Lübnan Başbakanı Rafik Hariri’ye düzenlenen suikastin üzerinden 5 seneyi aşkın bir süre geçti.
Suikastin faili meçhul olarak tarihe geçmesini önlemek için Birleşmiş Milletler, Lübnan hükümetinin talebi üzerine Lübnan Özel Mahkemesi’ni kurdu. Failleri Lübnan ulusal yasalarına göre yargılamakla yükümlü olan mahkeme, davanın soruşturma ve iddianame hazırlama kısmını da yürütüyor. Mahkemenin soruşturmayı ne kadar sağlıklı bir şekilde yürütebildiği ise büyük tartışma konusu. Bununla birlikte davanın ülkenin politik gerçeklerinden soyutlanamaması, dış aktörlerin tesirine açık olması ve dikkatlerin sadece “olağan şüphelilerde” yoğunlaşması da mahkemenin salahiyetine dair soru işaretleri ortaya çıkarmakta.
İlk başlarda suçlamalar “olağan şüpheli” Suriye üzerinde toplandı. Önce Suriye yanlısı olmakla suçlanan 4 Lübnanlı general tutuklandı. Bu tutuklamalar bütün okların Suriye’ye çevrilmesine aynı zamanda Lübnan’la Suriye arasında da soğuk rüzgarlar esmesine sebep oldu. Tutuklanan generaller yaklaşık 4 sene sonra delil yetersizliğinden ve kilit tanıkların ifadelerindeki tutarsızlıklardan dolayı serbest bırakıldılar. Bu serbest bırakılma ve ardından Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin “Suriye’yi boş yere suçladık” minvalindeki açıklamasıyla oklar diğer “olağan şüpheli” Hizbullah’a doğrultuldu.
Bu arada mahkeme, davanın en önemli tanıklarından eski Suriye ajanı Muhammad Zahir Al-Sadık’ın (Arapça’da doğru sözlü) aslında çok da doğru sözlü olmadığını ileri sürdü. Al-Sadık, suikastten Şam yönetimini ve Lübnan’daki Suriye-Lübnan güvenlik yapılanmasını sorumlu tutuyor ve Hizbullah’tan bazılarının suikaste lojistik destek verdiklerini iddia ediyordu. Hizbullah’ı suçlasa da Hizbullah’ın lider ekibinin suikastten haberi olmayabileceğini de ifade ediyordu. Dört sene tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan General Cemil As-Sayid’in, Al-Sadık hakkındaki “yalancı şahitlik” ve Saad Hariri hakkındaki suikaste iştirak iddiaları mahkeme soruşturmasını içinden çıkılmaz bir hale soktu.
s-Sayid, Hariri’yi Al-Sadık’ın yalancı şahitliğini finanse ederek ve babasının kanını kullanarak Batının”Yeni Ortadoğu Projesi’ni uygulamakla suçladı. Yani As-Sayid’e göre Hariri, Suriye’ye yönelttiği suikast suçlamasıyla Amerika’nın Suriye’yi de içine kattığı “şeytan ekseni” tezini ve Amerika’nın Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni düzeni destekliyordu.
Dava iddianamesinin açıklanma zamanı yaklaşırken “sızma” haberleri de sıklıkla yayınlanmaya başladı. Bazı uluslararası lobilerin psikolojik harp taktiği olarak kullandığı bu sızmalar, Lübnan’daki siyasi krizi ve korku atmosferini derinleştirdi. Özel mahkemenin raporlarına ulaştığını iddia eden birçok gazete, periyodik olarak iddianamede Hizbullah’ın suçlanacağına dair haberler yapıyor.
Der Spiegel, Hizbullah’ın askeri kanadının komutanlarından Hajj Salim’in- dolayısıyla Hizbullah’in lider ekibinin- suikastın sorumlusu olarak bulunduğunu yazarken, Wall Street Journal Hizbullah liderlerinden, Suriye’de uğradığı suikastle hayatını kaybeden İmad Mugniye’yi suçlu göstermekte. İsrail’in Kanal 1’i ise mahkemenin Mugniye’nin akrabası Mustafa Bedreddin’in planlayıcı olarak suçlanacağını iddia etti. En son olarak Kanadalı CBC tarafından yayınlanan araştırma makalesine göre ise suikastten Hizbullah’ın sorumlu tutulacağı iddia edildi. CBC’nin bir diğer iddiası ise soruşturma ekibinin Refik Hariri’nin protokol şefi ve Lübnan’ın şimdiki polis istihbarat şefi Wissam Hassan’ın da suikastle alakası olduğu fakat bunun hasıraltı edildiği yönünde.
