SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Hatem Ete, A Haber'de yayınlanan Ajans programında terör sorununun çözümü için süren görüşme trafiğine dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Devamı
SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Hatem Ete, TRT1de yayınlanan Enine Boyuna programında Pariste üç PKKlı kadın yöneticinin öldürülmesiyle başlayan gelişmeleri değerlendirdi.
Devamı
"Türkiye'nin bir Kürt meselesi bulunuyor." Türkiye, Suriye ölçeğinde veya ağırlığında bir ülke olsaydı, yaşanan soruna dair önceki cümleyi kurup, durmak yeterli olurdu. Kürtlerin ana gövdesinin yaşadığı, tabii kaynakları olmamasına rağmen bölgenin en güçlü ekonomisine ve askeri gücüne sahip, son on yıldır istikrarlı bir değişim ve demokrasi tecrübesi bulunan ülkenin ismi Türkiye. Bu haliyle, Türkiye'nin, "Kürt meselesini ya da PKK'yı" sadece kendi lokal sorunu olarak ele alması mümkün değildir. Demokratik açılım süreciyle kendi Kürt meselesinin çözümünde ciddi mesafe alan Türkiye'nin bir güncelleme yapması gerekmektedir. Türkiye bütün Ortadoğu'yu ihata edecek bir yaklaşımla Kürt sorunsalına yaklaşmak durumundadır. Hem siyasi derinliği açısından hem de güvenlik kaygıları açısından bu yaklaşım kaçınılmazdır. Hali hazırda, Baas rejimine Kürtler adına tarihlerinde ilk kez haklarının iade edilmesi talebi doğrultusunda baskı yapmış Türkiye'nin daha farklı bir seçeneğe yönelmesi düşünülemez bir durumdur.
'Devletin/ hükümetin yeni Kürt stratejisi' olarak adlandırılan strateji, usul yönünden eski Türkiye'nin zihinsel kodlarına sahiptir ve yeni Türkiye'de yer almaması gereken birçok unsur barındırmaktadır. Her şeyden önce, stratejinin, 'ismi açıklanmayan bir yüksek bürokrat'ın birkaç gazeteci ile yaptığı görüşmeye dayandırılması, siyaset kurumunu ve siyasi aktörleri dışlayan, by-pass eden bir nitelik arz etmektedir. İsmi açıklanmayan bir kamu bürokratının -asker, yargı mensubu veya yüksek bürokrat- yaptığı açıklamalarla siyasi gündemi belirlemesi, eski Türkiye'nin vesayet rejimi içinde görülebilecek bir alışkanlıktır. Nitekim demokrasi tarihimiz boyunca, özellikle de 28 Şubat sürecinde artan bir yoğunlukla, siyasi gündem, ismi açıklanmayan bir yüksek komutana veya yargı mensubuna dayandırılan haberlerle dizayn edilmiştir.
PKK'nın gündeminde Kürt meselesi gerilemeye devam ettikçe BDP de siyaseten anlamsızlaşmaya devam edecektir. BDP siyaseten geriledikçe oluşan boşluk, AK Parti düşmanlığı motivasyonuyla BDP adına doldurulmaya ve şekillendirilmeye devam edilecektir. Cumhuriyet tarihinin mezaliminin müsebbibini, yıllar sonra AK Parti olarak bulan sol-anakronizm ve PKK; bölgemizde yaşanan vekalet savaşında Baasçılığa oynamaktan hiç de rahatsız olmamaktadır. Kaderini Baasçılıkla eşitlemiş bir yapının demokratik bir zemine gelmesini veya oluşması için engel olmamasını beklemek neredeyse imkânsız hale geldi. PKK'nın bu trajik tercihi sadece kendisini ilgilendirmiyor. PKK Kürtlerin ve Türklerin maliyetine Türkiye'ye bedel ödetiyor. Bunu zihnen rahatsız olmadan yapabilmek için iki şeye karar vermesi yeterliydi: dağda kalacağız ve silah bırakmayacağız. Son saldırıları bu kararlarının delilidir. Bu karar ne yeni Türkiye'yi ne de yeni bölgesel dengeleri okuyamamanın da bir başka tezahürüdür.
