15 Temmuz'da Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirilmeye çalışılan ve 179'u sivil, toplamda 246 insanımızın katledildiği darbe girişimine batının verdiği tepki hepimizi hayrete düşürdü. Siyasetçisinden medya mensuplarına, Think Tank dünyasından akademisyenlere kadar batı dünyasının kahir ekseriyeti sanki ortada Türkiye Cumhuriyetinin resmi kurumlarına sızarak gerçekleştirilen vahşi ve gözü dönmüş bir darbe girişimi yokmuş gibi hareket ettiler.
Darbenin ilk saatlerinde darbeye meşruiyet sağlayan yayınları ve söylemleri yaydılar. Bu girişim, tarihte eşine benzerine az rastlanır bir sivil direniş ile püskürtüldükten sonra dahi darbe girişimini görmezden geldiler. Batı kamuoyunda yaygınlaşan söylemlerde başlıca unsur, bu darbenin Erdoğan'ı güçlendireceği ile ilgili manipülasyon oldu. Hatta hatta Ortadoğu halklarının komplo teorilerine çok fazla meylettiğini iddia ederek aşağılayan aydınlanmış Batı entelijansiyasının ve medyasının bir kısmı bu darbenin Erdoğan tarafından planlandığı gibi bir deli saçmasına kendilerini inandırdılar.
Darbe girişimi sırasında tekbir getirerek ölüme yürüyen Müslüman Türk halkını; Müslüman, gayri Müslim, çocuk, yaşlı, kadın demeden herkesi en vahşi bir biçimde katleden IŞİD militanlarını ile bir tuttular. Hâlbuki yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, ölüme yürüyen insanların tekbir getirmesinden daha doğal ne olabilirdi? Bu insanlar tankların karşısında yoga yapacak yahut Budist ilahileri söyleyecek değillerdi.
Bu dezenformasyon kampanyasının zirvesinde New York Times gazetesi "Erdoğan takipçileri koyundur ve Erdoğan kendilerine ne söylerse onu yaparlar." diyerek Müslüman Türk halkının aslında demokrasiye layık olmadığını ima etti. Yapılan birçok yorumda tekbir getiren, sarıklı, çarşaflı bu yobazlar mı demokrasiyi getirecek tarzı ifadelerle bu insanların demokrasiye layık olmadığı ön plana çıkarıldı. Özellikle seçilen bu resimlerle her kesimden insanın darbeye karşı çıktığı gerçeği örtbas edilmeye çalışıldı.
Diğer taraftan bu ifadelerle aslında Türk halkının Müslüman kimliğinden dolayı siyasi bir aktör olamayacağı söylenmek istenmektedir. Türk halkının siyasi bir aktör olarak kendi hakkını hukukunu korumak için canını ortaya koymuş olmasını görmezden gelen böyle bir tavrın islamofobik olduğu apaçıktır. Boğaz Köprüsü'nde tek başına tankların üzerine yürüyen ve batıda kocasının zoruyla başını örttüğüne ve esaret altında olduğuna inanılan başörtülü o kadın, dünya demokrasi tarihine geçecek bir sivil direniş ve cesaret örneği sergilemiştir. Fakat gelgelelim, Batı'nın başörtülü Müslüman kadınlar ile ilgili ezberlerini bir çırpıda bozan o kahraman kadınının Müslüman olmayan bir toplumda gerçekleşse kahramanlaştırılacak olan hikâyesi tamamen görmezden gelinmektedir.
Bütün bu tavırlar Batı kamuoyunun kahir ekseriyetinin İslam dünyasına bakışının ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. İslam dünyasına demokrasi getirmek için Afganistan ile Irak'ın altını üstüne getirmiş olanlar, bugün Amerika'da yaşayan ve kendi İslam yorumu dışındaki bütün yorumları hakir gören bir meczubun örtülü bir teokratik düzen kurmak üzere yeltendiği darbe girişiminin şakşakçıları konumuna düşmüşlerdir.
[Zaman, 26 Temmuz 2016].