1988 yılından beri çözümsüz bir şekilde günümüze kadar gelen ve donmuş bir çatışma olarak nitelendirilen Dağlık Karabağ meselesi, 32 yıl sonra Azerbaycan ordusunun başarılı operasyonuyla epey kısa bir süre içinde Azerbaycan lehine çözüme kavuşturuldu. Sürece dair genel bir değerlendirme yapıldığında, yaklaşık bir buçuk ay süren operasyonun başarıya ulaşmasının arka planındaki faktörler ulusal, bölgesel ve uluslararası faktörler olarak üçe ayrılabilir. Bu faktörleri bir bütün halinde değerlendirip anatomisini çıkarmak, Karabağ’da zaferin anlaşılması açısından önem arz ediyor.
Otuz iki yıl sonra Dağlık Karabağ meselesinin askerî bir zaferle çözümünü getiren bölgesel faktörlerden ilki ve en güçlüsü ise hiç şüphesiz Türkiye’nin desteğidir. Zira Ermeni güçlerinin önemli enerji merkezi olan Tovuz’a yaptığı ilk saldırıdan itibaren, Ankara yönetimi Azerbaycan’ın yanında olduğunu açıkça gösterdi ve tüm imkanlarıyla çatışma boyunca Azerbaycan’a destek verdi.
Ulusal faktörler
Azerbaycan’ı Karabağ’da zafere götüren ulusal faktörlere baktığımızda karşımıza çıkan ilk husus Azerbaycan’ın bu meseledeki haklılığıdır. Zira Ermenistan Soğuk Savaş sonrası dönemin Kafkaslarda oluşturduğu güç boşluğu sayesinde, Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ’ı uluslararası hukuk prensiplerini hiçe sayarak işgal etmişti. Aradan geçen yaklaşık otuz yıl boyunca, Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere birçok uluslararası örgüt Ermenistan’a işgali sonlandırma çağrısı yapmış, fakat Erivan yönetimi bu çağrıları karşılıksız bırakarak işgali sürdürmüştü. Haliyle Azerbaycan 27 Eylül’de başlattığı operasyonda her yönden haklıydı ve bu haklılığı uluslararası kamuoyunun vicdanında da kabul ediliyordu. Zaten Ermenistan dışında hiçbir ülkenin Azerbaycan’a neden operasyon başlattığını sormaması, bu haklılığın somut bir göstergesi. Ayrıca bu haklılığın meydana getirdiği siyasi özgüvenin ve toplumsal birliğin, Azerbaycan’ın operasyona kenetlenmesine de imkân sağladığını ifade etmek gerekir.Azerbaycan’a Karabağ’da zaferin yolunu açan asıl faktör ise hiç şüphesiz Ermenistan karşısındaki askerî üstünlüğü oldu. Somut rakamlar üzerinden konuşmak gerekirse, iki ülkenin askerî gücü ve sahip oldukları silah sistemleri karşılaştırıldığında bu üstünlük açıkça görülüyor. Örneğin ABD merkezli araştırma kuruluşu Global Fire Power’ın mevcut askerî güç endeksinde Azerbaycan 64’üncü, Ermenistan ise 111’inci sırada yer alıyor. Daha da özele inip iki ülkenin askerî gücüne bakıldığında, Karabağ operasyonunun başladığı 27 Eylül’de Azerbaycan’ın 67 bin aktif askerî personel sayısına karşılık Ermenistan’ın 45 bin aktif askerî personeli bulunuyordu. [1]
Armed Forces isimli platformun verilerine göre ise Azerbaycan’ın 2,7 milyar dolarlık yıllık askerî bütçesine karşılık Ermenistan’ın 500 milyon dolarlık askerî bütçesi bulunuyor. Bu harcamaların somut birer çıktısı olarak, operasyon başladığı sıralarda kara kuvvetleri envanterlerinde Azerbaycan’ın 665 tankına, bin 637 zırhlı aracına ve 740 topçu sistemine karşılık Ermenistan’ın 529 tankı, bin zırhlı aracı ve 293 topçu sistemi bulunuyordu. Hava kuvvetlerinde ise Azerbaycan’ın 13 çok fonksiyonlu uçağına, 5 savaş uçağına, 11 bombardıman uçağına ve 75 savaş helikopterine karşılık Ermenistan’ın sadece 13 bombardıman uçağı ve 42 savaş helikopteri bulunmaktaydı. Tüm bu rakamların gösterdiği üzere, Azerbaycan operasyon başladığı sıralarda sahadaki askerî üstünlüğü elinde bulunduruyordu. Ayrıca operasyon sonucunda Azerbaycan ordusunun Ermenistan’a ait yaklaşık 5 milyar dolar değerinde silahı imha etmesi ya da ele geçirmesi dikkate alındığında, Ermenistan’ın yaşadığı kayıp daha iyi anlaşılabilir. [2] Söz konusu açık üstünlük ve kısa sürede elde edilen askerî zafer, sert gücün ve ulusal kabiliyetlerin ülkeler için hâlâ ne kadar önemli ve stratejik mahiyette olduğunu göstermesi bakımından önem taşıyor.
