15 Temmuz darbe girişiminin siyasal alana yönelik sonuçlarında iki meseleyi birbiriyle ilişkili olarak ele almak gerekiyor. İlki, darbenin siyasal partilere yönelik etkisi. İkincisi siyasal sistem değişiminin siyasal alan ve yapıları/partileri yeniden üretme imkanının tartışılma çerçevesi.
Bu meseleden ilkinin tartışılması, sadece 15 Temmuz üzerinden değil, daha öncesinde FETÖ’nün siyasal partilere yönelik darbe girişimlerini de dikkate alarak yürütülmelidir. 15 Temmuz darbe girişiminin faillerine yönelik siyasal partilerin tepkisi göz önüne alındığında, darbe sanki doğrudan iki partiye yapılmış sonucu çıkmaktadır. Ancak meseleyi biraz daha geriye sardığımızda, FETÖ’cü yapılanma 15 Temmuz’dan önce, küçük partiler dahil, hemen hemen tüm partilere yönelik darbe girişiminde bulunmuştur. MHP ve CHP’yi kasetler üzerinden dizayn etme çabası doğrudan aslında bu partilere yönelik bir darbeydi. 17-25 Aralık süreci, AK Parti’ye karşı FETÖ’cü yapılanmanın yargı ayağı üzerinden gerçekleştirdiği bir darbe girişimiydi. Büyük Birlik Partisi ve Saadet Partisi’ne yönelik darbe girişimleri zaten başarılı olduğu için bu partinin genel başkanları çok önceden FETÖ’nün dümen suyuna girmişlerdi.
HDP/BDP çizgisindeki siyasal partilere yönelik, FETÖ açıktan görüşmelerle uyumlu bir koalisyon oluşturmuştu. Hatta HDP’li parti yöneticileri KCK tutuklamalarındaki FETÖ etkisini sonradan görmezden gelme pahasına bu koalisyonu oluşturdu. Ancak HDP ve Gülencilerin sonradan ortaklaşmaları ve Gülencilerin HDP’yi desteklemelerinde, KCK tutuklamalarının siyasal alanın dizaynına etkisi bağlamında farklı bir sonuç ortaya çıkardığı aşikardır. Bu zaviyeden bakıldığında KCK tutuklamalarının bugünkü HDP’nin yönetici tabakasının oluşmasında ne kadar etkili olduğu sorusu önemli hale gelmektedir. Çünkü radikal kanadın önemli bir kısmının tutuklanmasıyla HDP’nin Türkiyelileşme söyleminin imkanı kolaylaşmıştır. FETÖ’nün en önemli hedefinin AK Parti’yi iktidardan düşürme olduğu dikkate alındığında, HDP’nin” Türkiyelileşme” söyleminin “araçsallık” yönü önem arz etmekteydi. Çünkü bu söylem üzerinden bir “yanılsamanın” oluşturulmasıyla, AK Parti’ye oy veren muhafazakar Kürt seçmen HDP’ye yönelmiş ve AK Parti’nin tek başına iktidarı 7 Haziran seçimleriyle kesintiye uğramıştır.
Kasetler üzerinden darbe girişimi, CHP’de genel başkanın devrilmesini getirdiği için zaten başarılıydı. MHP’de ise genel başkan düşürülemese de genel başkan yardımcılarının istifasıyla FETÖ’nün bu partinin teşkilatlarına kolayca sızdığı, Meral Akşener’in MHP genel başkanlığına adaylığı sürecinde daha net anlaşıldı. FETÖ’nün CHP ve MHP’ye yönelik dizaynı, 17-25 Aralık süreci sonrası FETÖ için oldukça işlevseldi. AK Parti’ye yönelik yargı darbesini bu iki parti görmezden gelerek FETÖ’nün yolsuzluk söylemlerinin taşıyıcılığını üstlendiler. Hatta FETÖ etkisine o kadar girdiler ki 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FETÖ onaylı bir kişiyi ortak aday gösterdiler.
