SETA > Yorum |
Blinken Doktrini Var mı

Blinken Doktrini Var mı?

Amerikan dış politikasının şekillenmesinde etkili olmuş meşhur doktrinler bağlamında düşünüldüğünde Dışişleri Bakanı Blinken’ın etkin bir doktrin ortaya koyduğunu söylemek mümkün değil.

Amerikan dış politikasının şekillenmesinde etkili olmuş meşhur doktrinler bağlamında düşünüldüğünde Dışişleri Bakanı Blinken’ın etkin bir doktrin ortaya koyduğunu söylemek mümkün değil. Biden’ın dış politika anlayışına sadık bir bakan olarak görev yapan Blinken doktriner bir profilden ziyade uygulayıcı bir isim olarak öne çıktı. Biden’ın siyasi kariyeri boyunca dış politika konularına hâkim ve tecrübeli profili itibariyle doktriner birini tercih etmemesi anlaşılabilir. Buna karşın dünya siyasetinin en önemli dinamiğini ‘‘otokrasilerle demokrasiler arasındaki mücadele’’ olarak tanımlayan Biden’ın bu anlayışa uygun bir stratejisi etkili bir biçimde hayata geçirildiğini söylemek mümkün değil. Blinken’ın Biden’ın tercihleriyle son derece uyumlu bir çizgi izlemesine rağmen Amerikan dış politikasına yeni bir istikamet verecek kapsamlı bir strateji ortaya koyduğunu gözlemleyemedik. Amerikan dış politikasını toparlayarak Amerika’yı uluslararası sistemin tekrar başat aktörü haline getirmek iddiasına sahip Biden yönetiminin bu vaadini gerçekleştirecek bir strateji ortaya koyduğunu göremedik.

Önce Amerika’dan Otokrasilerle Mücadeleye

Trump’ın ilk döneminin dış politikasına tepki ve Amerikan kredibilitesini tekrar inşa etme üzerine kurulan Biden dış politikası kapsamlı bir stratejik yaklaşım ortaya koymakta zorlandı. Amerikan dış politikasına damga vurmuş doktrinler denince George Kennan’ın Sovyetler’in ekonomik, siyasi ve askeri olarak çevrelenmesi, Brzezinski’nin Avrasya’yı ne Rusya’nın ne de Çin’in domine etmesine izin verilmemesi, Kissinger’ın ideoloji yerine reelpolitike dayanan uluslararası güç dengelerinin öncelenmesi ilk akla gelenler arasında yer alıyor. Trump’ın ‘Önce Amerika’ ideolojisine dayanan dış politikası uluslararası sistemi sarstı ancak Kennan, Brzezinski ve Kissinger ayarında sistematik bir doktrin ortaya koyamadı. Trump’ın zarar verdiği uluslararası ittifakları tekrar tesis etme anlayışıyla yola çıkan Biden ekibinin ise otokrasilerle mücadeleyi retorik söylem düzleminden çıkarıp sistematik bir doktrine çevirebildiğini söylemek mümkün değil.

Blinken Doktrini

New York Times’a verdiği mülakatta son dört yılın muhasebesini yapan Blinken’ın Biden yönetiminin dış politikada başarılı olduğunda ısrar etmesi şaşırtıcı değil ancak gerçeklikten kopuk olduğu açık. Blinken, göreve geldiklerinde son asrın en ciddi sağlık ve ekonomik kriziyle muhatap olduklarını, müttefiklerinin Amerika’dan emin olmadıklarını ve Rusya ile Çin’in de Amerika’yı gerileyen bir güç olarak gördüklerini ifade ediyor. Bu şekilde adeta enkaz devraldıklarını anlatan Blinken, dört yıl sonra çok daha iyi bir konumda olduklarını iddia ediyor. Trump’a kaybetmelerinin Biden yönetimi dış politikasının halk tarafından reddi olduğunu kabul etmeyen Blinken’ın Afganistan’dan çekilme süreci, Ukrayna’nın desteklenmesi ve Gazze’deki ateşkes çabaları üzerinden başarı tablosu çizmeye çalışması mevcut stratejik resimle uyuşmuyor.