Azerbaycan’ın Karabağ’da zafere ulaşmasında rol oynayan uluslararası faktörleri de gözden kaçırmamak gerekiyor. Burada öncelikle, dünya genelinde neredeyse tüm ülkelerin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) kriziyle meşgul olmalarından ötürü Karabağ meselesine vakit ayıramadıklarını söyleyebiliriz.
Bölgesel faktörler
Otuz iki yıl sonra Dağlık Karabağ meselesinin askerî bir zaferle çözümünü getiren bölgesel faktörlerden ilki ve en güçlüsü ise hiç şüphesiz Türkiye’nin desteğidir. Zira Ermeni güçlerinin önemli enerji merkezi olan Tovuz’a yaptığı ilk saldırıdan itibaren, Ankara yönetimi Azerbaycan’ın yanında olduğunu açıkça gösterdi ve tüm imkanlarıyla çatışma boyunca Azerbaycan’a destek verdi. Söz konusu desteğin özellikle 2010 yılında Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’na dayandığını burada ifade etmek gerekir; çünkü söz konusu anlaşmayla iki ülke arasındaki ilişkiler söylem düzeyindeki destekten çıkarak hukuki bağlayıcılığı olan somut bir hale dönüştü. Bu çerçevede iki ülke, birinden birine bir saldırı olması durumunda tüm imkanlarıyla birbirlerine destek vereceklerini taahhüt ettiler. Bu sebeple Türkiye Azerbaycan’a çatışmalar boyunca siyasi, askerî ve diplomatik açılardan destek sundu. Bunlar arasında ise özellikle Azerbaycan’ın Türkiye’den insansız hava araçları (İHA) tedarik etmesi ve bunları başarıyla kullanması, ona sahada dengelenmesi zor bir askerî üstünlük sağladı.Bir diğer önemli bölgesel faktör ise Rusya’nın çatışmalar boyunca izlediği pasif siyaset oldu. Zira Ermenistan’ın bir nevi garantörlüğünü yapan Rusya’nın, 30 yılı aşkın süredir Dağlık Karabağ meselesinin çözümü yolundaki en önemli engel olduğu biliniyordu. Fakat Rusya’nın Ermenistan’daki Nikol Paşinyan yönetimiyle yaşadığı siyasi sorunlar, Karabağ meselesi üzerinden Ermeni hükümetini yıpratma siyaseti izlemesini beraberinde getirdi. 2018 yılında sokaklardan aldığı destekle yönetime gelen Paşinyan hep Batı yanlısı bir siyasetçi olarak görüldü. Öyle ki siyasi suçlu olarak arandığı dönemde ABD elçiliğinde saklandığına dair dedikodular çıkmıştı; başbakan olduğunda ise Rusya’ya yakın siyasetçiler tutuklanarak hapse atıldılar. Aslında Paşinyan’ın kendi döneminde verdiği bu siyasi otonomi mücadelesinden hoşlanmayan Moskova öncelikle Paşinyan hükümetini yıpratmak istedi. Buna paralel olarak, jeopolitik mücadelelerin arttığı bir konjonktürde Karabağ sorununun çözümsüz kalmasının uzun vadede Batılı güçlerin müdahalesine zemin hazırlamasından çekindiği için, Moskova sorunun çözümü üzerine mesai harcamaya başladı. Paşinyan yönetimini zorlayarak yedi rayonun beşinin Azerbaycan’a bırakılması gerektiğini dile getirdi. Buna yanaşmayan Paşinyan yönetimine ise çatışmaların Ermenistan topraklarına sıçramadığı gerekçesiyle beklediği desteği vermedi.
