Ä°ran ile ABD arasındaki nükleer kriz tırmandıkça, Türkiye’nin muhtemel geliÅŸmeler karşısında izleye(bile)ceÄŸi politikalar ve karşı karşıya kalabileceÄŸi açmazlar hakkındaki yorumlar da her geçen gün artıyor. Son 20-25 yılda siyasi ve askeri elitlerimizin Türk-Ä°ran iliÅŸkileri konusunda verdikleri demeçlere baktığımızda birbiriyle zıt iki temel söylemle karşılaşırız. Bir kesim ‘son 400 yıldır’ devam eden ‘ebedi’ Türk-Ä°ran dostluÄŸundan bahsederek, 1639 Kasr-ı Åžirin antlaÅŸmasından bu yana sınırımızın hiç deÄŸiÅŸmediÄŸini,
Türkiye-Ä°ran iliÅŸkilerine tarihsel olarak bakıldığında sürekli bir rekabet/çekiÅŸme ve dönem dönem savaÅŸlarla dolu olduÄŸu görülür. Ä°ran'da Åžii Safevi devletinin kuruluÅŸundan (1501) itibaren iki taraf ya savaÅŸmışlar ya da birbirlerini zayıf buldukları anda (biri baÅŸka dış ya da iç gailelerle meÅŸgulken) üzerine giderek istediklerini elde etmekten çekinmemiÅŸlerdir. Ä°ki ülke DoÄŸu Anadolu-Azerbaycan ve Irak-Batı Ä°ran hatları üzerinde bir yönüyle dini ve siyasi diÄŸer yönüyle stratejik ve mali sebeplerle toprak kazanmaya yönelik mücadelelerini 19. Yüzyılın ilk çeyreÄŸine kadar sürdürdüler. Osmanlılar için Azerbaycan ve Kafkasya, Ä°ran için Irak hedefti. Cumhuriyet dönemi Türkiye-Ä°ran iliÅŸkilerinde ise Åžah ya da Humeyni rejimi ayrımı olmaksızın iki temel boyut görüyoruz: Biri Sadabad Paktı’yla baÅŸlayıp BaÄŸdat Paktı, CENTO, RCD ve ECO çizgisinde devam eden siyasi ve iktisadi (ve belli ölçülerde güvenlik) iÅŸbirliÄŸi/uzlaÅŸma boyutu; diÄŸeri genellikle Kürtler ve ideolojik meseleler üzerinde oluÅŸan bir rekabet/zıtlaÅŸma boyutu. Bunlara SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında yeni meseleler (Orta Asya, Kafkasya, Kuzey Irak ve Ä°srail) de eklenmiÅŸtir.
Türkiye-Ä°ran iliÅŸkilerinin son iki yüzyıllık tarihine kuÅŸbakışı baktığımızda iliÅŸkilerin iki temel eksen üzerinde ÅŸekillendiÄŸini görürüz. Ä°lk eksen iki ülke arasındaki sınır ve bu sınırın (Türkiye aleyhine kullanılmasının) yarattığı sorunlarla ilgilidir. Ortak sınırın iki tarafında yaÅŸayan Kürt aÅŸiretleri ve bu aÅŸiretlerin sınırın iki tarafını yaylak ve kışlak olarak kullanmaları iki ülke arasında sürekli bir sorun kaynağı olmuÅŸtur. 1890’larda temel sorun Ermeni meselesidir: Ermeni tedhiÅŸçiler Ä°ran sınırından DoÄŸu Anadolu’ya girerek eylem yapmakta ve tekrar Ä°ran tarafına geçerek izlerini kaybettirmektedir. Bu hadiseler o dönem Osmanlı devletini ciddi bir zaafa uÄŸratmış ve iki ülke arasında gerilimlere sebep olmuÅŸtur. 1920’lerin ikinci yarısında ise temel sorun Kürt isyanlarıdır. AÄŸrı isyanlarında isyancılar Ä°ran sınırından girerek eylem yapmakta ve aynı sınırdan kaçarak izlerini kaybettirmektedir. Özellikle 1930 AÄŸrı isyanı sırasında iki ülke neredeyse savaşın eÅŸiÄŸine gelmiÅŸ ve Türkiye Ä°ran’a sert tepki göstermiÅŸtir. Aynı ÅŸekilde 1980’ler ve 90’larda PKK’nın Ä°ran sınırını serbestçe kullanması Türkiye’ye büyük zararlar vermiÅŸtir.