İsrail yakın takipte
Söylentilerin gündemi tayin ettiği Lübnan’da gergin bir bekleyiş hakim. Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi, Hizbullah’ın siyasi sürece iştiraki ve 2008’deki Doha Anlaşması’yla sağlanan nisbi politik sukünet yerini iç savaş tartışmalarına bırakmakta. Lübnan’ın hassas etnik ve dini karakteri, İsrail’in Hizbullah’ın silahlanmasını ve Lübnan’da kök salmasını bir şekilde engelleme niyeti ve Başbakan Hariri ile Hizbullah arasında arka planda esen soğuk rüzgarlar Lübnan’da bir iç çatışmayı maalesef mümkün kılmakta.
Lübnan’da gergin bekleyiş sürecini en yakından takip eden ülkelerden birisi ise İsrail. Hizbullah lideri Nasrallah, Hariri suikastini İsrail’in organize ettiğine dair ellerinde kanıt bulunduğunu iddia etti. Bu kanıtlardan birisi ise İsrail’in Hariri’nin konvoyunun güzergahını takip etmesiydi. İlginçtir ki İsrail daha sonra Hizbullah’ın İsrail’in insansız hava uçaklarından çekilen fotoğrafları ele geçirdiğini kabul etti. Hizbullah’ın sunduğu kanıtların ne kadar ciddiye alınacağı şüphe götürür ama suikast ile alakalı ciddi bir iddia vardır ki bu İsrail’in Hariri’nin suikastinden en fazla fayda sağlayan taraflardan biri olduğudur. Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesinde, Suriye ve Hizbullah üzerindeki uluslararası baskının artmasında ve Lübnan’ın İsrail saldırısına elle tutulur bir karşılık verememesinde kısaca Lübnan’ın İsrail istihbaratının ve ordusunun kolayca at koşturabileceği bir alan haline gelmesinde Hariri suikastının ülkeyi içine soktuğu durum etkili olmuştur. Bu sürecin İsrail’in önceden hesaplayamadığı sonucu ise kendilerini Lübnan’ın savunucusu olarak ikame eden Hizbullah’ın Lübnan halkı nezdinde itibarının artması ve siyasi sürece daha fazla dahil olmasıdır.
Türkiye çatışmayı önleyebilir
Hizbullah’ın siyasi ağırlığının arttığı ve kendini direnişin anahtarı olarak ikame ettiği Lübnan’da, özel mahkemenin Hizbullah’ın liderlerini itham edici bir iddianame hazırlaması şüphesiz çatışmayı körükleyecektir. İddianamenin bir iç çatışmayı tetikleyeceğini bilen mahkeme görevlileri büyük ihtimalle suçlamalar konusunda “kamu yararını” gözetecektir. Yaygın kanıya göre ise mahkeme, suçlamaları Hizbullah’ın ölmüş veya zaten marginalize olmuş yetkililerine yönlendirecektir.
Suudi Kralı Abdullah’ın, Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife al-Thani’nin ve Suriye Devlet Başkanı Beşar El-Esad’ın geçtiğimiz Temmuz ayında Lübnan’a yaptıkları tarihi ziyaret ve ve en son olarak Başbakan Erdoğan’ın bir kahraman gibi karşılandığı Lübnan ziyareti uluslararası camianın Lübnan’daki siyasi istikrarın korunmasına verdiği önemi göstermekte. “Çatışmanın her tarafıyla konuşabilme” özelliğine sahip Türkiye gibi ülkeler Lübnan’daki çatışmanın önlenmesinde etkili olacaktır. Lübnan’da ümitvar olabilmek için belki de en büyük sebep Erdoğan gibi liderlerin proaktif uzlaştırma çabalarıdır. Bu çabalara özellikle İsrail ve İran’ın müdahalesi en aza indirgenebilirse Lübnan’da iç çatışma ihtimali de azalacaktır.