Jeffrey Goldberg’in The Atlantic’te kaleme aldığı ‘The Obama Doctrine’ başlıklı uzun yazı, belki de şimdiye kadar Obama döneminin dış politikası hakkında yazılan en mahrem ve en fazla tartışılan yazı oldu. İçerisinde Obama ile çalışmış birçok bakan, danışman ve personel ile birlikte bizzat Obama ile yapılan uzun mülakatlardan alıntıları barındıran yazı, Obama’nın kendi dışındaki dünyaya nasıl baktığını yansıtması açısından oldukça önemli. ‘Kendi dışındaki dünya’ diyorum çünkü Obama çoğu zaman dış politika analizlerini kendi kişisel dünyasında şekillendirmiş ve kendi deneyimlerini başkanlığının verdiği yetkiyle ülkenin dış politikasını şekillendirmekte kullanmış.
Yazıda net bir şekilde görülüyor ki Obama narsizm seviyesinde kendine güvenen ve psikolojik rahatsızlık seviyesinde etrafını suçlayan bir lider. Dış politika takımının sürekli değişmesi, istifa etmesi ve ABD dış politikasının kaotik bir görüntü sergilemesi kısmen bu sebepten olsa gerek. İlk siyahi başkan olmasından kaynaklanan farklılığı bastırmak istermişçesine saplantılı bir şekilde cumhurun tersine gitme çabası, başkanlığının belki de en büyük karakteristiği oldu. Yine Goldberg’in yazısında net bir şekilde görülüyor ki kısmi doğrularla genellemeler yapmayı alışkanlık haline getiren bir ABD başkanı ile karşı karşıyayız. Bu kısmi doğruları da genelde kendi dışındakileri suçlama amacıyla kullandığını görüyoruz. Obama’nın retoriği aksiyonunun çok ötesinde.
Yazı oldukça uzun olduğundan terörizmden Ortadoğu meselelerine, ABD’nin dış politika halkalarından Asya-Pasifik’e kadar birçok konuya değinilmiş. Yer darlığından dolayı ben de birkaç önemli konuya değineyim.
Obama ABD’nin Ortadoğu’dan kendisini uzaklaştırmasının ABD’nin çıkarına olduğunu düşünüyor. Bu düşüncesini Ortadoğu’nun bir bataklık olduğu anlayışı üzerine kurmuş. Irak, Afganistan ve Libya kötü deneyimleri bu anlayışta büyük rol oynarken kötü deneyimlerin maliyetini de Suriye ödemiş gibi görünüyor. ABD’nin Ortadoğu’dan çıkması tabii ki başta bölge halkları için olumlu bir gelişme olurdu. Fakat Obama özellikle Suriye konusunda oynadığı üç maymunu ABD kamuoyunda meşrulaştırmak için kullandığı ‘Ortadoğu meselelerini yerel aktörler çözsün’ argümanına rağmen bir türlü Ortadoğu meselelerinden elini çekmiyor. Aksine Obama döneminde ABD bölgede pasif-agresif bir tutum takınıyor. Askeri olarak olmasa da her şeye karışmaya devam ediyor. Örneğin Suriye’de keşke başından beri Obama’nın resmetmeye çalıştığı gibi ABD’de gerçekten de kenarda dursaydı, Suriye halkına yardım etmek isteyenlere köstek olmasaydı.
ABD’nin Esed rejiminin Mübarek gibi ABD’nin askeri müdahalesine ihtiyaç olmadan düşeceği analizi üzerine plan yaptığı da yazıdan anlaşılıyor. Obama’nın Suriye’yi ve hatta DAİŞ’i pek de önemsemediğini de yazıdan anlıyoruz. Obama’ya göre El-Kaide, İsrail’e karşı somut bir tehdit ve nükleer İran, ABD için asıl tehdit unsurları ve Esed bu açıdan ABD için elle tutulur bir tehdit değil. Aynı şekilde DAİŞ de ABD için varoluşsal bir tehdit değil. Bu sebepten olsa gerek ABD, Esed ve DAİŞ arasındaki bağımlılık ilişkisini es geçip, bir taraftan Esed’in zemin kazanmasına diğer taraftan da DAİŞ’in palazlanmasına sebep oldu. Tabii Obama’ya sorarsanız, her şey Obama’nın zihnindeki mükemmel strateji dâhilinde… Oysa Obama’nın Suriye, DAİŞ ve hatta Rusya konusundaki analizleri birer birer dökülüyor.