RADİKAL SOLA SAVRULMA
CHP bir kaset operasyonu ile darbeye maruz kalmadan önce, 2000 sonrası dünya ve Türkiye siyasetindeki dönüşüme paralel olarak, çok kez siyasal ve ideolojik pozisyonunu sorgulamıştı. Geçmişin yükünden kurtulmak için “sağa açılma” ya da “dindarlarla barışma” siyasası üzerinden açılım politikalarını geliştirmişti. Ancak, genel başkan değişiminin ardından yaşanan, Gezi Eylemleri ve 17-25 Aralık süreci sonrası dönemde fabrika ayarlarına dönme ile HDP ve türevlerinin siyasal söylemi arasında gidip geldi. 2014 sonrası yapılan seçimlerde özellikle genç seçmen tabanının HDP söylemine tav olma durumu, CHP’nin muhalefet dilini daha da sertleştirdi. Ayrıca bu sert siyasal söylemin taşıyıcılığını yapan önemli oranda kişiler CHP’de yönetime girdi ve milletvekili oldu. Dolayısıyla da CHP kendi içinde ulusalcı Kemalist blok ve HDP söylemine yakın hizipler arasındaki mücadeleye odaklandı. Bu mücadelede Kemalist bloktan birçok kişinin tasfiyesi ya da pasifleşmesiyle CHP’nin radikal sol siyasal söyleme savrulması daha da hızlandı.Bu yaşananlarla birlikte CHP bir ana muhalefet partisi olarak Türkiye’nin sorunlarına odaklanamadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu enerjisini Türkiye’nin sorunlarından daha çok parti içi dengeleri yönetmeye harcadı. CHP, bir kaç aylık seçim dönemleri hariç, Türkiye’nin sahici meselelerine çözüm üretecek alternatif politik öneriler geliştiremedi. Parti içindeki hizipleşme ve bölünmüş pozisyonlarda radikal kanat daha güçlü olduğu için Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı üzerinden gerginlik ve kriz siyasetine odaklanarak bu radikal grubu baskılayabiliyor. Böylece de negatif siyaset dili üzerinden kendi başkanlığının süresini uzatabiliyor. Böyle bir siyasetin somut olarak yansımasını anlamak için CHP’nin 15 Temmuz sonrası darbe girişimi yaklaşımı ve FETÖ’cü yapılanmaya ilişkin siyasi duruşu yeterince açıklayıcıdır. Bu bağlamda, parti içi denge siyasetinin diğer tüm meseleleri ikinci plana ittiği ve sadece sert AK Parti karşıtlığının parti içi dengelerde işlev gördüğü iki konuşma örneğinden bile çıkarılabilir. 15 Temmuz sonrası partiler arası diyalog kanallarının açılması ve siyasal ve toplumsal uzlaşmanın artmasıyla CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da ilk başlarda yapıcı ve ılımlı bir muhalefet diline yöneldi. Ancak, daha darbe girişiminin üzerinden 15 gün bile geçmeden, 27 Temmuz’da CHP MKYK sonrası uzun bir açıklama ile basının karşısına çıkan Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, 15 Temmuz’un mağdurlarına neredeyse hiç değinmeden konuşmasını tamamladı. Konuşmasının önemli bir bölümünü 17-25 Aralık sonrası FETÖ’cü yapılanmanın söylemlerini tekrar ederek sürdürdü. Hatta Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği tezini MİT tırları meselesini öne çıkararak bu konuşmayı yaptı. Konuşmanın içeriği o kadar sert ve 15 Temmuz sonrası siyasal uzlaşma dilinden uzaktı ki, CHP’ye yakın TV kanalları bile canlı yayınını kesmek zorunda kaldı. Selin Sayek Böke’nin söz konusu dönemdeki yadırganan sert söylemi, aslında parti yönetiminin çoğunluğunun görüşüydü. Zaten bunun böyle olduğu çok geçmeden anlaşılacak ve parti içerisinde önemli bir karşıtlığa rağmen Yenikapı mitingine katılan ve sonraki bir kaç hafta Yenikapı ruhundan söz eden Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemine de yansıyacaktı. Örneğin bu hafta Meclis grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından anlaşılan, 15 Temmuz darbe girişiminin hiç yaşanmamış olduğuydu. Kılıçdaroğlu, konuşmasını devletin FETÖ’den arındırılması politikası üzerine odaklayarak FETÖ’cülerin yargılanması ile ilgili yine aynı örgütün ürettiği mağduriyet söylemini birebir tekrar etti. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında da hiç değinmediği konu, FETÖ’cülerin mağdur ettiği ve şehit ettiği insanlardı. Örneğin 15 Temmuz’dan sonra şehit ve gazi yakınlarına yönelik kapsayıcı bir söylem üretmeyen, Meclis’te onları ağırlamayan CHP, bu haftaki grup toplantısında FETÖ’cü mağduriyet söylemlerini çılgınca alkışlayan geniş bir katılımcı gruba kapılarını ardına kadar açtı.
