Ortadoğu'daki güç dengeleri, özellikle Suriye devriminin 8 Aralık 2024 tarihinde başarıya ulaşması sonrası hızla değişmiştir. Suriye'deki çatışma sürecinin, İran'ın bölgedeki nüfuzunu zayıflatacak biçimde evrilmesi, İran destekli diğer grupların—özellikle Yemen'deki Husilerin—geleceğini de belirsiz hâle getirmiştir. Suriye'de Beşşar Esed rejiminin ekonomik ve askeri açıdan çöküşe sürüklenmesi, İran'ın bölgedeki etkinliğinin sorgulanmasına yol açmış; bu durum, Husilerin de benzer bir kırılganlık içinde olabileceği olasılığını gündeme getirmiştir. Zira Husilerin elindeki askeri kapasiteye rağmen, uzun vadede ekonomik dayanaklar olmaksızın hüküm sürmenin oldukça güç olduğu vurgulanmaktadır. Öte yandan, Husiler son dönemdeki İsrail karşıtı saldırılarını, "Filistin'i savunma" ve "direniş ekseninde" yer alma söylemiyle meşrulaştırma gayreti içindedir. Bu tür eylemler, örgüte bölge halkının gözünde politik prestij kazandırmakta ve Husilerin uluslararası toplum karşısında kendilerini "mazlum" veya "mukavemet/direniş aktörü" olarak sunmalarına olanak tanımaktadır. Ancak bu meşruiyet arayışı, gerçekte örgütün hem ekonomik kırılganlıklarını hem de uluslararası düzeyde artan baskıyı maskeleyebilme çabasından ibaret görünmektedir.
Suriye Devrimi ve Direniş Ekseninin Dönüşümü
2011'de Suriye'de başlayan halk ayaklanması, kısa sürede geniş çaplı bir iç savaşa dönüşmüş ve bölgedeki stratejik denklemde ciddi çatlaklar meydana getirmiştir. İran, Esed rejimini destekleyerek Suriye'de nüfuzunu korumaya çalışsa da savaşın yıpratıcı etkisi, Tahran'ın diğer bölgesel müttefiklerine ayırabileceği kaynakları sınırlamıştır. Suriye'de ekonomik ve insani şartlar hızla kötüleşirken, rejim karşıtı cephe yalnızca dış askeri yardımlarla değil, aynı zamanda Esed rejiminin içeride karşılaştığı ekonomik buhrandan da güç kazanmıştır. Nitekim Esed yönetiminin askeri başarıları zayıfladığında ve ekonomik çöküş belirginleştiğinde, halk nezdinde rejime karşı öfke yükselmiş, bu durum iç muhalefetin devrime katılımını hızlandırmıştır. Sonuçta, Suriye'de yaşananlar, dışarıdan destek alsa dahi ekonomik olarak zayıf ve toplumsal desteği kırılgan bir yönetimin uzun süre ayakta kalmasının son derece güç olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda, Husilerin de İran desteğine rağmen benzer bir kırılganlık yaşayabileceği değerlendirilmektedir.
Husilerin Meşruiyet Arayışı: İsrail Karşıtı Saldırılar
Yemen, halihazırda dünyanın en büyük insani krizlerinden birine maruz kalmaktadır. Husilerin gayri hukuki ve kötü yönetimi nedeniyle ülkedeki ekonomik durum her geçen gün daha kötü hale gelmektedir. Söz konusu durum Yemenlilerin Husilere yönelik bakışlarını etkilemektedir. Devrim için 2011'de ayaklanan Yemenliler, İran gibi istikrar bozucu bir aktörün radarında olan ve hak ihlalleri işleyen Husilerin iktidarından mustarip hale gelmiştir. İran rejimi ve İran rejiminin desteklediği rejimler halktan uzak, gayri meşru iktidarlar ihdas edebilmektedir. Husilerin Yemen'deki iktidarı da bu örüntüden bağımsız değildir. Bundan ötürü Husiler, Yemenliler ve İslam dünyasından meşruiyet devşirmek, kendilerini "Filistin davasının savunucusu" konumunda sunmak adına İsrail'e zaman zaman saldırmaktadır. Bu saldırıların Gazze savaşı öncesi olmaması, Kızıldeniz güvenliğinin 7 Ekim öncesi tehdit edilmemiş olması Husilerin samimiyetinin sorgulanmasına neden olmaktadır. İsrail karşıtı duruş ve söylem, Yemen içerisinde ve bölgede Husilerin politik konumunu tahkim etmeye yardımcı olmaktadır. Husiler, "bölgesel direnç ekseninin" yeni öncüsü gibi hareket ederek hem Yemen'deki ekonomik ve siyasi sıkışmışlıklarını unutturmakta hem de uluslararası düzeyde gündem değiştirmeye çalışmaktadır.