Obama’nın Sünni Arap devletlerden pek haz etmediği, İran’ı kazanmak istediği ve Putin’den içten içe hoşlandığı (Trump’ı andırırcasına) açıkça görülüyor. Aslında ABD’nin Ortadoğu’daki mevcut angajmanlarına bakarsak bu tablo daha da net görülür. Sünni Arap devletlerden, özellikle Suudi Arabistan’dan, haz etmemesinin kişisel bir hikâyesi de var gibi. Dört senesini geçirdiği Endonezya’da Suudilerin İslam anlayışını değiştirmesinden biraz da öfkeyle bahsediyor Obama. 11 Eylül’de Suudi vatandaşlarının ağırlıklı olması da Obama’yı Suudilere karşı bilemiş. Nükleer müzakereleri ise İran’ı ABD ile işbirliğine daha açık bir ülke haline getirmek için kullanmış. Putin’den ise kişisel olarak bayağı hoşlanmış. Putin’i kibar, samimi ve işadamı kafalı bir lider olarak görüyor. Belki de bu yüzden Ortadoğu’da Rusya’nın önünü açmış durumda.
İlginç bir şekilde Obama, ABD’nin Ortadoğu’da diğer ülkelerden daha avantajlı olduğunu düşünüyor. Dostu Putin’in Rusya’sının Suriye sebebiyle giderek tükendiğini, ABD’nin ise Ortadoğu’ya bulaşmayarak (!) bir felaketten kurtulduğunu zannediyor. Obama Ortadoğu meselelerinde bölge ülkelerinin ve Avrupa ilkelerinin inisiyatif almasını istiyor ama inisiyatif almalarına da müsaade etmiyor. Gündemi belirlemek gibi bir takıntısı var Obama’nın ve bu takıntı yüzünden başka aktörlerin gündemi belirlemesi hoşuna gitmiyor. Obama’ya göre ABD’nin gücünün göstergesi gündemi belirlemesi; sürekli kırmızı çizgilerinin geçilmesi veya Rusya ve İran’ın zemin kazanması ABD’nin gücüne halel getirmiyor.
İsrail konusunda Netanyahu’ya karşı kişisel nefreti dışında ABD’deki geleneksel İsrail algısından farklı bir noktada durmuyor. Bu konuda da kendisiyle çelişki içerisinde. Bir taraftan İsrail’e yönelik bir tehdidi, ABD’nin milli güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görüyor; diğer taraftan ise ABD’nin İsrail’i neden diğer ülkelerden daha yüksek teknolojiyle donattığını sorguluyor. Netanyahu’ya olan nefreti ise ego çatışmasından öte bir şey değil. Obama, Putin gibi (aksi yöndeki imajına rağmen) Obama karşısında yumuşak başlı olan liderleri seviyor; Netanyahu gibi Obama’ya ‘sen bu işlerden anlamazsın’ diyenleri değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilişkin sözleri de tam burada devreye giriyor. Her ne kadar daha sonra Beyaz Saray yalanlasa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da arasının eskisi gibi olmadığı ifadeleri yazıda yer alıyor. Obama kendi stratejilerinin sorgulanmasını pek sevmiyor. Suriye’yi perişan eden Obama stratejilerini sorgulayan Erdoğan gibi liderler bu sebepten Obama için ‘hayal kırıklığı’ yaratmış. Türkiye’nin Suriye’ye asker göndermemesini eleştirirken, kendinin sürekli kaçındığı ama fiiliyatta yaptığı ‘müdahaleciliğin’ ihalesini Türkiye’ye vermek istiyor.
Aslında Obama’nın kafası karışık. Bir fark yaratmak istiyor ama farklı görünmeyle fark yaratma arasındaki farkın farkında değil. Dış politika konusunda şahsi deneyimlerinin ve kibirli analizlerinin başta Ortadoğu olmak üzere birçok yerde açtığı yaraların da farkına varamamış. Kendisine hak ettiğinden çok daha fazla bir değer atfetmiş. Neredeyse Washington DC’deki tüm dış politika halkalarını karşısına almış. Oğul Bush dönemini andırır bir şekilde dünyanın dinamikleriyle menfi şekilde oynuyor. Obama kısa bir süre sonra gidecek ve darmadağın ettiği dinamiklerle biz yani bölge insanları mücadele etmek zorunda kalacağız.
[Akşam, 14 Mart 2016]