İsrail’in “Kutsal” Savaşı ve Yükselen “Dincilik”
İsrail'in gaddarlığı yeni bir şey değil ama gaddarlığının boyutu bu defa geçmiştekilere hiç benzemiyor. Sadece Gazze'deki yıkımın büyüklüğü, atılan bombaların tahrip gücü, sivil can kaybının miktarı değil, Başbakan Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililerin söylemleri ve kullandıkları ifadeler de geçmişteki söylem ve ifadelerden belirgin bir şekilde ayrışıyor.
Paylaş
Hamas'ın "Aksa Tufanı" ismini verdiği 7 Ekim tarihli sürpriz saldırısı, şüphesiz İsrail'in yakın tarihinin en büyük travmalarından biri oldu. Bu travmanın büyüklüğü nispetinde adeta kendisine "haklılık" ve "meşruiyet" devşiren İsrail yönetimi de kırk günü aşkın bir süredir Gazze'yi ve sakinlerini benzeri görülmemiş bir yıkım ve katliama mahkûm ediyor. Gazze'nin -maalesef- İsrail'in saldırılarına son derece "aşina" bir yer olmasına rağmen devam etmekte olan saldırı bu zamana kadarki saldırıların hepsine aratacak mahiyette. O kadar ki, hastane, ambulans, mülteci kampı gibi en savunmasız ve sivil hedefler vurulurken her defasında "çiğnenmedik bir insanlık değeri kaldı mı?" sorusunu sormadan edemiyoruz.
İsrail'in gaddarlığı yeni bir şey değil ama gaddarlığının boyutu bu defa geçmiştekilere hiç benzemiyor. Sadece Gazze'deki yıkımın büyüklüğü, atılan bombaların tahrip gücü, sivil can kaybının miktarı değil, Başbakan Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililerin söylemleri ve kullandıkları ifadeler de geçmişteki söylem ve ifadelerden belirgin bir şekilde ayrışıyor.
Netanyahu, 7 Ekim saldırısından bu yana siyasi kariyerinde hiç olmadığı kadar "dinci" bir söylem kullanıyor. Hem orduya moral aşılamak için yaptığı konuşmalarda hem halka hitabında hem de muhatap olduğu sorular karşısında sürekli Kutsal Kitap (Kitab-ı Mukaddes)'a atıf yapıyor. Özel hayatında ve siyasi çizgisinde "dindar" olmadığı net bir şekilde bilinen Netanyahu'nun neredeyse Kutsal Kitap'a atıf yapmadan konuşamaz hale gelmesi içinden geçtiğimiz sürecin olağanüstü şartlarının bir başka yansıması. Şüphesiz Netanyahu'nun "dini keşfetmesi"nde kendince pragmatik sebepleri var. Ancak burada söz konusu olan İsrail siyasi arenasının topyekûn "dincileşmesi" ve "radikalleşmesi".
Menahem Begin'den bu yana istikrarlı bir şekilde merkezi sağa kayan İsrail siyaseti, Netanyahu'nun kurduğu son hükümetle birlikte İsrail tarihinin en sağcı, en dinci ve en radikal hükümetiyle zirvesine ulaştı. Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir, Filistinlileri soykırıma tabi tutmanın "Tanrı'nın bir emri" olduğuna inanmış Brooklyn doğumlu ve aşırı sağcı biri olan Baruch Goldstein'ın hayranı olmakla tanınıyor. Goldstein, namaz kılmakta olan 29 Filistinliyi katlederek ün yaptıktan sonra Ben Gvir, Purim bayramlarında defalarca Goldstein kılığına bürünmüş ve 2020 yılına kadar da evinin oturma odasında Goldstein'ın posterini asılı tutmuştu. Yine 7 Ekim'den sonra Batı Şeria'da yerleşimci teröristler keyfi ve kontrolsüz bir şekilde Filistinlileri öldürebilsinler diye silah dağıtılmasına Ben Gvir bizzat nezaret etti.
Bu kadronun yönetiminde İsrail'in meşru müdafaa gibi bir derdinin olmadığı, sorumlu davranmak zorunda hissetmediği, intikam, toplu cezalandırma ve soykırım gibi güdülerle hareket ettiği, devletten ziyade örgüt gibi davrandığı çok açık. Dahası liderlerden, operasyona katılan askerlere kadar mezkûr eylemler Kutsal Kitap atıflarıyla meşrulaştırılıyor ve motive ediliyor. Netanyahu, Gazze bombardımanı devam ederken "Kutsal Kitap'ta Tanrı bize 'Amalek'in sana yaptığını hatırla' diyor. Hatırlıyoruz ve savaşıyoruz" dedi. Amalekliler, Samuel Kitabında İsrailoğulları'nın Mısır'dan toplu çıkışları sırasında onlara sürpriz bir şekilde saldıran kadim bir kavim olarak anlatılıyor. Kutsal Kitap'a göre Tanrı, İsrailoğulları'na yapılan bu sürpriz ve acımasız saldırı karşısında çok öfkelenmiş, Kral Saul'a Samuel Peygamber aracılığıyla Amaleklileri hiçbir ayrım gözetmeksizin katletmesini emretmiştir. Bu emirde "kadınlar, erkekler, çocuklar, bebekler, sığırlar ve koyunlar" açık bir şekilde öldürülmek üzere belirtilmiştir. Kral Saul, Amaleklilerin kralının ve bazı hayvanların canını bağışladığında ise Tanrı'nın öfkesini üzerine çekmiş, Samuel Peygamber tarafından reddedilmiş ve üzerinden Tanrı'nın inayeti kalkmıştır.
Ana akım Yahudi geleneği, söz konusu Amalek kıssasını mecaz anlamıyla anlama eğilimindeyken, daha lafzi yorumlar da Tanrı'nın Amalekliler için verdiği emri yalnız ve yalnızca Amaleklilere has bir ceza olarak okumuştur. Dolayısıyla Amalekliler ortadan kalktığına ve bugün de Amaleklilerin kim olduğu bilinmediğine göre böyle bir emir bugün geçerli değildir. Ancak aşırı sağcı Yahudiler, Kutsal Kitap'taki Amaleklilerin bugün Filistinliler olduğu konusunda kendilerinden emindir. Bu sebeple yerleşimci teröristler arasında bolca bulunan aşırı sağcı Yahudiler keyfi bir şekilde Filistinlileri öldürmekte; Gazze'ye havadan ve karadan saldıran ordu mensupları da Filistinli bebeklere bile acımamaktadır. İsrail'in mevcut yöneticileri ve askerlerinin elinde Kutsal Kitap ve onun emirleri icra ettikleri soykırımın motivasyonunu ve "meşruiyetini" teşkil etmektedir.
7 Ekim'den sonra Kutsal Kitap'ın mezkûr işlevinin firesiz bir şekilde yerine gelmesinden emin olmak için ordu hahamlarının askeri üsleri gezerek askerlere Amalek kıssasını anlattığı bilinmektedir. 7 Ekim sonrasında hâkim olan atmosferde Amalek kıssasından haberdar olmayanlar ya da onu aşırı sağcı Yahudiler gibi yorumlamayanlar için ise Netanyahu, Hamas'ın sürpriz 7 Ekim saldırısına benzerliği üzerinden Amalek atfını bilinçli bir şekilde yapmış, bu aşırıcı ve cani anlayışın kitlesel ve sistematik bir hal almasını hedeflemiştir.
[Sabah, 18 Kasım 2023]
Etiketler »
İlgili Yazılar