“Savaş davulları çalmaya başladığında, mutedil sesler hain ilan edilirmiş”
Türkiye son dönemde yoğunlaşan PKK saldırıları nedeniyle Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyona şartlandı. Türkiye’nin yeniden terör güvenlik sarmalına girmesi şüphesiz son dönemde dış politika ve iç politikada edinilen önemli kazanımları riske atacaktır. Bu nedenle terör tehlikesi izale edilmeye çalışılırken bu kazanımlar gözetilerek kapsamlı ve uzun soluklu bir vizyonla hareket edilme zorunluluğu vardır. Görünen o ki Ortadoğu kazanı önümüzdeki bir kaç onyıl daha kaynamaya devam edecektir ve terör sorunu da bu kargaşanın parçasıdır. Türkiye için asıl risk yeni bölgesel diplomatik vizyonunu kaybederek iktisadi ve siyasi gelişimini feda etmesidir. Bölgeselleşen terörün amacı da Türkiye’yi yeni vizyonundan, siyasi ve iktisadi gelişim sürecinden alıkoymaktır.
Kuzey Irak ile ilgili mevcut gerilim yalnızca son iki PKK saldırısının ürünü değildir. Türk kamuoyu bir yıldan uzun bir süredir medya aracılığıyla Kerkük, PKK konuları saldırgan bir üslupla gündemde tutularak ve Kuzey Irak bölgesel liderlerinin açıklamalarının sunumlarıyla sınır ötesi operayona şartlandırılmış durumdadır. Son terör saldırılarının baş müsebbibi olarak Kuzey Irak bölgesel yönetiminin liderlerini görerek, sorumluluğu tamamiyle onlara yıkmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu saldırılar bugün Kuzey Irak liderlerinin çıkarlarıyla örtüşüyor olabilir ancak bölgede uzun vadeli PKK varlığı Barzani ve Talabani’nin çıkarlarıyla da çelişmektedir. PKK varlığı kendi egemenlik alanlarına tehdit olmakla kalmaycak, iktisadi açıdan bağımlı oldukları Türkiye ile ilişkilerini de devamlı gerecektir.
Türkiye, dış politikasında son yıllarda yapmış olduğu yapıcı ve üretken çıkışları ve etkin adımlarıyla Ortadoğu’da hemen tüm taraflarla doğrudan konuşabilen ve çatışma yönetimi sürecine aktif olarak müdahil olabilen bir aktör haline geldi. Ortadoğu’daki bloklaşmaların doğrudan tarafı olmayarak daha etkin bir diplomasi yürüttü. Bu da Amerika, İsrail eksenine dayanan geleneksel edilgen Ortadoğu siyasetinden bir kopuşu ifade etmekteydi. Bu kazanımlar ve faaliyete geçen sivil diplomasi, ekonomik yardım ve işbirliği , kültürel ilişkileri de içine alan çok boyutlu diplomasinin enstrümanları Türkiye’ye uluslararası arenada yeni imkanlar sunmaya başladı. Türkiye’nin gerek Ortadoğu ülkeleri nezdinde gerekse de Avrupa ülkeleri nezdinde saygınlığı ve önemi artmaya başladı. Bu da Türkiye’ye siyasi ve iktisadi açıdan yeni işbirliği olanakları sağladı.
Bu dönüşüm Türkiye’yi çantada keklik görmeye alışık Pentagon ve İsrail lobisini son derece rahatsız etmiş ve Ortadoğu’ya dair hesaplarını yeniden gözden geçirmelerine neden olmuştur. Ermeni Soykırımı” iddialarıyla ilgili karar tasarısının da Irak’ta böylesine belirsizliğin yaşandığı bir ortamda yeniden gündeme getirilmesinin arkasında da Türkiye’yi tekrar tepkisel, savunmacı ve askeri yönü ağır basan, ABD-İsrail stratejik ekseni ile daha koordineli bir aktör konumuna getirmeyi arzulayan yaklaşım ile yakından ilgilidir. Komşuları ve ABD ile kavgalı görüntüsü vermek, Türkiye’nin istikrarsızlığından çıkarı olan çevrelerin ve Türkiye’yi Amerikayla barıştırma karşılığında belli kazanımlar elde etmeyi amaçlayan lobilerin işine yaramaktadır. PKK meselesi Türkiye ile ABD arasındaki en önemli fay hattıdır ve Türkiye PKK aracılığıyla Irak bataklığına çekilmek istenmektedir. Talabani ve Barzani’nin rahatça konuşmalarının ardında ABD tarafından şımartıldıkları gerçeği de yatmaktadır. Ancak Türkiye’nin Irak’a çekilmesi Kuzey Irak bölgesel liderlerinin çıkarlarıyla da çatışmaktadır.