Değinilmesi gereken ve zaferin ortaya çıkmasında etkili olan bir diğer bölgesel faktör ise İran’ın çatışmalara dair yaşadığı ikilem ve iç güvenlik endişelerinin ortaya çıkardığı siyasi zayıflıktı. İran’ın çatışma boyunca aldığı pozisyona bakıldığında, Güney Kafkasya’daki etkinliğini artırma arayışından ziyade, öncelikle İsrail’in Azerbaycan’a destek vermesinden rahatsız olduğu ve sınır bölgesinde yaşanan çatışmaların İran’ın kuzeyindeki Azeri bölgelerine sıçramasından endişe duyduğu görüldü. Her ne kadar Rusya üzerinden gelen yardımların sınırdan Karabağ bölgesine ulaştırılmasında rol oynasa da, iç güvenlik endişeleriyle çatışmaya doğrudan müdahil görünmemek amacıyla çaba sarf etti. Bu bakımdan İran coğrafi yakınlığı sebebiyle çatışma sonrası oluşan jeopolitik denklemin içinde yer alamadı, iç güvenlik endişeleri sebebiyle yüksek perdeden angajmana giremedi ve çatışma boyunca sınır muhafız güçlerini tahkim etmekten ve ülke içinde gerçekleştirilen protestolara yönelik sert önlemler almaktan öte, sahada dengeleri değiştirebilecek bir politika ortaya koyamadı. Bu durum bir yandan Dağlık Karabağ sorununun çözümünü daha az aktörlü ve çözülmesi kolay bir hale getirirken diğer yandan İran’ın bölgedeki etkisinin zayıflaması sonucunu ortaya çıkardı.
Sonuç olarak, bölgesel açıdan Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği çok boyutlu stratejik destek, Rusya’nın Paşinyan yönetimini bir nevi cezalandırmak istemesi ve İran’ın iç güvenlik kaygılarıyla izlediği düşük angajman bir araya gelince, 32 yıldır çözülemeyen Karabağ meselesi 44 gün kısa bir sürede çözüme kavuşmuş oldu.
Uluslararası faktörler
Azerbaycan’ın Karabağ’da zafere ulaşmasında rol oynayan uluslararası faktörleri de gözden kaçırmamak gerekiyor. Burada öncelikle, dünya genelinde neredeyse tüm ülkelerin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) kriziyle meşgul olmalarından ötürü Karabağ meselesine vakit ayıramadıklarını söyleyebiliriz. Bununla ilintili olarak, Karabağ meselesi doğrudan Azerbaycan ve Ermenistan’ı ilgilendiren bir mesele olduğu için, birçok ülke kendisini ilgilendirmeyen bu operasyona çok fazla ilgi göstermedi. Haliyle, operasyonun daha ilk günlerinde, Erivan yönetiminin dışarıdan destek bulma çabaları akamete uğradı. Bu da Azerbaycan’ın Ermenistan ile sahada baş başa kalmasına olanak sağlayarak günün sonunda zaferin önünü açmış oldu.Bu bağlamda, Ermenistan’ın Karabağ’da bel bağladığı ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan ABD’nin süreç boyunca pasif kalmasının Azerbaycan’ın zafere ulaşmasında önemli rol oynadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Zira Erivan yönetimi operasyon başladıktan hemen sonra Rusya ve Fransa ile birlikte Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu üyesi olan ABD’nin sürece aktif şekilde dahil olarak kendisine destek vereceğini ümit etmişti. Ancak malum olunduğu üzere, 2020 ABD başkanlık seçiminin Donald Trump ve Joe Biden arasında başa baş gitmesi nedeniyle, Trump yönetimi seçim sonuçlarını riske atabilecek bir hamle yapmaktan geri durdu. Buna paralel olarak, seçimlerden ötürü ABD, dışarıda yaşananlardan ziyade içeride yaşananlara öncelik verdi. Bu da ABD’nin Ermenistan’a olası siyasi ve askerî desteğinin önüne geçerek Azerbaycan’ın kısa sürede zafere ulaşmasında önemli rol oynadı. Nitekim üst düzey Ermeni siyasetçilerin ve ABD’deki Ermeni lobi örgütlerinin aktif çabalarına rağmen, Trump yönetimi taraflar arasında sadece bir kez ateşkesin sağlanmasına öncülük etti. Ancak Ermenistan’ın saatler sonra yeniden saldırması üzerine ateşkes başarısız oldu. Hülasa Trump ve Biden arasındaki başkanlık yarışı nedeniyle ülkenin kendi iç gündemine odaklanmasından ötürü, ABD Karabağ’daki gelişmeleri büyük oranda izlemekle yetindi ve böylece Ermenistan’ın bütün ümitlerini boşa çıkardı.
