Muammer Kaddafi’ye karşı başlatılan 17 Şubat İsyanı’nın ardından kanlı bir iç savaş süreci yaşanan Libya’da 7 Temmuz’da düzenlenen genel seçimler, yeni dönemin şekillenmesi ve ülkede istikrarın sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. İsyan süreci ve sonrasında yönetimde bulunan Ulusal Geçiş Konseyi’nin (UGK) Libya genelinde otorite sağlayamaması, ülkenin devrim sonrasında yaşadığı sorunların çözümü noktasında seçimlerin rolünü daha da artırmış, Libyalıların düzen ve istikrar umutlarını seçimlere bağlamasına neden olmuştur. Nitekim seçimlerden sonra halkın iradesiyle göreve başlayacak olan kurucu meclis, yeni Libya’nın anayasasını hazırlayarak ülkeyi 2013’te düzenlenecek genel seçimlere hazırlayacaktır.
SEÇİM ÖNCESİ ATMOSFER
Yeni Libya’nın inşası sürecinde seçimlerin rolü açık olmasına karşın, Kaddafi’nin devrilmesinden itibaren seçim arifesine kadar olan dönemde yaşanan çalkantılı süreç, seçimlerin düzenlenmesi konusunda derin şüphelere yol açmıştır. Kaddafi’nin yakalandığı Ekim ayından itibaren geçen 8 ay içinde iç savaşın sona ermesine karşın Libya’daki pek çok sorunun çözülememesi, hem geçici yönetime olan tepkileri artırmış, hem de ülke genelinde bir nevi kaos ortamının yaşanmasına neden olmuştur. Bu bağlamda devrim sonrasında devam eden güvenlik bunalımı ve yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle UGK sık sık protesto hareketleri ve silahlı milislerin isyan tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun ötesinde Abdurrahman El Kib liderliğinde Kasım ayında kurulan geçiş hükümeti, verdiği çeşitli tavizlere rağmen sayıları 200 bini bulan ve farklı bölgelerde etkinlik gösteren eski isyancıların silah bırakmasını sağlayamamıştır. Diğer yandan savaş sonrasında hızla artan ve günlük 1,8 milyon varile ulaşan petrol üretimine karşın ekonomik sorunların çözülememesi, halkın geçici hükümete olan tepkisini artırmış, hükümet ve UGK şeffaf olmamakla ve yolsuzluk yapmakla suçlanmıştır.
UGK’ya yönelik tepkilere ek olarak, Kaddafi’nin baskıcı rejiminin ardından özellikle Afrika kökenli aşiretlerle Arap aşiretler arasındaki sorunların tekrar gün yüzüne çıkması, ülkenin çeşitli bölgelerine yayılan çatışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bunlara ek olarak, ülkenin doğal kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip olan ancak Kaddafi’nin ihmal ettiği doğu bölgelerinden yükselen otonomi çağrıları, seçim öncesinde Libya’nın istikrar bunalımında önemli rol oynamıştır. UGK’nın çıkardığı yasa uyarınca kurulacak meclisteki temsil oranının Batı’da 102, Doğu’da 60 ve Güney’de 38 olarak açıklanması, Bingazi’nin de içinde bulunduğu doğudaki bazı grupların mecliste eşit temsil edilmedikleri gerekçesi ile seçimleri boykot etme kararı almalarına yol açmıştır. UGK ise bu itirazları engellemek için seçimden kısa bir süre önce anayasa yapım sürecini yürütecek komisyon üyelerinin her üç bölgeden eşit sayıda temsil edilmesini öngören bir yasa çıkartmıştır. Libya’nın seçim öncesi yaşadığı bu atmosfer, seçimlerin tüm bu sorunların çözümü için bir fırsat olarak görülmesine neden olurken, seçimlere sayılı günler kala ülkede yaşanan bazı şiddet eylemleri sonucunda, özellikle Batı medyasında seçimlerin güvenliğine ilişkin riskler gündeme gelmiştir.
Seçimlerin güvenliği tartışmaları devam ederken, daha önce 19 Haziran olarak belirlenen seçim tarihinin ertelenmesi, endişelerin haklı olduğu yorumlarına neden olsa da, UGK seçimlerin ertelenme sebebini seçim sürecine ilişkin alt yapı eksiklikleri ve aday ve seçmenlerin gereken resmi işlemleri tamamlayamaması olarak açıklamıştır. Nitekim 1964’ten bu yana ilk kez oy kullanacak Libyalı seçmenlere seçim bilincinin aşılanması ve seçmen kayıtlarının tamamlanması sürecinin uzun sürmesinin yanında, seçimlerde aday olan isimlerin yasa gereği Kaddafi rejimi ile hiçbir bağlantılarının olmadığını kanıtlamak zorunda oldukları resmi prosedürler süreci oldukça uzatmıştır. Buna ek olarak Kaddafi’nin 1972’de ‘nifak yuvası’ oldukları gerekçesiyle yasakladığı ve ancak Ocak 2012’de resmi olarak kurulmaya başlayan siyasi partilerin hem yapılanma hem de seçim sürecine hazırlık süreçleri için de zaman ihtiyacı doğmuştur. Bu süreçte Libyalı seçmenlerin %80’ine karşılık gelen 2,8 milyon kişi seçmen kayıtlarını tamamlamış, 100’den fazla siyasi parti ile 3000 kadar bağımsız aday seçimlere katılmaya hak kazanmıştır.