Son iki yüz yıllık tarihsel süreçte ortaya çıkan ikinci temel eksen ise Ä°ran’ın büyük devletlerle iliÅŸkileri ve bunun Türkiye’ye yansımalarıdır. Ä°ran’ın Rusya/SSCB’nin kontrolüne girmesi, bu ülke tarafından iÅŸgal ya da destabilize edilmesi ihtimali Türkiye bakımından her zaman ciddi bir endiÅŸe kaynağı olmuÅŸtur. Bu bakımdan gerek Birinci Dünya Savaşı sonrasında, gerek Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında/sonrasında, ve gerekse Ä°ran Ä°slam Devrimi sırasında olsun Türkiye, Ä°ran’ın kargaÅŸalığa düÅŸerek parçalanmasından ya da Sovyetler BirliÄŸi tarafından iÅŸgale uÄŸramasından (ya da Sovyetler BirliÄŸi’nin uydusu haline gelmesinden) ciddi kaygı duymuÅŸ ve Ä°ran’a karşı politikalarını bu kaygılar ışığında belirlemiÅŸtir. Türkiye Ä°ran’ın dış ya da iç sebeplerle parçalanmasının (ya da iÅŸgal edilmesinin) Kürt milliyetçiliÄŸini güçlendireceÄŸini ve (tıpkı Ä°kinci Dünya Savaşı bitiminde Sovyet iÅŸgali altındaki Ä°ran Azerbaycan’ında olduÄŸu gibi) bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıyla neticeleneceÄŸini varsaymıştır. Türkiye bu uÄŸurda (Ä°ran’ın parçalanmasının Kürt devletine yol açacağı varsayımıyla) ‘Azeri kartı’nı bile kullanmaya kalkışmamıştır.
GörüldüÄŸü gibi bu iki eksenin temel nirengi noktası Kürtlerdir. Türkiye hem Ä°ran’ın parçalanarak bir Kürt devleti kurulmasından, hem de Ä°ran’ın Türkiye’deki ya da Irak’taki Kürt hareketine destek vermesinden endiÅŸe duymuÅŸtur. Ä°ki ülke arasındaki iÅŸbirliÄŸi/uzlaÅŸma ve rekabet/çekiÅŸme boyutları da bu temel endiÅŸe etrafında ÅŸekillenmiÅŸtir. Türkiye ve Ä°ran bir yandan Kürtleri kontrol altına almak diÄŸer yandan Sovyetlere karşı durmak için Sadabad Paktı’ndan BaÄŸdat Paktı’na kadar olan çizgide iÅŸbirliÄŸine giderken, Türkiye Åžahın 1960’ların ikinci ve 1970’lerin ilk yarısında (Ä°srail ve ABD’nin de katkısıyla) Barzani hareketini desteklemesinden kaygı duymuÅŸtur. Aynı ÅŸekilde 1980-88 Ä°ran-Irak savaşı sırasında Ä°ran’ın BaÄŸdat’a karşı KDP ve KYB ile birlikte savaÅŸması Türkiye için kaygı verici olurken, 1991 sonrası Kuzey Irak’ta meydana gelebilecek geliÅŸmelere karşı iki ülke (Suriye ile birlikte) ortak toplantılar yapmışlardır.
SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında bu iki temel eksenden biri (Rus/Sovyet tehdidi) ortadan kayboldu. DiÄŸeri ise (Ä°ran’ın iç ve dış etkilerle parçalanması sonucunda Kürt devleti kurulması ihtimali) Türkiye bakımından kaygı vermeye devam ediyor. Ä°ÅŸte Türkiye’nin nükleer kriz sürecindeki politikasını, Kuzey Irak’taki geliÅŸmeler ve PKK faktörü de hesaba katıldığında, büyük ölçüde bu tarihsel refleksin belirleyeceÄŸi anlaşılmaktadır.
Türkiye Ä°ran’ın nükleer silah elde etmesine kesinlikle karşıdır. Bu karşı çıkış nükleer silahlara sahip bir Ä°ran Türkiye’ye karşı bir tehdit oluÅŸturacağı için deÄŸildir; zira NATO üyesi bir Türkiye’nin bu bakımdan güvence altında olduÄŸu varsayılmaktadır. Ancak nükleer silahlara sahip bir Ä°ran’ın bölgede (hem bölgesel hem de küresel aktörler bakımından) büyük gerilimlere ve istikrarsızlıklara sebep olacağı açıktır; Türkiye ise Irak’tan sonra bölgede yeni bir istikrarsızlık kaynağı istememektedir. Aynı ÅŸekilde nükleer bir Ä°ran stratejik bakımdan da bölge dengelerini deÄŸiÅŸtirecek, bu da Türkiye’nin bölgesel politikaları bakımından aleyhine olacaktır. Üstelik Irak savaşı sonrası ortaya çıkan ‘Åžii kuÅŸağı’ faktörü de hesaba katıldığında Ä°ran lehine muazzam bir stratejik avantaj meydana gelecektir ki Türkiye’nin, OrtadoÄŸu’nun ve Avrasya’nın stratejik dengeleri bakımından bunu olumlu görmesi mümkün deÄŸildir.