Türkiye'nin mecburi ve tabii istikameti olan demokratikleşmenin organik bir parçası olmak yerine yel değirmeniyle savaşmayı tercih etmektedir. Cumhuriyet tarihimizin en yoğun normalleşme yılları yaşanırken, PKK, Kürt meselesinin en önemli aktörü olmaktan çıkıp 'Kürt meselesinin PKK sorunu' olmaya dönüşmüş durumdadır. Bu oldukça derin kırılma, Kürt meselesinin çözüm bekleyen dinamiklerinden uzaklaşıp Kürt ulusalcılığının ajandasının PKK'nın ana gündemi olmasına yol açtı. Bu yapısal kırılmanın sağladığı oldukça sorumsuz ruh hali içinde, kendi özel gündemi dışında hiçbir maslahat gözetmeyen provokatif bir yapıya dönüştüler. Suriye'de vatandaş bile olamayan, İran'da seri şekilde idam edilen, Irak'ta on bin km uzaktaki bir beslenme hattı üzerinden siyasal kuvözde yaşayan Kürtlerin durumunu hiç hesaba katmadan, Türkiye'de Kürtler maliyetine terörü sürdürmeyi tercih ediyorlar.
Öcalan'ın oynamıyorum, BDP'nin oynayamıyorum, PKK'nın ise ben bildiğimi oynarım tavırları naif bir siyaset, dolayısıyla da daha fazla gerilim ve şiddet üretmeye devam edecek. Ama son tahlilde, Kürt meselesinin en önemli sorunu olan PKK kendisini ana hedef haline getirmeyi başarmış olacak. PKK maliyetine sivil siyasetin yok edilmesi, toplumsal tahrik ve nefretin de yükselmesi, PKK'lı liderlerin dile getirdiği gibi pek umurlarında olmayacak. 1990'larda, Çiller'in 'Bask modeli tartışmalarıyla başlayıp Vietnam modeliyle' terk etmek zorunda kaldığı Türkiye'ye dönülebileceğine inananlar için yukarıdaki tespitlerin elbette bir anlamı yok. Her iki kişiden birinin AK Parti'ye oy verdiği, Erdoğan'ın üçüncü dönem için milletten ezici bir destek aldığı, ekonominin Cumhuriyet tarihinin en başarılı performansını gösterdiği, bölgesel düzenin eksen değiştirdiği bir zaman dilimindeyiz. Bütün bu dinamiklere rağmen 1990'ları zımnen özleyenler olduğu muhakkak. Ümit ederiz ki akılları kinlerinin önüne geçer.
Devamı
Türkiye, Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, PKK'nın silahsızlandırılması ile Kürt meselesinin çözümü arayışlarını birbirinden ayırmak gerekir. On yıllardır, bitmek tükenmek bilmez bir şekilde, "PKK'nın silahsızlanması" süreci, Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır, Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli on yıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. Çünkü PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece "iyi şeyler olmasını" dilemekten öteye geçemeyiz.
Devamı
Yeni Türkiye'de Kürt meselesi kısır döngünün yaslandığı bir sanal, bir de reel iki dinamiği bulunmaktadır. Birincisi, kaybedecek hiç bir şeyimiz yok' şeklinde özetlenebilecek anakronik sol pesimizmidir. Bu kötümser ruh hali ve siyasal dili yapılabilir olanı ideal olanla, yapılanı yapılmayanlarla, tartışmayı usul sorunlarıyla sürekli makasa alarak mağduriyet algısına yaslanmayı şahsiyet kazanmaya tercih etmektedir. İkincisi ise PKK'nın varlığını ilânihaye sürdüreceği algısıdır. Bugün Kürt meselesi adına tekrara giren söylemlerin inanarak dile getiremedikleri tek husus PKK'nın silahsızlanmasıdır. Irak işgali sonrası bambaşka bir denkleme oturan ve ciddi anlamda silahsızlanma veya teröre başlama kararlarının salahiyeti bile elinden alınmış tarifi zor bir örgütle karşı karşıyayız. Kürt meselesi-PKK ilişkisini nesh eden bir PKK'nın sorunu olarak PKK' önümüzdeki dönemin en yakıcı başlığı olmaya devam edecektir.