GÜÇLÜ LİDER ETKİSİ
15 Temmuz darbe girişiminin sonuçlarının siyasal partiler özelinde değerlendirildiğinde bundan en çok etkilenen AK Parti ve MHP’dir. Zaten bu iki partinin darbecilerle mücadele gösterdiği kararlılık bu durumun net göstergesidir. Devlet Bahçeli, darbe öncesi partisine yönelik Meral Akşener’in adaylığı üzerinden girişilen darbe girişimini tüm ayrıntıları ile yaşamıştır. Bu bağlamda geriye dönük bir okuma üzerinden Türkiye’de örgütlü otonom yapıların ve bürokratik mekanizmaların siyaseti dizayn etme girişimlerini bir kez daha gözden geçirmiştir. Dolayısıyla da Türkiye’de güçlü siyasal yapı ve liderliklerin olmadığı bir ortamda Türkiye’ye hem içerden hem de dışardan kolayca operasyon çekilebileceğinin farkındadır. 15 Temmuz’un önlenmesinde güçlü siyasal liderliğin ne kadar önemli olduğunu net olarak bir kez daha görmüştür.İşte tam da buraya kadar çerçevesi çizilen siyaset analizi üzerinden, Devlet Bahçeli de benzer bir yaklaşımla başkanlık sistemi tartışmasını yeniden başlatan taraf olmuştur.
Bu bağlamda, 15 Temmuz darbe girişiminin siyasal alana yönelik sonuçlarında birbiriyle ilişkili olarak ele alınması gereken ikinci mesele siyasal sistem değişiminin siyasal alan ve yapıları yeniden üretmeye imkan vermesidir. 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte, daha önceden başkanlık sisteminin gerekliliğine olan vurguda öne çıkan güçlü bir siyasal liderlikle uzun dönemli istikrarlı bir siyasal yapıyı ortaya çıkarma zorunluluğu daha da somutlaşmıştır. İçeriden ve dışarıdan son dönemlerde Türkiye’ye yönelik operasyonların önlenmesinde güçlü bir siyasal liderliğin etkisi artık birçok kesim tarafından kabul edilmektedir. Büyük güçler Ortadoğu coğrafyasında, uzun dönemdir güçsüz siyasi liderlik üzerinden parçalı siyasal yapılarla devletleri kontrol etme siyaseti uygulamaktadır. Bu anlamda bölgenin tek istikrarlı ülkesi olan Türkiye’ye, Tayyip Erdoğan’ın tasfiyesi temelinde birçok kez operasyon yapıldığı aşikardır. 15 Temmuz’da görüldüğü gibi operasyonların başarısızlığında en önemli unsur “güçlü lider etkisi”dir.
Ancak, mevcut sistemde güçlü bir siyasal yapıdan çok lider merkezli bir yapı bulunmaktadır. Bu da mevcut yapının geleceğini siyasal liderin siyaset dönemi ile sınırlandırmaktadır. Bu açıdan Türkiye’nin siyasal sistemini güçlü ve sağlam bir temele oturtarak, bu yapı içinde sürekli siyasal istikrarı üretecek mekanizmayı oluşturmak gerekiyor. Bu mekanizma aynı zamanda kurumsallaşmış güçlü parti sistemlerine imkan verecek bir yapı ortaya çıkaracaktır. Böylece siyasal partiler parti dışı diğer otonom yapıların müdahalesine dayanıklı hale gelecektir. Bu da hem demokrasinin kalitesini artıracak hem de siyasal istikrar meselesini sistem düzeyinde sürekli hale getirecektir. Bu da başkanlık sistemine geçiş sürecinde “başkanlık sisteminde siyasal partiler” başlığında tartışacağımız önemli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.
[Star Açık Görüş, 23 Ekim 2016].