Referandumun sonuçlarını siyasi partiler, siyasi analizciler, akademisyenler, gazeteciler, ekonomi çevreleri, uluslararası aktörler ve daha birçok farklı kişi ve kurum her açıdan değerlendiriyor.
Değerlendirmelerin birbirini kesen birçok ortak noktası olmasına rağmen, yeni dönemde iktidar ve muhalefet partilerinin nasıl bir süreç izlemesi gerektiğine dair önerilerin birçoğu birbiri ile çelişmekte.
Her siyasi partinin elinde sonuçları değerlendirmeye yönelik “büyük data setleri” var. İlgili ilgisiz çok farklı yerlerden sonuçlara ilişkin tespit, teşhis ve öneri geliyor. Ama önemli olan husus, bir “yığın” hâlinde gelen ve büyük bir “data seti” oluşturan bu sonuçları çok katmanlı olarak analiz edebilmek ve Türkiye’de siyasetin sosyolojisine göre sonuç önerileri geliştirmek. Ancak sadece öneri geliştirmek yetmiyor. Değişimin maliyeti ve sancısını da hesaba katarak yönetilebilecek ve uygulanabilecek öneriler geliştirmek gerekiyor.
Sonuçlara dair, doğal olarak en çok öneri, AK Partiyle ilgili. AK Partinin geleceğine ilişkin öneri sunanların önemli bir kısmı da bundan önce AK Parti’ye birçok kez oy vermiş çevrelerden gelmekte.
Önerilerin birçoğu AK Parti’nin 15 yıldır iktidar olmasından da kaynaklanan parti içi sorunlara odaklanmakta. Odağı ise, “kurumsallaşmanın daha fazla ertelenmemesi ve AK Parti teşkilatının ‘dava merkezli’ bir siyasal yapılanmayla kendisini yenilemesi” üzerine.
Bu meseleyi birkaç yazı ile analiz etmek istiyorum. Ancak, analizin daha anlaşılabilmesi için bir dizi hususa temas etmem gerekir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti açısından bu referandum 2002’den itibaren 13. seçimdi. Bu seçimler içerisinde sadece 7 Haziran’da, açık farkla birinci olsa da, sonuç tek başına iktidarı getirmemişti. Ama yine de seçimin kazananıydı.
İktidar partisi olarak, iktidarın her anlamda yıpratıcılığına rağmen, 13. seçimin arka arkaya kazanılması çok önemli bir başarı. Bu 13 seçimin 15 yıl içinde yapıldığını da göz ardı etmemek gerekiyor.
13 seçim döneminde, AK Parti bir taraftan ülkeyi yönetirken şu krizlerle de uğraşmak zorunda kaldı: Cumhuriyet mitingleri, 367 krizi, 27 Nisan E-muhtırası, Gezi Parkı kalkışması, 17-25 Aralık yargı darbesi, 15 Temmuz darbe girişimi...
Bunlara ilaveten şu gelişmeler de yaşandı: Türkiye’nin bölgesindeki ülkelerin birçoğunun tamamen çökmesi, çoklu terör örgütleri ile mücadele, uluslararası çevrelerin içeriden ve dışarıdan tertipledikleri müdahaleler, ekonomik krizler vs...
Örnek olması bakımından bu referandum sürecinde sadece dışarıdan kaynaklı olarak Erdoğan’ın kazanmaması için yapılan çok planlı saldırı ve kampanyaları sıralamak, yeterince açıklayıcıdır:
AB ülkelerinde evet kampanyalarının yasaklanması, Avrupalı siyasetçilerin sürekli Türkiye’yi NATO ve AB üzerinden tehdit eden açıklamaları, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının bilinçli ekonomik müdahaleleri, terörle mücadelede ihtiyaç duyulan silahların ithalatı ile ilgili kısıtlamalar, ekonomik olarak tarımı ve turizmi etkileyen Rusya’nın ambargosunun hâlâ kalkmaması, ABD’nin PYD ve diğer terör örgütleri ile ilgili tutumu, uluslararası medyanın referanduma müdahaleci tavırları, milliyetçi oyları etkileyebilmek için referanduma son iki hafta Kerkük’e Bölgesel Kürt Yönetimi bayrağının çekilmesi vs...
Referandumdan, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişi onaylayan “evet” sonucu çıktı. AK Parti hâlâ iktidar. 2019 seçimlerine iki yıl gibi süre var. Bu iki yıllık sürede, sistemin geleceği açısından çok önemli uyum yasalarını Meclis'in çıkarması zorunlu. Bu uyum yasalarının çıkarılmasının öncülüğünü doğal olarak AK Parti’nin yapması gerekiyor.
AK Parti bu anlamda bir taraftan 2019’daki Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanacak, diğer taraftan uyum yasalarının çıkarılması için çabalayacak. Ancak, iktidar partisi olarak, siyasetin sosyolojisini de göz ardı etmeden kendi dönüşümünü gerçekleştirecek. Diğer taraftan, dönüşümün ortaya çıkaracağı sancıları da yönetmek zorunda kalacak...
[Türkiye, 22 Nisan 2017].