Cumhuriyetle yaşıt olan Kürt meselesi, bir sorun olarak ortaya çıkarken de çözüme dair adımlar atılırken de değişmeyen "kırmızı çizgiler" fasit dairesinden hiçbir zaman kurtulamadı. Kürt meselesinin yıllar içinde çözüm sürecinden sürekli uzaklaşarak kangren haline gelmesine büyük bedeller ödeyerek şahitlik ettik. Başbakan Erdoğan'ın 2005 Diyarbakır konuşmasından bu yana devlet aklında Kürt meselesine dair yaşanan derin paradigma değişimi ve çözüme dair umutlar da bugünlerde gündeme oturan kırmızı çizgiler provokasyonuna takılma riski taşıyor.
Türkiye,15 Aralık'tan bu yana, BDP'nin yarattığı gündemi tartışıyor. Bu gündem, birbirinden bağımsız iki ana başlıktan oluşuyor. Birincisi, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın 15 Aralık'ta, devletin yasal ve anayasal adımlarını beklemeden BDP'nin Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde yaşamın tüm alanlarında iki dilli hayatı hâkim kılacağına dair yaptığı açıklamadır. İkincisi, Demokratik Toplum Kongresi (DTK)'nin 18-19 Aralık'ta gerçekleştirdiği "Demokratik Özerklik Çalıştay"ı sonrasında kamuoyuna ilan ettiği "Demokratik Özerk Kürdistan İnşası" taslağıdır. Her iki gündem maddesinin içerdiği insani ve meşru talepler, BDP ve DTK tarafından, kamuoyunu kışkırtacak, meydan okuma algısı oluşturacak bir tarzla gündeme sokulmuştur. İki dilli yaşam talebi, TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşularak; özerklik tartışmaları da öz savunma gücü, ayrı resmi dil ve ayrı bayrak gibi talepler üzerinden sağlıklı ve serinkanlı biçimde tartışılamaz hale getirilmiştir.
Adeta çözülmeye çalışılan Kürt meselesi öznelik sorunu karşısında ikincil bir problem haline gelmiş durumdadır. Demokratik açılım süreci tam da bu problemden dolayı Kürt meselesine ulaşamadı. Aradaki aktörlerle uğraşmaktan sorunun özüne yönelik adımlara sıra gelmedi. Bundan sonra da, aktörlük sorunu kabul edilebilir bir noktaya çekilmediği müddetçe benzer bir son kaçınılmaz görünmektedir. Demokratik açılım, yirmi yıllık medya, seksen yıllık resmi tarih karartmasından sonra, Kürt meselesinin tartışılmasını sağladı. Açılım süreci bu yönüyle başlı başına bir yüzleşme pedagojisi inşa etti. Kürt meselesi başta olmak üzere 'dokunul( a)mayanlar' başlığı altındaki bütün yakıcı sorunlara bir şekilde dokunulmuş oldu. Gelinen noktada sorunun çözümünde umutlar korunmakla beraber, çözüme henüz uzak olduğumuz aşikâr. Çözümü zora sokan, çözüm yönünde mesafe almayı zorlaştıran dinamiklerin başında ise, aktörlük mücadelesi yer alıyor.