Fakat Husilerin İsrail'e veya uluslararası deniz taşımacılığına yönelik saldırıları, askeri açıdan çok güçlü bir devletin savunma sistemini delmeyi tam anlamıyla başaramasa bile, "sembolik başarı" olarak sunulabilmektedir. Husilerin bu saldırılarda yüzde 90 oranında başarısız olsa dahi, kalan yüzde 10'luk başarıyla uluslararası deniz ticaretini aksatabilecek veya İsrail'de sembolik zararlara yol açabilecek güce sahip olduğu da bilinmektedir. Bu durum, Husilerin "ne kadar çok başarısızlık yaşarlarsa yaşasınlar, birkaç saldırının bile onlara prestij kazandırabileceği" gerçeğinin altını çizmektedir.
Ekonomik Boyut ve Husilerin Kırılganlığı
Husilerin askeri gücü ve İran'dan aldığı lojistik destek, bu grubun belirli bir düzeyde direncini korumasına olanak tanımaktadır. Ancak, Husilerin asıl zafiyeti ekonomik yetersizliktir. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine atıfla Husilerin yıllık gelirinin yaklaşık 1,8 milyar dolar olduğu; buna karşın örgütün kontrolündeki bölgelerde 25 milyonu aşkın insanın yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu denli sınırlı bir bütçeyle gerek kamu hizmetlerini idame ettirmek gerekse askeri harcamaları finanse etmek uzun vadede sürdürülebilir değildir. Aynı zamanda, Yemen'in petrol ve doğal gaz kaynaklarının büyük bölümü Husilerin elinde bulunmamaktadır. Bu kaynaklar, ülkenin güneyinde veya hükümet yanlısı güçlerin kontrolündeki bölgelerde yer almaktadır. Husiler ise kendi gelirlerini, yasadışı vergilendirme, kaçakçılık, telekomünikasyon ve bağış yakıt gibi yöntemlerle artırmaya çalışmakta, ancak bu faaliyetlerden elde edilen meblağ geniş bir nüfusu ve uzun süreli bir çatışmayı finanse etmeye yetmemektedir. Dolayısıyla Husiler, ekonominin toparlanması için dış yardıma ve yatırımın artmasına ihtiyaç duymaktadır. Uluslararası tanınmaya sahip Yemen Hükümeti, Husilere ait veya onların kontrolündeki bankaları uluslararası finansal sistemden koparma tehdidiyle Husileri ciddi şekilde zorlayabilmektedir. 2022 Nisan'ında sağlanan ateşkesi Husilerin kabul etmesinde de bu tür ekonomik baskıların etkisi büyük olmuş; Husiler, ekonomik darboğazın devam etmesi durumunda uzun vadede kontrol ettikleri bölgelerde dahi meşruiyet kaybedeceklerinin farkına varmışlardır.
Suudi Arabistan'ın "Ekonomi Silahı" ve Olası Senaryolar
Suudi Arabistan, Yemen'deki çatışmanın ana aktörlerinden biri olarak görülmektedir. Riyad yönetimi, bir yandan kendi sınır güvenliğini korumaya çalışırken, diğer yandan da Kızıldeniz hattında yürütülen projeler (örneğin NEOM gibi) için bölgesel istikrarın sağlanmasını hayati bir mesele olarak ele almaktadır. Ancak Suudilerin, Husilerin saldırılarını tamamen durdurmaya odaklanmak yerine, öncelikli hedefi kendi topraklarına yönelik tehdidi engellemek olmuştur. Zira Husiler, ekonomik yaptırımlar veya finansal kısıtlamalar derinleştiğinde tekrar Suudi topraklarına füze ve İHA saldırıları düzenleyebileceklerini ima ederek, Riyad yönetimini diplomatik çözüm arayışına zorlayabilmektedir.