Türkiye ÅŸu anda ABD ve AB’nin geliÅŸtirdiÄŸi ortak söyleme ve tavra uygun davranıyor. Zira Amerikalıların bu konuda muhatap aldıkları ülkelere (Çin ve Rusya’da dahil) söylediÄŸi ÅŸu: Ä°ran’a cesaret verici söylemden ve tavırlardan kaçının, uluslararası toplumun Ä°ran karşısında birlik olduÄŸu mesajını/duruÅŸunu vermeyi ihmal etmeyin. Ama bu uzun vadede Amerikanın diÄŸer isteklerinin karşılanacağı, Amerikanın silahlı müdahalesine ya da ekonomik ambargosuna yeÅŸil ışık yakılacağı anlamına gelmiyor. Burada Türkiye’yi (ve belki bazı Avrupa ülkelerini) rahatlatan unsur Çin ve Rusya faktörü; BirleÅŸmiÅŸ Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip ve Ä°ran’la da önemli iliÅŸkileri olan bu iki ülkenin hiçbir zaman bir askeri müdahaleye ya da ekonomik ambargoya rıza göstermeyecekleri beklentisi hakim. Peki diyelim ki bütün bu beklentiler boÅŸa çıktı ve kriz geri dönülemez bir noktaya vardı; ABD Çin’i ve Rusya’yı ikna ederek ya da tek başına ekonomik ambargo veya askeri müdahale seçeneklerinden birini devreye sokmak için harekete geçti. Türkiye bu durumda ne yapa(bili)r ya da baÅŸka bir ifadeyle ne yapamaz?
Bir kere 1979 sonrası Ä°ran dış politikasının geliÅŸimine baktığımızda böylesi bir kriz durumunda Ä°ran rejiminin geri adım atacağını ve asla ABD ile askeri bir çatışmaya girmek (ya da ABD’ye bunun için bahane vermek) istemeyeceÄŸini varsayabiliriz. Ancak bu Ä°ran’ın milli bir hedef olarak algılanan nükleer enerjiye/silaha sahip olmaktan vazgeçeÄŸi anlamına da gelmeyecektir; muhtemelen bir iki sene sonra uluslararası kamuoyu yatıştıktan sonra, Amerikan ve dünya politikasındaki geliÅŸmelere göre nükleer faaliyetlerine tekrar baÅŸlayacaktır. Peki diyelim ki bu varsayımımız da yanlış çıktı, Ä°ran geri adım atmadı ve bir ambargo ya da askeri müdahale söz konusu oldu; bu durumda Türkiye niçin Ä°ran’a karşı ABD ile iÅŸbirliÄŸi yapamaz sorusuna cevap arayalım:
a) Türkiye ile Ä°ran iliÅŸkileri 1979’dan bu yana gelinen süreçte en iyi dönemini yaÅŸamaktadır. Uzun yıllar süren krizler bitmiÅŸ, Türkiye ‘Ä°ran Ä°slam Cumhuriyeti’ ile birlikte yaÅŸamayı öÄŸrenmiÅŸtir. Bunda hiç ÅŸüphesiz Ä°ran’ın 1999 sonrasından baÅŸlayarak PKK konusunda Türkiye ile iÅŸbirliÄŸi yapmaya baÅŸlaması da etkili olmuÅŸtur. b) Siyasi iliÅŸkilerdeki olumlu geliÅŸmelerin yanı sıra iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari iliÅŸkiler de son derece geliÅŸmiÅŸtir. Ä°ki ülke ticaret hacmi ya da doÄŸalgaz boru hattı gibi Türkiye için hayati konuların yanısıra, Türkiye Ä°ran’ın Avrupa’ya açılan kapısı ise Ä°ran da Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısıdır. c) Türkiye’nin Ä°ran ile ilgili temel tarihsel endiÅŸesi deÄŸiÅŸmemiÅŸtir: Kürt faktörü. Türk dış politikasının geleneksel refleksleri bakımından düÅŸünüldüÄŸünde, Ä°ran’a yapılacak her türlü ambargo/harekat ve Ä°ran rejiminin iç ve dış yollarla destabilize edilmesi Kürt milliyetçiliÄŸine yarayacak ve (hele Kuzey Irak faktörü de hesaba katıldığında) bir