Demokratik açılım, hem Kürt sorunu hem de PKK'nın silahsızlandırılmasında, süregelen devlet politikasından farklı bir politikayı öngördüğü için, toplumda 25 yıldır çözülemeyen bu sorunun çözülebileceğine dair bir umut oluşturdu. Demokratik açılım, devletin her iki sorunla da yüzleşmesinde esaslı bir değişimi ifade ediyor. Nitekim Kürt sorunu ve PKK ile mücadelede eski ve yeni siyaset tarzının isimleri, bu iki politika arasındaki temel farkı ortaya koyacak nitelikte. Eski politikalar güvenlik perspektifi olarak isimlendirilirken yeni dönem politikalar demokratik açılım olarak isimlendirildi. Bu isimlendirilmelere bakıldığında, Kürt sorunu ve terörle mücadelede, yaşanan politika değişikliğinin en önemli unsurunun, güvenlik-demokrasi dengesini yeni baştan kurgulamak olduğu açık. Eski siyaset tarzında demokrasi güvenliğin güdümündeyken, yeni siyaset tarzı güvenliği demokrasinin emrine vermeyi vaat ediyor. Bu kısa girişten sonra, demokratik açılımın hangi koşullarda gündeme geldiğine ve ne anlam ifade ettiğine bakabiliriz.
Demokratik açılım, yaklaşık altı ay önce, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'deki bütün kimlik sorunlarını çözmek üzere hükümet tarafından başlatılan bir süreç. Hükümetin anayasal kurumlarla müzakere ederek başlattığı bu sürecin en temel gerekçesi, Kürt meselesinin toplumsal barışın önünde önemli bir engele dönüşmüş olmasıydı. Çünkü Kürt sorunu başta olmak üzere, kimlik sorunlarının tamamı, çözümsüzlüğe terk edildikleri süre boyunca vatandaşın devlete aidiyetini ve toplumsal barışı zedeleyen bir düzeye ulaşmış durumda. Bu nedenle, açılım sürecinin en öncelikli hedefi, bu eğilimi durdurarak tersine çevirmek ve böylece toplumsal barış ve bütünleşmeyi tesis etmek idi.
DTP sokağı yönetmiyor, sokak DTP'yi yönetiyor. Oysa sokağın uzun vadeli bir stratejisi yoktur. Sokak, soğukkanlı analizler yapmaz. Sokak, doğası gereği, çatışmaya, öfkeye, aceleciliğe, radikal kararlar almaya, pire için deve yakmaya yatkındır. Tam da bu özelliği dolayısıyla, siyasal bir aracılığa, bu öfkeyi politikaya çevirecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyar. DTP tam da bu işlevi yerine getirmek için var. Bu işlevi yerine getirmek bir yana, sokağa uyum gösterdiği için, DTP bir siyasal parti gibi davranmıyor.
DTP, başından beri açılıma destek verse de, açılımı zora sokacak tutum ve davranışlara da tevessül etmekten geri durmadı. Açılımın başarıya ulaşmasını istemesine rağmen, DTP, meselenin çözümü için gerekli olan siyasal inisiyatifi kullanmaktan yoksun olması, kendisinden beklenen kolaylaştırıcı rolü oynayamaması ve kritik anlarda kullandığı söylem ve gösterdiği davranışlarla genel kamuoyunun hassasiyetlerini gözetmemesi dolayısıyla açılım sürecini zaafa uğratabiliyor. Ahmet Türk'ün konuşmasına yansıyan sağduyulu tavrın parti politikasına dönüşüp dönüşmeyeceği ise büyük oranda DTP dışı koşullara bağlı olacaktır.