Tüm bu kazanımlardan vazgeçerek Soğuk Savaş döneminin askeri güvenlik konseptinin hakim olduğu savunmacı reflekslere geri dönmek Türkiye’nin vizyonuna ket vurmak demektir. Böyle bir konuma dönüş Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde sıkıntıya sokacağı gibi Ortadoğu politikasında da etkisizleştirerek kendi sorunlarına dış eksenli çözümler bulma arayışlarına itecektir. Asıl hesap Kuzey Irak ve PKK üzerine değil Türkiye’nin terbiye edilmesi ve son dönemdeki dış politika paradigmasındaki dönüşümün geriye döndürelerek eski çizgisine oturtulmasıdır . Böyle bir ortamda iç politikada da siyaset ve diplomasinin alanı milli güvenlik söylemi lehine daraılacak ve askeri bürokrasinin hareket alanı eskiden olduğu gibi genişleyecektir.
Amerika ve İsrail şu aşamada Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamaz. Bu ülkeler Kuzey Irak bölgesel yönetiminin kısa vadede Türkiye’nin alternatifi olamayacağının da farkındadır. Türkiye’nin son dönemdeki çok boyutlu yapıcı ve üretken politikasından rahatsızlık duyan ve Türkiye’yi ellerine geçen her fırsatta cezalandırmaya ve özür diletmeye çalışan Pentagon’daki bir kesim ve bazı lobiler, Türkiye’de yaşanan son süreci ve artan terör olaylarını ellerini ovuşturarak izlemektedirler. Türkiye terörle terbiye edilmeye çalışılmakta ve devamlı tahrik edilmektedir. Kuzey Irak ve PKK’ya gömülmüş, kendi içinde etnik sorunlar uğraşan bir Türkiye ne Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi sürecine müdahil olabilir, ne Lübnan’da söz sahibi olabilir, ne Filistin’e dair adım atabilir ne de İran ve Suriye ile daha kapsamlı bir siyaset geliştirebilir. 80’li yıllarda Amerika’nın desteğindeki Saddam rejiminin saldırılarıyla terbiye edilmeye çalışılan İran da bugün, ‘ABD’nin teröre karşı küresel savaşı’ çercevesinde desteklediği PJAK terörüyle terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Ortadoğu’da hakimiyet mücadelesi devam ettiği sürece terör örgütleri değişik isim ve misyonlarla varolmaya devam edecektir.Türkiye eğer PKK lider kadrosundan bir kesimin teslimi karşılığında yeni dış politika paradigmasından vazgeçerek edilgen ve savunmacı pozisyonuna dönecek olursa işte o zaman karşı tarafın pususuna düşmüş olacaktır.
Sınır Ötesi Operasyon Haricinde Neler Yapılabilir
Kuzey Irak ve Ortadoğu’nun geneline dair yapılacak stratejik hesaplar ve belirlenecek siyaset askeri ve siyasi hedeflerin ötesine geçebilen 25-30 senelik bir perspektifi ve kapsamlı bir stratejik vizyonu içermek zorundadır. Gerek Kürt sorunu, gerek Irak’ın durumu gerekse de Ortadoğu’nun genelindeki mücadele kısa vadeli fevri çıkışla yönetilemez. Gerilim ortamının sürmesi ve psikolojik gerilimin artması ülke içinde birlik ve beraberliği sağlayamayacağı gibi ayrılıkçı söylemin ekmeğine de yağ sürecektir. Öncelikli olarak yapılması gereken terör saldırılayla artan gerilimi düşürerek krizi psikolojik, siyasi ve askeri açıdan yönetilebilir hale getirmektir. Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son dönemde iç politikada atmış oldukları yapıcı adımlar, Kürt meselesinin iç siyasi ve psikolojik yönünü yönetilebilir hale getirmek açısından önemlidir ve bu konudaki sağduyulu mesajlar her ortamda yüksek sesle dile getirilmeye devam edilmelidir. Devletle Güneydoğu halkının kucaklaşması şeklinde algılanan bu adımlar, bölge halkı ve tarafından desteklenirken, PKK, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi liderleri ve bazı DTP’li üst düzey yetkililer tarafından tedirginlikle karşılanmaktadır. Medya ve siyasi liderler sorumluluk duygusuyla hareket ederek, Kuzey Irak konusunda sağduyulu bir dil kullanmak zorundadır. Kuzey Irak’a yönelik hakaret içeren nitemeler Türkiye’de belli bir kesimi rencide etmekte ve etnik gerilimi körüklemektedir.
