2010 yılının haziran ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’a karşı çok ağır yaptırımlar içeren 1929 sayılı kararı aldığında ABD, Avrupa, Rusya ve Çin bu yaptırımlar konusunda hemfikirdi. Sadece, bu karar öncesinde İran nükleer sorununa çözüm konusunda ciddi çaba sarf eden ancak bu çabaları uluslararası toplum tarafından kabul görmeyen Türkiye ve Brezilya söz konusu yaptırım kararına ret oyu kullanmışlardı.
Bu karar sonrasında ABD’nin İran ekonomisini hedef alan tek taraflı yaptırım kararlarına Türkiye gibi bazı ülkeler itiraz etseler de İran’a karşı yaptırım politikası başarılı olmuş ve Tahran yönetimi 2013 yılında Cumhurbaşkanı olan Ruhani ile birlikte geri adım atmaya başlamıştı. Bunun üzerine Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya ile İran arasında yürütülen müzakereler sonrasında 2015 yılında İran nükleer sorununun çözümüne dair anlaşma imzalanmıştı.
İran’a karşı yaptırımları başarılı kılıp Tahran yönetimini geri adım atmaya zorlayan temel faktör BM çatısı altında alınan yaptırım kararına dünyanın en etkili güçleri olan ABD, Avrupa, Rusya ve Çin’in katılımıydı. Şimdi gelinen noktada İran’a karşı yaptırım politikasına geri dönülmesi konusunda bu aktörlerden yalnızca ABD’nin istekli olduğu, buna karşılık Çin ve Rusya’nın kesinlikle bu yaptırımları reddettiği, Avrupa’nın ise söylem düzeyinde yaptırımlara karşı çıktığı, ancak fiilî olarak bu politikasını destekleyecek etkili adımları atmaktan kaçındığı görülüyor.
Yaptırımların Amerikan yönetiminin arzu ettiği sonucu doğurması konusunda Avrupa’nın tavrının çok önemli olduğunu göz önünde bulundurarak, Avrupa ülkelerinin bu meseleye dair politikasına biraz yakından bakmakta fayda var.
Öncelikle, kendileri de Amerika’nın yaptırım ve tehditlerine maruz kalan Avrupa ülkelerinin, ABD’nin İran nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesinden ve bu ülkeye karşı kararlaştırdığı tek taraflı yaptırımları diğer ülkelere de dayatmasından ciddi şekilde rahatsız olduğunu ifade etmek gerekir.
Bu rahatsızlıkların; hem uluslararası hukuktan hem de kendi ekonomik çıkarlarından kaynaklanan nedenleri var. 2015 yılında İran’la anlaşma imzalandığında çok sayıda Avrupalı şirket bu ülkede yatırım konusunda sıraya girmişti. Şimdi Amerikan yaptırımlarının tehdidi altına giren bu şirketler, kendi hükûmetlerine Washington’un keyfî politikalarına karşı korunma talebiyle baskı yapıyorlar.
Avrupa’da, bu konuda ABD’ye boyun eğilmesi durumunda Trump yönetiminin taleplerinin sona ermeyeceğini ve yeni baskılarla karşı karşıya geleceklerini, bu yüzden de İran konusunda dik durup imzalanan anlaşmalara sahip çıkılması gerektiğini savunanların sayısı az değil. Bunlar İran anlaşmasının arkasında durmanın, ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayan tavrına da karşı durmak anlamına geldiğini ve Avrupa’nın uluslararası hukuka sahip çıkmaması durumunda kendi güvenliğinin de tehdit altına gireceğini düşünüyorlar.
Buna karşılık, İran yüzünden ABD ile çatışmanın doğru olmayacağını ve bunun Amerika’da iş yapan Avrupalı şirketlere maliyetinin çok daha yüksek olacağını ileri sürenler de söz konusu. Bunlar, nükleer meselede geri adım atsa da, Orta Doğu’da müdahaleci politikalar izlediğini, İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini ve kendi halkına baskı yaptığını ileri sürdükleri İran’a karşı yeni yaptırımların yanlış olmayacağını düşünüyorlar.
Bu şekilde İran konusunda bölünmüş bir görüntü veren Avrupa’nın, Trump yönetiminin yeni yaptırımları konusunda Rusya ve Çin’in yanında ve ABD’nin karşısında yer alarak Batı ittifakında da keskin bir bölünmüşlüğe neden olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak Washington’un izlediği sert politikalarla Avrupa’yı böyle bir ayrışmaya zorladığı da bir gerçek.
Avrupa’nın, İran nükleer anlaşmasına sadık kalmayı ve kararlı bir şekilde Amerikan yaptırımlarına karşı çıkmayı seçmesi bu yaptırımların etkinliğini kesinlikle zayıflatacak ve ABD’yi uluslararası alanda yalnızlığa itecektir.
Ancak yarım asrı aşkın süredir sırtını Amerika’ya dayama alışkanlığına sahip Avrupa ülkelerinin, bu alışkanlıklarını terk edip bağımsız bir aktör olarak mı hareket edeceklerini, yoksa Trump yönetiminin kendilerine verdiği bütün rahatsızlığa rağmen Washington’a sadık kalmaya devam mı edeceklerini öngörmek zor görünüyor.
[Türkiye, 11 Ağustos 2018].