7 TEMMUZ SEÇİMLERİ
Seçim hazırlıkları sürerken, Libya’nın güneyindeki Kufra bölgesinde ve Tunus sınırında devam eden etnik çatışmaların yanı sıra, Bingazi’de federalizm yanlısı silahlı grupların Yüksek Seçim Komisyonu binasını yağmalaması ve birkaç kentte meydana gelen bombalı saldırılar, seçim öncesinde ülke genelinde gerginliğin hat safhada olduğu kanısını uyandırsa da, 7 Temmuz’da gerçekleştirilen seçimler birkaç münferit olay dışında sorunsuz geçmiştir. Gerek kısa sürede tamamlanan seçim organizasyonunun sorunsuz ve şeffaf işlemesi, gerekse seçim tecrübesi olmayan halkın bir bayram havasında katıldığı oy verme işleminin kurallara uygun bir şekilde gerçekleşmesi, Libyalıların ağır bedeller ödeyerek elde ettikleri devrimin arkasında durduğunun bir göstergesi olmuştur. Nitekim halk, yapılan boykot çağrılarına kulak asmamış, Beni Velid ve Sirte gibi güvenlik kaygısı nedeniyle uluslararası seçim gözlemcisi gönderilmeyen bölgelerde bile seçimler olaysız geçmiş ve silahlı milisler seçim güvenliğinin sağlanmasında geçici hükümetle işbirliği yapmıştır. Bu noktada seçim sonrasında açıklanan %65 katılım oranı, Libya’nın yaşadığı tüm bu süreçler göz önüne alındığında yüksek bir oran olarak kabul edilmelidir.
Seçilecek 200 üyeli meclisin 80’inin siyasi partilere, 120’sinin ise bağımsız adaylara ayrıldığı seçim sistemi içinde yarışan siyasi yelpazeye bakıldığında partilerin temel olarak liberal, milliyetçi ve İslamcı olmak üzere üç tandansa yayıldığı görülmektedir. Libya’da gerek ideolojik farklılıkların henüz oluşmaması, gerekse halkın oldukça muhafazakar bir İslam anlayışına sahip olması nedeniyle bu kavramların ülkenin iç dinamikleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiği ve bu akımların siyasi parti programlarında iç içe geçtiği akılda tutulmalıdır. Bu noktada öncelikle her siyasi partinin sosyokültürel dokuya uygun olarak İslam’a referans verdiği ve hemen hepsinin Libya’nın bütünlüğünü temel alan milliyetçi bir söyleme sahip olduğu göz önüne alınmalıdır.
SEÇİM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRMESİ
Seçimlerin ardından, Yüksek Seçim Kurulunun açıkladığı resmi olmayan sonuçlara göre Mahmud Cibril liderliğindeki Ulusal Güçler Koalisyonu seçimi önde bitirmiştir. 58 siyasi partinin ve pek çok STK ve bağımsız adayın desteklediği liberal eğilimli olarak adlandırılan bu koalisyonun zaferi dünya basınına Arap Uyanışındaki İslamcı dalganın kırılması olarak yansımış olsa da, Libyalıların Cibril’e olan desteğinin altındaki sebepler çeşitlidir. Kaddafi döneminde üst düzey bürokrat olan Cibril, isyanın başlangıcından itibaren devrimcilere katılmış, geçiş hükümetinde aylarca başbakanlık yapmış ve batı ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip bir isimdir. NATO operasyonunu Kaddafi’ye karşı kazanılan zaferde en önemli etken olarak gören Libyalıların NATO ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip Cibril’i ülkenin istikrarı açısından kilit isim olarak görmüş olmaları muhtemeldir. Bunun yanı sıra ülkenin en büyük aşireti olan Verfela aşiretine mensup Cibril’in, aşiret yapısının zayıflamasına karşın halen devam ettiği Libya’da destek görmesi de doğaldır. Ayrıca devlet deneyimine sahip olan Cibril’in yerel olarak güçlü bağımsız adaylarla işbirliğine girmesi ve UGK’ya yakınlığı sayesinde kampanya sürecinde basın organlarını etkin kullanması halka erişimini kolaylaştırmıştır. Seçim boyunca liberal ve seküler sıfatlarını reddeden Cibril’in İslami değerlerin politikanın ayrılmaz bir parçası olduğu görüşünü dile getirmesi ve halk arasında dindar kimliği ile bilinmesi de Libyalıların tercihini etkilemiştir.