Kürt sorunu, Irak’ın işgalinden sonra bölgesel bir sorun haline geldi. PKK terörü ve Kürt sorununun yönetilebilir bir hal alamamasının nedeni ise Türkiye’nin hesap ve çıkarlarının ABD, Avrupa, İsrail, İran ve Kuzey Irak Kürt yönetimin çıkarlarıyla çelişiyor omasıdır. Bu noktalarda yapılması gereken, öncelikle diplomatik yöntemlerle meseleyi uzun vadeli bir müzakere süreci olarak görerek, en azından ABD ve Avrupa ülkelerinden bir kısmının Türkiye’nin yanında yer almasını sağlayabilmek, diğer bölge ülkeleriyle de bu konuyla ilgili uzlaşı alanlarını artırmak ve çok boyutlu bir diplomasi sürdürmektir. Ortadoğu’da mutlak ittifaklar ve ideolojik saplantılar dönemi sona ermiştir. Bundan sonra yapılması gereken küresel ve bölgesel aktörlerle esnek, çok boyutlu ve aktif bir diplomasinin sürdürülmesidir. Türkiye’yi, Kıbrıs sorununda olduğu gibi uluslararası arenada yalnızlaştıracak adımlardan kaçınılmalıdır. Ekonomik ve kültürel işbirliği ve etkileşim de diplomasinin bir parçası olarak görülmeli ve bu konulara öncelik verilmelidir .
Kuzey Irak psikolojik, kültürel ve iktisadi olarak İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’a oldukça yakındır. Zamanla ticari ve sosyal etkileşim açısından daha da yakınlaşması söz konusu olabilir. Son dönemki restleşmeler Türkiye lehine ilerleyen bölgesel entegrasyonu baltalayarak sınırın iki yakası arasındaki mesafeyi artırmaya neden olmaktadır. Hem Amerikalılar, hem Kuzey Irak Kürt liderleri hem de PKK’lılar bunun farkındadır. Bu ilişkiyi geliştirmek ve barışçı yollarla sürdürmek Türkiye’nin lehinedir. Zira iktisadi açıdan istikrarlı ve demokrasisi başarılı bir şekilde işleyen bir Türkiye Kuzey Irak halkı açısından da çekim merkezi haline gelecektir. OHAL’in olduğu, çatışmaların yaşandığı ve tekrar ekonomik istikrarsızlık yaşamaya başlayan Türkiye, baskıcı yönetim anlayışına sahip Barzani ve Talabani’nin bağımsızlık emelleri açısından daha arzulanır bir tablodur. Türkiye, hızla gelişen Kuzey Irak’a tanklarıyla ve askerleriyle değilde, ticaret filoları, her düzeyde eğitim veren okulları ve planlı yatırımlarıyla girmeyi tercih ederse bu etkileşimden iki taraf da oldukça karlı çıkacaktır. Kuzey Irak Türkiye açısından düşman değil önemli bir açılım imkanıdır, yeterki taraflar süreci bu şekilde algılayarak aradaki terör mayını ortak bir hamleyle etkisiz hale getirebilsin. Türkiye’de sorumluluk sahibi yöneticiler hain ilan edilmeyi göze alabilecek cesareti göstererek bölgesel barış, istikrar ve işbirliğini önceleyen adımlar atmalıdırlar. Bu adımların uzun vadeli sonuçları ucuz kahramanlıklardan daha fazla tatmin edici olacaktır.
Anlayış - Kasım 2007