Öte yandan, Azerbaycan’ın Karabağ’daki işgali sona erdirmek için operasyon başlatması üzerine, Erivan yönetimi uluslararası örgütler nezdinde de destek arayışına başladı; fakat günün sonunda ümit ettiği desteği hiçbir şekilde bulamadı. Bu çerçevede, örneğin bizzat Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan operasyonun kızıştığı dönemde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’le görüşerek kendilerine destek verilmesi talebinde bulundu; fakat beklediği desteği bulamadı. Zira NATO Kafkasları Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü için, “alan dışı” konseptini öne sürerek olası bir müdahaleye hiçbir şekilde yanaşmadı ve Ermenistan’a kapıları kapattı. Nitekim NATO yönetimi, operasyonun devam ettiği bir buçuk ay boyunca, taraflara sadece müzakere çağrıları yaparak tarafsızlığını muhafaza etti.
NATO’ya benzer şekilde, Avrupa Birliği (AB) de kurumsal olarak Karabağ meselesinde bir taraf benimsemeyerek tarafsız kaldı. Üye ülkelerden sadece Fransa, Ermeni lobisinin etkisiyle ve bölgedeki reel-politik hedeflerinden ötürü sürece müdahil oldu ve Ermenistan’a siyasi ve askerî destek verdi. Diğer üye ülkelerse Brüksel’in tutumunu takip ederek tarafsız kalmayı yeğlediler. Her ne kadar Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri Ermenistan’a destek verilmesine yönelik kararlar aldırmaya çalıştılarsa da AB’nin icra makamları bu çabalara prim vermedi. Burada, AB’nin geçmiş yıllarda yaşadığı Gürcistan ve Ukrayna tecrübelerinden ötürü, Kafkaslarda Rusya ile karşı karşıya gelmek istememesi, süreç boyunca sergilenen pasif tutumun en önemli sebebi olarak görülebilir. Buna ilaveten, Azerbaycan’ın Şah Deniz 2 sahasından Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak Trans-Adriyatik doğal gaz boru hattı projesi çatışmalar devam ederken bitirildiğinden, özellikle Almanya gibi dışarıdan doğalgaza bağımlı ülkeler, enerji arzının devamlılığı ve çeşitliliği için Bakü yönetimiyle karşı karşıya gelmek istemediler. Dolayısıyla kurumsal olarak AB’nin ve birçok üye ülkenin Karabağ meselesinde dikkatli davranmasını ekonomi-politik endişeler kapsamında değerlendirilebiliriz.
Son olarak BM’ye bakıldığında ise kurumun zaten aldığı kararlarla ilk günden beri işgale karşı çıktığı görülüyor. Örneğin BM Güvenlik Konseyi (BMGK) 30 Nisan 1993 tarihinde aldığı kararla, Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ bölgesinin Ermenistan tarafından hukuka aykırı şekilde işgal edildiğini kabul etmiş ve Ermeni güçlerin derhal bölgeden çekilmesini istemişti. Fakat aradan geçen süre zarfında Ermenistan bu kararı hiçe saymış ve işgale devam etmişti. Bu açıdan bakıldığında, Azerbaycan’ın 27 Eylül’de başlattığı operasyon boyunca Ermenistan’ın BM’den bir destek bulması söz konusu değildi. Ayrıca operasyon sona erene kadar Ermenistan Azerbaycan’ın bölgede sivilleri hedef aldığına dair yalan haberleri dolaşıma sokarak BM’nin ilgisini çekmeye çalışmışsa da bunlara itibar edilmemesi, Erivan yönetimine duyulan güvensizliği göstermesi bakımından da önemli bir ayrıntı teşkil ediyor.
Sonuç olarak ulusal, bölgesel ve uluslararası olmak üzere üç seviyeden oluşan tüm bu faktörler, operasyonun 44 gün gibi kısa bir sürede başarıya ulaşmasının daha rahat anlaşılmasını sağlıyor. Bir başka ifadeyle, cephede gösterilen askerî başarının ve stratejilerin yanı sıra, bir bütün halinde tüm bu faktörlerin de zafer üzerinde belirleyici olduğu söylenmeli.
[1] İki ülkenin askerî güçleriyle ilgili paylaşılan tüm veriler şu kaynaktan derlenmiştir: https://armedforces.eu/compare/country_Azerbaijan_vs_Armenia
[2] https://www.aa.com.tr/tr/azerbaycan-cephe-hatti/ermenistanin-2-daglik-karabag-savasinda-imha-edilen-silahlarinin-maddi-karsiligi-4-8-milyar-dolar/2066420
[AA, 12 Aralık 2020].