SETA > Yorum |
Mavi Marmara Hazımsızlığı

Mavi Marmara Hazımsızlığı

Filistin, Türkiye'de hükümetler üstü bir davadır. Türkiye'nin Filistin algısı, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını ve tarihini aşar ve kökü Kudüs'ün fethine hatta daha öncesinde Hz. Peygamber'in kıblesini Kudüs'e doğru döndürmesiyle başlar.

Filistin, Türkiye’de hükümetler üstü bir davadır. Türkiye’nin Filistin algısı, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını ve tarihini aşar ve kökü Kudüs’ün fethine hatta daha öncesinde Hz. Peygamber’in kıblesini Kudüs’e doğru döndürmesiyle başlar. Filistin derken hiçbir “Türk” Akdeniz’in kıyısında bir avuç bir toprak parçasından bahsetmez. Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca ihtimamla yönettiği ve Selahaddin Eyyubi sünnetini ihya ettiği Filistin, genetik kodlarımıza işlenmiş özel bir konuma sahiptir.

Sadece şunu hatırlayın. Osmanlı, modern tarihin ilk Siyonizm karşıtı devletidir. Biraz açayım. Siyonizm’in 18. yüzyıldan itibaren sesli ve sistematik olarak talep ettiği Filistin toprakları, Osmanlı toprağıydı. Siyonistlerin toprak için başvurduğu merci, Osmanlı’ydı. Siyonistleri düşünmeksizin geri çeviren Osmanlı’ydı. Ülkesindeki Siyonist aktiviteleri yasaklayan da yine Osmanlı’ydı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Filistin algısı da büyük oranda korundu. Türkiye Filistin’i taksim planına karşı çıktı. Arap-İsrail savaşlarında Arapların tarafını tuttu. Kodlarımıza o kadar işlenmiş ki eli kanlı 80 darbecilerinin bile ilk yaptığı dış politika icraatlarından birisi İsrail ile diplomatik ilişkileri koparmak olmuştu. Çünkü İsrail aziz Kudüs’ümüzü kendi ezeli ve ebedi başkenti ilan etmişti.

TÜRKİYE- FİLİSTİN BAĞI

Filistin Türk aklında her zaman var oldu. İsrail işgali altında olması, devlet kurumlarının olmaması, muhasara veya saldırıya maruz kalması, Türk aklında Filistin’in buharlaşmasını sağlayamadı.

Bu arka planı dikkate alarak Filistin’de ne olduğunu hatırlayalım. Filistin’de bütün dünyanın söylemsel olarak desteklediği fakat sonuçlarını görünce “çamura yattığı seçimler” yapıldı. Seçimleri Hamas’ın kazanması, İsrail’in, Batı’nın ve içimizdeki “İrlandalıların” planlarını altüst etti. Hazımsızlık, demokrasi hazımsızlığıydı. İslami hareketler hazımsızlığıydı. Değişim hazımsızlığıydı.

Filistinli taraflar arasında çatışma körüklendi. Batı’nın Filistinli dostları eliyle darbe yapılmaya çalışıldı. Batı seçim sonuçlarını çöpe attı. Son olarak ise Gazze bir açık hava hapisanesine dönüştürülerek, Hamas Gazze’ye hapsedildi. Hapsedilen sadece Hamas değil, her kesimden Filistinlilerdi. Yetmedi hapisane üzerine bombalar yağdırıldı. Hastasından balıkçısına kadar herkesin hayatına kilit vuruldu. Ve Gazze imkansızlıklarla baş başa kalıp diz çöksün diye kuşatma altına alındı.

Tek ortak noktaları Filistin için atan kalpleri olan farklı din ve anlayıştan insanlar, yangına su taşıyan karınca misali topladıkları insani yardım malzemeleriyle, gemilere atlayıp Gazze’ye ulaşabilecekleri tek yol olan deniz yolundan yola çıktılar.

OTORİTE KİM?

İsrail bunun sadece Gazzelilere yardım ulaştırması manasına gelmediğini, aynı zamanda kirli işgaline karşı tarihi bir meydan okuma olduğunu biliyordu. Bu sebepten gemilerden birisi olan Mavi Marmara’ya saldırıp 9 canı katletti. Kirli işgalini ve kuşatmasını devam ettirmek için katletti. Eli kanlı statüko değişmesin diye katletti.

Bütün tarihi arka planımıza, genetik kodlarımıza ve en önemlisi yukarda özetlediğim gelişmelere rağmen, İsrail ağzıyla, tutarsız bir “otoriteden izin” açıklamasıyla, statükoya yaranma çabasıyla ve en vahimi vicdansızca Mavi Marmara’ya, onun aziz hatırasına, güler yüzlü Furkan kardeşime dil uzatanlar var.

Örneğin, Zaman’dan Hüseyin Gülerce, The New York Times’taki mülakatıyla malumu ilan etmiş. Cemaatle hükümet arasındaki çatlak Mavi Marmara’da başlamış... Tüm İslam ümmetini ilgilendiren bu hassas konuda sarf edilen bu özensizliğin siyasi ve dini kaynakları nedir acaba? Türkiye’de yaşayan bir Müslüman, cumhurun görüşünden nasıl bu kadar uzaklaşabilir? Nasıl bir dünya görüşü ve İslam anlayışı, beslenilen hangi kaynak bu derin uçuruma sebep olabilir?

Mavi Marmara’ya dil uzatanlar, sadece hükümetle politikası ayrı düşmedi. Tarihi gerçeklerle, ata yadigarımızla, genetik kodlarımızla, vicdanla, Türk insanını Türk insanı yapan hususiyetlerin özüyle ve ümmetle de ayrı düşmüş oldular. Zalimle aynı resme girme uğruna, mazlumla ayrı düştüler.

Dünyalık birkaç işi görme adına hakkın ali hatırını incittiler.

Bedduaların havada uçuştuğu bugünlerde bildiğim bir şey var:
“Mazlumun bedduasından korkun! Çünkü onun bedduası göğe çıkar.”

[Akşam, 22 Aralık 2013]