Türkiye'de yüzyıllık bir milletleşme sorunu var. Millet olma sorunu içerisinde bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu içerisinde kanlı bir mücadele var. Yıllardır akan kanın içerisinde bir terör sorunu var. Terör sorunu içerisinde PKK var. PKK sorunu içerisinde güvenlik sektörümüz, dış mihraklar, enerji, Ortadoğu jeopolitiği vs. var. Onlarca farklı dinamiğin içerisinde Türkiye'nin büyüme sancıları var. Türkiye bir karar noktasında: Sınır tartışmasından bağımsız olarak; ya Kürt sorunu üzerinden büyüyeceğiz ya da küçüleceğiz. Anlaşılan o ki devlet aklımız büyümekten yana. Lakin son beş aydır, aklıselim sahibi herkesin dile getirdiği gerçek, PKK'ların teslim olma görüntüleriyle bir kez daha tescillendi: Bu süreçte üslup içerikten önemlidir.
Kürt meselesini doğuran asıl unsurun Cumhuriyet'in farklı etnik unsurlarını, asimilasyondan entegrasyona uzanan bütün mümkün dönüştürme formlarıyla, Türklük potasında eritme politikası olduğuna şüphe yok. Dar bir ulusçuluk yorumuyla tanımlanan Türklüğün bir parçası olmayı kabullenmeye dayalı vatandaşlık rejiminin, Kürtlerin etnik ve siyasi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmeye izin vermemesi, Kürt meselesinin özünü oluşturuyor. Bu çerçevede, vatandaşlık rejimi, devlet ile birey arasındaki hukuki bağın niteliğini tanımlıyorsa, Kürt meselesi bağlamında sorunun genel anlamıyla hukuki bir sorun olduğu söylenebilir.
Kürt sorunu Türkiye'nin iki yüzyıllık bakiyesiyle yüzleşmesinin imkânını sunuyor. Çünkü Türkiye'de sorun namına her ne var ise (siyasi, iktisadi, sosyal, idari, dış politika vb.), bunları Kürt sorununun kodları içerisinde bulmak mümkündür. Tam da bundan dolayı, bu sorunla yüzleşmek ve bu yüzleşmeyi, bir dönüşüme vesile kılmak, topyekün bir biçimde Türkiye'de toplumun ve siyasetin uyumlu bir denge içinde var olacak bir millet yapısına kavuşmasını mümkün kılacak en önemli sorundur. Ezcümle, SETA ve Pollmark'ın ortaklaşa gerçekleştirdiği araştırmanın en önemli sonucu, Kürt meselesinde çözümü ne kadar büyütme iradesi gösterirsek, sorunu da o kadar küçültme imkânımız olacağıdır.
Son 25 yıldır medya, Kürt meselesinde kendine özgü oldukça sorunlu bir dil inşa etmiş durumdadır. Halkın tüketimine yıllardır sunulan bu sorunlu dil yine halkın sağduyusu sayesinde Kürt meselesinin toplumsal çatışma düzeyine gelmesini engellemiştir. Dolayısıyla bugün nispeten olumlu bir tutum takınan medyanın meselenin önemine binaen daha ciddi bir şekilde sorumlu davranmaya davet edilmesi elzemdir. Gazete manşetlerinden dizilere, tartışma programlarından köşe yazılarına kadar azami dikkatin sergilenmesi gerekmektedir. Bu ise temenni ile hayata geçebilecek bir durum değildir. Milli güvenlik konsepti içerisinde tavsiyelerin yapılması elzemdir.
Türkiye Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde de PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, eylemlerine başladığı 1984'ten bu yana PKK silahsızlandırılmaktadır. Bu bitmez tükenmek bilmek PKK'nın silahsızlanması süreci Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır. Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli onyıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece iyi şeyler olmasını dilemekten öteye geçemeyiz. Aynı şekilde DTP, Kürt sorununun sonucu olarak var olmaktadır. Fakat bu tespit DTP'nin bir Kürt meselesi olduğunu ortaya koymaz. PKK'nın bir PKK; DTP'nin ise bir DTP sorunu bulunmaktadır. Ve bu sorunları Kürt meselesinden çok daha önceliklidir. PKK örgütün geleceği konusunda çaresiz olduğu kadar; DTP'de Kürt meselesinin asgari bir düzeye düştüğü durumda partinin ne olacağıyla meşguldür.