Muhalefet ya da iktidar olmanın dışında siyasi parti ve aktörlerin toplumun beklentilerine göre siyaset üretmeleri gittikçe zorlaşıyor.
Siyasetten beklentiler dönüşüyor. Seçmen eğilimleri ve beklentileri farklılaşıyor.
Toplumsal ve sınıfsal farkların azalması ile siyasette kimliklerin ötesinde muğlak siyasal tasavvurlar oluşuyor.
Genç seçmen sayısının fazla olması, siyasete ilişkin algı ve beklentilerin daha çok “post-siyaset sonrası gerçeklik” olarak adlandırılan ama aslında “manipülasyon” ve “yalan” olarak bildiğimiz söylemler tarafından daha kolay şekillendirilmesine yol açıyor.
Geçtiğimiz seçimlerde, ülke için yapılan büyük yatırımların, ekonomik büyümeyi sağlayacak hamlelerin, refahı artıran politikaların aslında her hükûmetin yapması gereken sıradan icraatlar olduğu algısı muhalefet tarafından oluşturuldu.
Seçmen beklentileri daha çok korkular üzerinden şekillendirildi. Siyasette icraatlara yönelik somut vaatler önemsizleştirildi.
İktidar olmayı değil siyasette bir şekilde var olmayı amaçlayan aktör ve siyasal partilerin, doğruları, hakikatleri ve olguları önemsizleştirerek bozması siyasetin dinamiğini de etkiliyor.
Aşırıcılığın taraftar bulması, ana akım siyaseti de dönüştürüyor. Bunun en bariz örneğini Avrupa’da gördük. Aşırı sağ ve solun yükselmesi tüm Avrupa siyasetini aşırılaştırarak makuliyetten uzaklaştırdığını biliyoruz.
16 Nisan referandumunda Avrupa aşırıcılarını kopyalayan muhalefet, mültecilerin geleceğine yönelik söylem başta olmak üzere, siyasal sistemin sonuçlarına dair bir çok yalana başvurdu.
Söz konusu dönemde seçmen eğilimlerini yönetmek için başvurulan söylemlerin doğru olmadığı bugünden bakılınca açıkça ortaya çıktı. Ama söz konusu yalanların (son dönemde yalana “gerçeklik sonrası söylem” diyorlar) sınırlı da olsa seçmende bir etkisinin olduğunu gören siyasal yapılar, 2019 seçimleri için şimdiden benzerini devreye sokmaya başladılar.
***
Türkiye’de seçmen eğilimleri dönüşürken, yeni sistemin bir gereği olarak seçimlerin de dinamiği değişecek.
Böyle olunca 2019’a kadar hem yeni siyasi oluşumlar, hem de iktidar için umudu olmayan partiler, siyasetin dinamiğini ve işleyişini bozmak için her türlü yalana başvuracaklar.
Türkiye’de seçim güvenliği olmadığı üzerinden bir kara propagandaya şimdiden başladılar bile. Batılılara 2019 seçimleri için çağrıda bulunuyorlar.
Aslında yapmak istedikleri 2019’da kaybedeceklerini bildikleri için bugünden toplumsal algı oluşturmaya çalışıyorlar.
2019 seçimleri için ana muhalefet partisi CHP, “adalet” söylemi üzerinden seçim güvenliği de dâhil birçok meseleyi sorunsallaştırarak içini boşaltıyor.
Meral Akşener ve çevresi de benzer bir yolu izleyerek partileşmeye çalışıyor.
Her ikisinin siyasi söylemlerinin odağı, “AK Parti karşıtlığı” üzerine oturuyor. Türkiye’nin sahici sorunları ile ilgili en ufak bir önerileri yok.
Uzun süredir, AK Parti iktidarına karşı FETÖ imalatı söylem ve argümanları belirli bir yol haritasına bağlı olarak siyasal alana taşıyorlar.
Bu açıdan bakınca, CHP ve Akşener’in partisinin Türkiye siyasetine yönelik söylemleri birbirinin kopyası olacağı şimdiden netleşmiş durumda.
Muhalefet partilerinin amacı toplumun beklentilerine cevap üreterek oylarını artırmaktır. Demokratik siyasetin gereği de budur.
Ancak, 2019 seçimlerine yönelik siyaset mühendislerinin CHP ve Akşener üzerinden yapmaya çalıştığı bu değildir. Küresel ağlarla ittifak kurarak Türkiye’de iktidarın düşürülmesi tek hedefleridir. Yani Türkiye’nin sorunlarına çözüm vadederek toplumdan oy almak değil. Belirli bir plan ve programı toplumun önüne koyarak iktidar alternatifi oluşturmak ise hiç değildir.
Sonuç olarak, işleyen siyasetin her anlamda dinamiğini bozarak hedeflerine ulaşabileceklerini sanıyorlar. Yanılıyorlar. İzahı başka bir yazıya.
[Türkiye, 05 Eylül 2017].