkiye’den daha fazla hasara uğratıyor. Mevcut durum, Kahire'nin Körfez egemenliğini zımni kabulü yanında iç ve dış politikada opsiyonlarının sınırlanması anlamına geliyor. Mısır’ın belki de tek avantajı, kısa vadede Türkiye karşıtı bir medya propagandası sayesinde, darbeci rejimin meşruiyetini artırma çabası için araç bulması. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının ardından Mısırlı bazı grupların, ülkedeki Yunus Emre Kültür Merkezleri’nin kapatılması yönündeki çağrıları bunun son örneği.

Türkiye penceresinden bakılınca resim farklılaşıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetinin Mısır'daki darbe karşıtı politikalarında uluslararası ilişkilerin gerektirdiği serinkanlılığı göstermediğine dair eleştiriler, Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin ilk defa bölgesel düzen kurma fırsatını yakaladığı dikkate alınmadan yapılan analizlerdir. Mısır'da demokratik yollarla iktidara gelen Müslüman Kardeşler ile birlikte bölgesel düzen kurma konusunda Osmanlı Devleti sonrasında ilk defa tarihi bir fırsatı yakalayan Türkiye’nin, darbe konusunda sert bir söylem kullanması ancak bu zihni arka plan anlaşıldığında anlamlıdır.

Bugün gerek Türkiye gerekse de Mısır, birbirlerine karşı izledikleri politikaların yanlış olduğu kanaatinde değil. Fakat her iki devlette de, bölgedeki sistemik gelişmeler dolayısıyla sınırlı da olsa bir tür ilişkinin kurulması gerektiği konusunda ortak kanaat var. Keza son dönemde Batı’da, Müslüman Kardeşler’in sistem dışında tutulmasının maliyetli olmaya başladığıyla alakalı bir anlayış belirginleşiyor. Bu yeni algıya rağmen, Ankara-Kahire hattındaki ilişkilerin önündeki en büyük engel, her iki tarafa da iyi bir çıkış yolu olabilecek en ideal formülün bulunmasındaki güçlük.

Ankara nezdinde ideal formül; Mısır’daki henüz tarihi belirsiz genel seçimlerde, Müslüman Kardeşler dâhil tüm grupların temsil edildiği bir parlamentonun oluşmasından geçiyor. Böylece Meclis Başkanları üzerinden ilişki kurulabilir. Kahire nezdinde de benzer bir politika, kendi meşruiyet zeminini genişletmesinin önünü açabilir. Bunun dışındaki her türlü görüşme, ilişkilerde gerçek anlamda bir düzelmeden ziyade "Soğuk Barış" denilen bir durumun oluşmasından öteye geçemeyecek. Türkiye ve Mısır Dışişleri Bakanları arasında gerçekleşe(meye)n görüşmenin özü budur.

[Al Jazeera, 29 Eylül 2014]