Kürt devleti kurulması ihtimalini kuvvetlendirecektir. d) Kürt faktörü dışında da, ‘Irak sorunu’ndan sonra bölgede bir ‘Ä°ran sorunu’na gerek yoktur: Türkiye Irak örneÄŸi ve tecrübesinden sonra bölgede Amerikan harekatı sonrası oluÅŸacak yeni bir istikrarsızlık ve kargaÅŸa (baÅŸka bir ifadeyle yeni bir ‘Pandoranın Kutusu’nun açılmasını) istememektedir. e) ABD’nin 11 Eylül sonrası geliÅŸtirdiÄŸi OrtadoÄŸu politikası sonucu Türkiye komÅŸuları ile iliÅŸkilerinde ekonomik ve siyasi bakımdan izole olmaya zorlanmaktadır. Türkiye son yıllarda (Ermenistan hariç) bütün komÅŸularıyla iliÅŸkilerini düzeltmiÅŸken ÅŸimdi ABD politikaları sonucu komÅŸularıyla iliÅŸkileri tekrar belirsizliÄŸe sürüklenmektedir. Irak’taki durum belirsizliÄŸini korumaktadır; Suriye ile iliÅŸkiler konusunda Türkiye zaten baskı altındadır. Åžimdi Ä°ran ile de siyasi ve ticari iliÅŸkilerini sınırlamaya ya da bitirmeye zorlanması dış politikasında bölgesel bir güç rolü oynama hedefini benimsemiÅŸ bir Türkiye bakımından kabul edilemez görülmektedir. e) En son ama belki de en önemli faktör ise Türk kamuoyundaki eÄŸilimdir. Yapılan çeÅŸitli kamuoyu yoklamaları bize Türk kamuoyunun büyük çoÄŸunluÄŸunun muhtemel bir ABD harekatı karşısında Türkiye’nin tarafsız kalması eÄŸiliminde olduÄŸunu göstermektedir.
Sonuç olarak, Türk dış politikasının gerek geleneksel gerekse mevcut parametreleriyle düÅŸünüldüÄŸünde, ABD’nin mevcut Ä°ran politikası ve muhtemel eylemleri her bakımdan Türkiye’nin zararına sonuçlar doÄŸuracaktır. Bütün bu gerekçelerle Türkiye’nin (en azından kısa vadede; Türk dış politikası parametrelerinin deÄŸiÅŸmesine yol açacak ya da Türkiye’nin kaygılarını giderecek geliÅŸmeler olmadığı takdirde) ABD’nin yanında yer alması mümkün gözükmemektedir.1
1Burada ifade edilen fikirlerin ayrıntıları için bkz. Gökhan Çetinsaya “Essential Friends and Natural Enemies: The Historical Roots of Turkish-Iranian relations,” Middle East Review of International Affairs (September 2003) (http://meria.idc.ac.il/journal/2003/issue3/cetinsaya.pdf); “Ä°ran ve Güvenlik Algılamaları,” Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, der. Refet Yinanç-Hakan TaÅŸdemir (Ankara: Seçkin, 2002), 141-166; “Rafsancani’den Hatemi’ye Ä°ran Dış Politikasına Bakışlar,” Türkiye ve KomÅŸuları, der. Ä°lhan Uzgel ve Mustafa TürkeÅŸ (Ankara: Ä°mge, 2001), 293-329; “Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı-Ä°ran Ä°liÅŸkileri,” KÖK AraÅŸtırmalar, Osmanlı Özel Sayısı (2000), 11-23; “Türkiye-Ä°ran Ä°liÅŸkileri, 1919-1925,” Atatürk AraÅŸtırma Merkezi Dergisi, 48 (Kasım 2000), 769-796; “Atatürk Dönemi Türkiye-Ä°ran Ä°liÅŸkileri, 1926-1938,” Avrasya Dosyası, 5/3 (Sonbahar 1999), 148-175; “Ä°kinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye-Ä°ran Ä°liÅŸkileri, 1939-1945,” Strateji, 11 (1999), 41-72; “Türk-Ä°ran Ä°liÅŸkileri, 1945-1997,” Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk SönmezoÄŸlu, 2. Baskı (Ä°stanbul: Der Yayınları, 1998), 135-158.