Blinken’ın Biden yönetiminin dış politikasını savunması doğal ve söylediklerinde gerçeklik payı olan birçok nokta var. Afganistan’dan çekilmeyi öteden beri savunan Biden’ın çekilirken müttefikleriyle yeterince koordine olamaması ve 25 yıllık savaştan sonra ülkeyi Taliban’a iade ettiği görüntüsü Amerikan stratejisiyle ilgili soru işaretleri yaratmıştı. Amerikan halkının bir türlü bitmeyen savaşların bitirilmesine itirazı yoktu ama bölgenin Çin ve Rusya etkisine daha açık hale gelmesi herhalde Brzezinski gibi stratejistleri rahatsız ederdi. Ukrayna’nın işgalinin hemen sonrasında Rusya’ya karşı desteklenmesi ve Batı ittifakının bir araya getirilmesi konusunda başarılı olsa da Blinken’ın bugün dahi savaşın nasıl biteceğine ilişkin vizyon koyamadığını görüyoruz. İsrail’in Gazze’deki etnik temizlik harekatının nihai sorumlusunu Hamas olarak gören ve insani yardım konusunda Netanyahu üzerinde kurduklarını iddia ettiği baskıyı başarı olarak tanımlayan Blinken’ın Filistin meselesinin çözümüyle ilgili konuşmaya dahi cesaret edememesi bu konuda da stratejisizliğin bir itirafı olarak öne çıkıyor.

Obama döneminden beri Amerikan dış politikasının bir numaralı önceliği olan Çin meselesinde de Blinken’ın ortaya koyduğu stratejik bir yaklaşım görmek mümkün değil. Çin’le hem mücadele hem de iş birliğine dayanan ‘yarışmacı’ bir politika izlediklerini savunan Biden’ın dış politika ekibinin Trump’ın yaptırım ve ihracat yasakları gibi adımlar attığını gördük. İleri teknoloji savaşını kazanmaktan ve Ukrayna’ya desteklerinin Çin’e Tayvan’a girmemesi yönünde mesaj olduğundan dem vuran Blinken’ın Amerika’nın Çin’e karşı başarılı olmasını sağlayacak kapsamlı bir stratejik yaklaşımı da yok. Blinken’ın Filistin meselesinde çözüm için adım atmayan ve bu sorunu adeta buzdolabına kaldıran Biden yönetiminin yaklaşımına itirazını da hatırlamak mümkün değil. Bu sorunun Ortadoğu’yu tekrar savaş sürükleyecek potansiyelini görememek ve 7 Ekim’e hazırlıksız yakalanmak da Blinken doktrininin stratejik okuma eksikliğine işaret ediyor.

Blinken’ın Biden yönetiminin icraatlarını savunması anormal değil ama New York Times’a verdiği ‘çıkış mülakatında’ hala stratejik bir çerçeve sunamaması, uluslararası sistemin meydan okumalarıyla yüzleşmeyi reddeden bir tavra işaret ediyor. Amerika’nın Soğuk Savaş dönemi stratejistlerinin neslinin tükendiği ve belki de o kalibrede doktriner yaklaşımları beklemenin haksızlık olduğu söylenebilir. Buna karşın uluslararası sistemdeki ağırlığını gitgide kaybeden bir Amerika’nın kapsamlı bir doktrine her zamandan daha fazla ihtiyacı olduğu da savunulabilir. Öte yandan Blinken’ın ‘Biden’ın iyi askeri’ rolünün dışına çıkmayı reddetmesi ve stratejik bir perspektif ortaya koy(a)mamasının Amerikan dış politikası adına şanssızlık olduğu açık. Blinken doktrininin yokluğunun Ukrayna savaşının hedefi konusundaki belirsizlik, İsrail’in etnik temizliğinin desteklenmesi, İran’la anlaşma sağlanamaması ve Çin’le mücadelenin somut sonuçlarının azlığı gibi sonuçları oldu. Trump’ın ikinci döneminde ‘Önce Amerika’ sloganı kapsamlı bir strateji ve etkin bir doktrine dönüşür mü bilinmez ancak Biden’ın bıraktığı dış politika mirasının krizlere verilen defansif reaksiyonlar (Ukrayna) ve klasik Amerikan refleksleri (İsrail) gibi handikaplarla dolu olduğu kesin.

[Yeni Şafak, 8 Ocak 2025]