Türkiye- NATO ilişkilerinde son dönemde yaşanan sıkıntılar ortaklığın 65 yıllık tarihi içinde önemli bir kırılmaya işaret ediyor. Kuşkusuz geriye dönük bir analiz yapıldığında iki taraf açısından mutlu bir "evlilik"ten bahsetmek de pek mümkün gözükmüyor. Soğuk Savaş dönemi ilişkilerde farklı boyutlarda iniş ve çıkışların yaşandığı yıllar olarak tarihe geçti. Soğuk Savaş sonrasında da bu eğilim devam etti fakat iki taraf da bu evliliğin hem askeri hem de siyasi nimetlerinden önemli ölçüde faydalanmayı tercih etti. Ancak en son Norveç tatbikatı sırasında ortaya çıkan "skandal" ilişkilerdeki güven probleminin ne kadar derin olduğunu bir kez daha gösterdi. Skandalın biçimi dikkate alındığında NATO gibi standart operasyon prosedürleri son derece katı olan bir kurumsal yapının nasıl böylesi bir hataya göz yumduğunu anlamak oldukça zor. "Nasıl oldu?" sorusunu bir kenara bırakıp "Neden Türkiye-NATO ilişkileri böylesi bir güven problemi ile karşı karşıya kaldı?" şeklinde sorduğumuzda krizin mahiyetini daha net bir şekilde ortaya koymak mümkün olabilir ve Türkiye'nin ittifak ile olan ilişkisinin geleceğine yönelik bir çerçeve çıkarılabilir. Öncelikle belirtilmesi gereken husus bu krizin geniş bir boyutu olan Türkiye- Batı krizinin bir parçası olması. Bir süredir Türkiye-Batı ilişkilerinde çok katmanlı bir kriz yaşanıyor. Kimlik krizi bunun en önemli ve en derin boyutlarından birini yansıtıyor. Türkiye'nin 1952'de NATO'ya üye olması, sadece bir savunma ve güvenlik örgütüne katılması anlamını taşımadı. Bu üyelik aynı zamanda Türkiye'nin Batılı kimliğini onaylayan, tasdik eden ve yeniden üreten bir işlev gördü. Batı ise Sovyet otoriterliği karşısında liberal dünya düzenini kuran, yayan ve koruyan onaylayıcı bir blok olarak Türkiye'nin devlet kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak ele alındı. AK Parti bu kimlik onay sürecini büyük ölçüde ters yüz etti. Liberal dünya düzeninemeydan okumadı ancak Türkiye'nin devlet kimliğinin kaynağını önemli ölçüde değiştirdi ve Batı'yı onay verici bir makam olmaktan çıkartarak liberal dünya düzenine eşit şartlarda entegre olmayı talep etti. Ne var ki Türkiye'nin stratejisi sisteme pasif ve edilgen birülke olarak entegre olma yönünde gelişmedi. Bunun yerine Türkiye özerkliğini artırmaya çalışarak sistemin hem bir parçası olmayı istedi hem de sistemin merkezden dikte ettiği politikaları kendi ulusal çıkarlarına uygun bir şekilde yeniden formüle etti. Bu ister istemez Türkiye'nin ulusal güvenlik öncelikleriyle NATO'nun güvenlik öncelikleri arasındaki makasın açılmasına neden oldu.
Çıkar birliği ve çatışması AK Parti döneminde dış politikada özerlik alanı genişledikçe bu süreç NATO içinde Türkiye'ninoynadığı rolü de daha karmaşık hale getirdi. Arap Baharı ve Suriye iç savaşı ile güvenliğini NATO ittifakına bağlamanın işe yaramadığını gören Ankara ittifak dışı siyasi ve askeri strateji geliştirmeyi denedi ancak üyesi olduğu örgütün politikalarının dışında bir askeri-siyasi etkinlikalanının oluşmasına neden oldu. Diğer bir ifade ile Ankara Washington ve Brüksel'de alınankararları kabul etmek yerine kendi çıkarlarını düşünen bir ülke gibi hareket etti. Öte yandan özellikle 2008 sonrası Rusya-NATO rekabetinin derinleşmesi, 2014 Ukrayna kriziyle birlikte Moskova'nın alan genişletme siyaseti ve Putin'in Suriye hamlesi Türkiye'nin güvenlik çevresinde önemli bir değişime neden oldu. Ankara ise kendi önceliğinin taraf seçmek değil çatışma riskinin arttığı bir dönemde Moskova ile ilişkisini dengeli bir şekilde kurmaya çalışarak kendi ulusal güvenlik çıkarlarıyla uyumlaştırmayı denedi. Ancak bu durum NATO ittifakının bir parçası olan Türkiye'yi ittifak içinde ayrıksı bir ülke konumuna getirdi. Bu farklılığı siyasi ve ekonomik boyuttan askeri boyuta taşıma hamlesi ise Türkiye'yi ittifak içinde iyice farklılaştırdı. Burada kritik hususlardan biri de Ankara'nın S-400 tedarikine dair güçlü bir irade sergilemesiydi. Bu durum Batı-Rusya arasına yeni bir Soğuk Savaş'ın yaşandığı bir dönemde Türkiye'nin NATO içindeki yerini daha da tartışmalı hale getirdi. Suriye, İran ve diğer bölgesel konularda Türkiye'nin takındığı pozisyon da bu farklılığı başka alanlara taşıyan bir unsur olarak işlev gördü. Sonuç olarak dış politika ve güvenlik alanında Ankara özerk bir yol takip ettikçe bu durum Türkiye- NATO ilişkilerindeki açmazı daha da derinleştirmiş oldu. Türkiye-NATO ilişkilerindeki güven problemi sadece dış politika ve güvenlik konularıyla da sınırlı kalmadı. İttifaka yönelik güven sorunu 15 Temmuz ile birlikte daha geniş bir kitleyeyayıldı. Soğuk Savaş yıllarında toplumsal onaydan yoksun olan NATO bugün siyasi ve askeri kanatta temerküz eden derin bir şüpheyle karşı karşıya kaldı. Ancak bütün bu güven problemi ve şüpheye rağmen NATO halen Türkiye'nin ulusal güvenlik mimarisinin ayrılmaz bir parçası olarak işlev görüyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin standart prosedürleri ve kurumsal mimarisinde NATO yapısı önemli bir yer tutuyor. Öte yandan NATO uluslararası sistemin en etkin güvenlik ağını temsil ediyor ve Türkiye'nin karşı karşıya olduğu güvenlik risklerinin büyük bir kısmı için önemini koruyor.
[Sabah, 25 Kasım 2017].