Bununla birlikte, Suudi Arabistan uzun vadede elindeki "ekonomi silahı"nı kullanarak Husileri masaya çekmeye çalışabilir. Suriye örneğinde olduğu gibi, Yemen'de de geniş kitlelerin ekonomik sıkıntıları belirginleştiğinde, Husilerin askeri gücü ne kadar etkili olursa olsun, halk nezdindeki desteği azalabilir. Suriye'de Esed rejimi, askeri başarısızlıkları ve ekonomik darboğazı aynı anda yaşayınca, halktaki öfke tırmanmış ve rejim—uluslararası koşulların da etkisiyle—hızlı bir çöküş sürecine girmiştir. Yemen'deki koşullar tam olarak aynı olmamakla birlikte, ekonomik tükenmişlik Husiler için kritik bir tehdit oluşturmaktadır.
Ateşkesin Yeniden Canlandırılması ve Barış Süreci İhtimali
2022 Nisan'ındaki ateşkes, Husilerin yaşadığı ekonomik ve askeri zorlukların bir sonucu olarak kabul edilmiştir. Bu anlaşma, Husilerin kısmen rahatlamasına yol açmış, ancak uluslararası toplum Husilerden Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki saldırılarını tümüyle sonlandırmasını beklemektedir. Ateşkesin yeniden güçlendirilmesi ve kalıcı bir barış sürecinin tesis edilebilmesi için Husilerin, deniz ticaretini ve komşu ülkeleri tehdit etmeyecek bir statükoyu kabul etmesi gerekmektedir. Ne var ki, Husilerin mevcut saldırgan tutumu, ekonomik ve siyasi tavizler elde etme stratejisiyle örtüşmektedir. Özellikle bölgenin içinden geçtiği çalkantılı konjonktür ve Filistin meselesi, Husilere retorik olarak "direniş" söylemini yükseltme fırsatı sunmuştur. Riyad yönetimi ise iç reformlar ve küresel projelerle meşgul olduğu için, askeri bir cepheyi yeniden açmanın büyük riskler taşıdığını bilmekte ve kontrollü şekilde diplomatik baskı yöntemlerine başvurmaktadır.
Yemen'de Husiler Nereye?
Husilerin İsrail karşıtı saldırılarını Filistin meselesiyle ilişkilendirerek kendilerine meşruiyet temin etmeleri, örgütün içerideki ekonomik ve yönetsel sorunlarını gölgeleme stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir. Ancak Husiler, askeri kapasitesi ne kadar dirençli olsa da uzun vadede zayıf ekonomik temel nedeniyle derin bir kırılganlık yaşamaya adaydır. Benzer bir tablo Suriye'de de gözlemlenmiştir: Esed rejimi, askeri yenilgiler yaşadıkça ekonomik çöküş hızlanmış ve halkın öfkesi artmıştır. Yemen'de Husilerin karşı karşıya olduğu risk de ekonomik yetersizlikle birlikte daha belirgin hâle gelecektir. Bu bağlamda, Suudi Arabistan ve uluslararası aktörlerin ekonomik yaptırımları veya finansal manipülasyonları, Husileri tekrar müzakere masasına çekebilme potansiyeline sahiptir. Zira Husilerin kontrol ettikleri bölgede —iç dinamikler kadar uluslararası tanınırlık ve dış yatırım akışı da olmadan— uzun süreli bir yönetim sergilemeleri zordur.
Gelinen noktada, ateşkesin yeniden canlandırılması, Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki ticari akışın güvence altına alınması ve Husilerin ekonomik ihtiyaçlarına dayalı bir müzakere süreci, çatışmanın çözümü için en olası yollardan biri olarak değerlendirilmektedir. Fakat bunun gerçekleşmesi, sadece ABD'nin veya tekil bir dış aktörün değil, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası koalisyonun kararlı ve bütüncül politikalarıyla mümkün olacaktır. Söz konusu durum Türkiye'nin Yemen'e askeri, ekonomik ve siyasi olarak doğrudan veya dolaylı olarak angajmanını artırması ihtimalini güçlendirebilir. Suriye'deki devrimde kritik rol oynayan Türkiye; Yemen, Sudan ve Libya gibi çatışma noktalarında da istikrar tesis edici aktör olabilir. Aksi takdirde, Husilerin "direniş" söylemi altında yürüttüğü saldırgan eylemler ve içerideki ekonomik sıkışma, Yemen'deki insani krizi daha da derinleştirecek ve istikrarsızlığı kalıcı hâle getirecektir.
[Sabah, 25Â Ocak 2025]