Güç doğası itibariyle küstahlık içerir. Dozajı, rengi ve kullanım şekli ise sahibinin elinde şekillenir.
Modern uluslararası siyasetin işleyişi gücün örtülü kullanımı üzerine kuruludur. Bu yüzden silahlı müdahale ya da savaş siyasetin istisnası olarak kabul edilmiştir. Clausewitz gibi teorisyenler bu varsayımı ters yüz eden argümanlar üretmiştir, siyasetin doğasının daha iyi anlaşılmasına da önemli katkılar yapmıştır. Aslında liberal dünya düzeni kavramının da aldatmaca olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak en nihayetinde liberal dünya düzeninin işleyiş biçimi bugüne kadar kendini dayattığı için güce dair varsayımlar da ana akımda kabul halini almıştır. Bu kabulün yaygınlaşmasına en çok liberalizmin ihtiyacı vardı ve dolayısıyla da bunu dayattı.
Dünya sathında çatışmalar arttıkça liberal varsayımlar daha fazla sorgulanır oldu.
ABD başta olmak üzere Batılı aktörlerin kendi müttefiklerine açıktan saldırmaya başlaması ile liberal düzenin sona erdiğini dile getirenlerin sayısını artırdı.
Obama döneminden beri bu durum farklı tonlarda farklı dozajlarıyla karşımıza çıkıyor. Bush müdahaleciliğinin maliyetini, Amerikan kamuoyunun gözüne sokan Obama daha az maliyetle güç kullanmanın formülünü dile getirerek iktidara geldi. Afganistan ve Irak'tan çekildi ve fakat dünyada Amerikan etkisinin azaldığına dair bir imaj çizmedi.
Trump da benzer fakat daha vulgar söylemlerle iktidara geldi. Bunu devam ettirebilmek için de küçük başarı hikayelerinin peşine düşüyor.
Bir dış politika çizgisi yok. Elini attığı her konudan ya Amerikan ekonomisine para aktarma ya da küçük başarı hikayeleri çıkarma motivasyonu ile hareket ediyor.
Kuzey Kore ile girdiği laf dalaşının ardından kağıt üzerindeki anlaşmayı Amerikan kamuoyuna başarı olarak sattı.
Petrol zengini Körfez ülkelerini ise sıcak para kaynağı olarak gördü ve bu şekilde muamele ediyor.
İran'a karşı sert tedbirler alacağı görüntüsünü vererek Suudi Arabistan, BAE ve diğer Körfez ülkeleri ile yüz milyarlarca dolarlık silah anlaşmasına imza attı. Günün sonunda ise İran'la ön koşulsuz bir şekilde masaya oturabileceğini dile getirdi.
Bütün bu örnekler bize Trump'ın Amerikan gücünü tehdit yoluyla paraya çevirdiğini gösteriyor. Liberal düzenin tamirine girişmektense sarsılmasını avantaja çevirmeye çalışıyor. Bir düzen kurucu olarak ABD'nin rolünü gündelik çıkarlar uğruna düzensizliğin bekçisine çeviriyor. Halbuki bunun ABD'ye bir maliyetinin olacağını öngöremiyor, olacaksa da yine güç ve tehdit yoluyla bu maliyeti telafi edeceğini düşünüyor.
Türkiye ile yaşanan mevcut kriz de tam da bu durumun açık bir göstergesi. Yıllardır PKK'ya verilen desteğin, 15 Temmuz'dan sonra FETÖ'yü sahiplenmelerinin karşılıksız kalacağını varsaydılar. Burhanettin Duran'ın deyişi ile asimetrik ilişki dayatmaya koyuldular.
Halbuki Türkiye ile böyle bir ilişki kurmak artık mümkün değil. Twitter üzerinden ya da kendi kamuoyularına yönelik açıklamalarla iç siyaseti, hukukun işleyişi dizayn edilebilecek bir ülke değil artık Türkiye. 15 Temmuz'u savuşturmuş, politik bilinci yüksek ve bu bilincin temsil edildiği bir siyasi irade var. Dolayısıyla bu ilişki biçimini ne Türkiye kamuoyu kabullenir ne de Türkiye'yi idare edenler.
Buradan bakıldığında yaratacağı konjonktürel maliyetlere rağmen Türkiye'nin bu krizde taviz vermeye yanaşmayacağını söylemek mümkün, yanaşmaması da gerekir. Nitekim gerek yaptırıma tabi tutulacağı ifade edilen bakanlar gerekse Dışişleri Bakanlığından gelen ilk açıklamalar da bunun işareti.
Kamuoyu da şüphesiz ki bu duruşu destekleyecektir.
[Fikriyat, 3 Ağustos 2018].