Mayıs’ta barışçıl yöntem ve çevre hassasiyeti ile başlayan ancak polisin orantısız güç kullanımı sonrasında yayılmasıyla marjinal grupların kendi gündem ve amaçlarına esir düşen Gezi Parkı eylemlerinin bir nedeninin de hükümetin halkın bir kesiminin yaşam tarzını ilgilendiren konulardaki söylemi oluşturdu. Gezi Parkı eylemcileri ile yapılan bir anket eylemcilerin yüzde 58’inin özgürlükleri kısıtlandığı için protestolara katıldıklarını ortaya koymaktadır.
Bu özgürlük mücadelesine destek veren kesimler, eylemcilerin post-endüstriyel liberal değerleri savunduklarını, dolayısıyla sağlıklı ekmek ve üç çocuk sahibi olmanın Başbakanca teşvik edilmesini ve sigara içebilecekleri yer ve alkol satın alabilecekleri mekan ve saatlerin hükümetçe belirlenmesini istemediklerini belirtmekteler. Örneğin, Nilüfer Göle, ‘hükümetçe dile getirilen bazı ahlak temalarının muhafazakar demokratlığı değil, geçmişin tutucu, “yobaz” kategorisini çağrıştırdığı’ ifade etti. Yani bir bakıma, 2009 ve 2010 yıllarında koparılan ‘eksen kayması’ iddialı ‘Türkiye’nin İslamileşmesi’ tartışması yeniden alevlendirilmiş gibi duruyor. Birkaç yıl önce ‘eksen kayması’ iddiasıyla AK Parti Hükümeti’nden Türkiye’nin geleneksel Batı merkezli dış politika yöneliminden sapmadığını kanıtlamasını bekleyenler, bugün muhafazakar demokrat olduğunu yıllar önce beyan etmiş hükümetten liberal demokratlık yemini etmesini bekliyorlar. Bu beklenti ise, birey, toplum, haklar ve özgürlükler tasavvurlarıyla halka inemeyen, inmeye çalıştıklarında ise savundukları bazı değer ve doğruları halk nezdinde genel bir kabul görmeyen kesimlerin, özellikle de liberallerin, diğer siyasal partilere eklemlenerek kurmaya çalıştıkları liberal entelektüel hegemonyaya işaret ediyor.
DEMOKRATLAR NE KADAR DEMOKRAT?
Türkiye’de liberal kesim partileşip seçimlere katılarak savunduğı politika ve değerler üzerinde seçmen mührünü arama gereği hissetmedi, birkaç kez sandığa gittiklerinde ise milletten itibar görmedi. Tek makbul demokrasinin liberal demokrasi olduğu şeklindeki Batılı anlayışın da desteği ile kendi değer ve doğrularını diğer partiler üzerinden hayata geçirmeye çalıştı. Bu araçsal bakışlarının en güzel örneğini de kuruluşundan bu yana AK Parti ile ilişkilerinde geliştirdikleri tavırda görmek mümkün oldu. AK Parti Hükümeti, liberal kesimlerin de tereddütsüz desteklediği Avrupa Birliği reformlarını yapar, askeri ve bürokratik vesayetle mücadele eder ve Kürt sorununun çözümü için çaba gösterirken, liberaller için ideale yakın bir partiydi. Kuruluşundan bu yana muhafazakâr demokrat parti olduğunu açık seçik beyan etmiş olan AK Parti, eski Türkiye ile yüzleşme ve mücadele dönemlerinde muhafazakâr demokrat olmayıp sadece demokrat kaldığı sürece idare edilebilirdi. Ama yeni bir Türkiye inşası döneminde AK Parti’den muhafazakâr demokrat kimliğini seçim beyannamesi sayfalarında bırakması, reel politikada liberal demokrat gibi davranması beklenmektedir. Bu nedenle de alkol düzenlemesi, din öğreniminin teşvik edilmesi, üç çocuk teşviki ve kürtajın Başbakanca ‘cinayet’ olarak değerlendirilmesi sonrasında liberal kesimden “postmodern otoriterlik”, “müdahaleci püritenizm” suçlamaları duyulmaktadır. “Değer yargıları üzerinden bir adım atamıyorsunuz. Sadece ekonomik yatırımlar yapabiliyorsunuz. Mesele kültürel değerlere gelince