Seçimlerden ikinci olarak çıkan Adalet ve İnşa partisi, Kaddafi döneminde yer altında ya da yurt dışında faaliyet gösteren Müslüman Kardeşlerin Muhammed Suvan liderliğinde kurduğu siyasi partidir. Seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde Müslüman Kardeşlerin yaşadığı yenilgiye ilişkin yorumlar yapılsa da, Libya’nın tarihsel ve sosyokültürel yapısı göz önüne alındığında Adalet ve İnşa partisinin seçimlerden ikinci olarak çıkması, bu partinin hatırı sayılır bir başarıya imza attığını göstermektedir. Nitekim bölgedeki diğer ülkelerden farklı olarak genele yayılmış dindar toplum yapısı, Libya’da ideolojik olarak İslam’ı ön plana çıkaran Müslüman Kardeşlerin ayrıcalıklı bir konuma oturmasını engellemektedir. Diğer yandan Kaddafi döneminde yürütülen örgüt karşıtı yıpratıcı politikalarla halk arasında Müslüman Kardeşlere karşı oluşan tehdit algısı, yıllarca ülkeden uzak kalmış örgüt üyelerinin Libya’nın mevcut dinamiklerine uzak kalması ve tekrar örgütlenmek için yeterli zamana sahip olmaması partinin seçim zaferini engellemiştir. Yine de, partinin seçilmesi muhtemel çok sayıda bağımsız adayla olan bağlantısı hesaba katıldığında seçim sonrası süreçte etkin rol oynayacağı öngörülmektedir.
Seçimlerde başarı gösteren diğer bir parti de Ulusal Cephe Partisi olmuştur. Muhammed Yusuf Magarif liderliğindeki parti, 1980’lerden beri faaliyet gösteren Libya’nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe örgütünün siyasi kanadıdır. Kaddafi’ye düzenledikleri suikast teşebbüsleriyle bilinen örgütün kurduğu parti, Libya’nın ulusal birliğine vurgu yapmakta ve devlet işlerinin yürütülmesinde İslam’a referans vermektedir. Ulusal Cephe, özellikle iç savaş boyunca Libya’da şekillenen milliyetçilik ve özgürlük duygularına hitap etmiş, Kaddafi’ye karşı uzun süredir yürüttüğü muhalefeti avantaj olarak kullanmıştır.
Seçimin galiplerinden birisi de Misrata’dan birinci parti olarak çıkan Abdurrahman Suvehli liderliğindeki Vatan İçin Birlik Partisi’dir. Savaşın en şiddetli yaşandığı Misrata’nın önde gelen isimlerinden birisi olan Suvehli, Libya’nın en güçlü milis gücü olan Misratalı eski isyancıların desteğini alması açısından Libya siyasetinde etkin bir isim olmaya adaydır. Misrata direnişinin devrimin en önemli aşamalarından biri olduğunu ve Kaddafi rejimindeki imtiyazlarını devam ettirmek isteyenlere karşı silahlı direnişin devam edeceğini açıklayan Suvehli, eski rejimin bir parçası olarak gördüğü Cibril’le olası bir koalisyona şiddetle karşı durmaktadır.
Libya seçimlerinin kaybedeni ise Abdükhakim Bilhac’ın Vatan Partisi ve selefi partiler olmuştur. Afganistan’da Sovyetlere karşı savaştığı dönemden itibaren selefi oluşumlarla bağlantısı olduğu bilinen Bilhac, isyan sürecinde Trablus Askeri Konseyi’nin liderliğini yürütmüştür. Bilhac’ın yenilgisinde, iç savaş sırasında Trablus’un düşmesindeki tüm payı sahiplenmesi sonucunda halk arasında kendisine karşı oluşan tepki etkili olmuştur. Seçimlere katılan selefi isimlerden biri olan Ali Sallabi ise isyan öncesinde Seyfülislam Kaddafi ile yakın ilişkilerinin getirdiği kötü ün nedeniyle başarısız olmuştur. Diğer yandan, Selefi partilerin başarısızlığında, Vahabizme karşı kurulan ve 19.yüzyıl başlarından itibaren Libya’da oldukça etkin olan Sennusiye tarikatına olan aidiyetin de önemli bir etken olduğu göz ardı edilmemelidir.
Yeni Libya’nın şekillenmesinde önemli kilometre taşlarından biri olan 7 Temmuz seçimlerinde Libya halkı sağduyu ile hareket ederek üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Libya’nın istikrarı ve refahı için bundan sonraki süreçte siyasi aktörler, sorunların çözümü için halkın kendilerine verdiği görevi yerine getirmekle yükümlü olacaktır. Bu doğrultuda, Libya’nın bir an önce istikrara kavuşması için, seçim sonrasında kurulacak mecliste yer alacak siyasi partilerin ve bağımsızların oluşturacağı geniş kapsamlı bir koalisyon oldukça önem taşımaktadır. 120 sandalye ile temsil edilecek bağımsızların tutumu, oluşacak tabloda kilit rol oynayacaktır. Seçim sonrası süreçte milislerin silah bırakması ve Libya’nın savaş sırasında %60 oranında küçülen ekonomisinin düzeltilmesi için her kesimin temsil edileceği geniş katılımlı bir hükümetin kurulması, Libya’nın ihtiyaç duyduğu istikrarın tesisi için hayati değer taşımaktadır. Aksi taktirde ülkenin savaş sonrası yaşadığı bıçak sırtı geçiş dönemi, yeni bir kaos ortamına evrilmeye mahkum olacaktır.