İran, yüzyılımızın en uzun savaşını verdiği Irak Baas rejiminin ideolojik kuzeni Suriye Baas rejimine yıllardır destek veriyor. İslam devrimi sonrası Batı, ABD ve bölgede işbirliği içerisinde oldukları rejimlerin açık bir ambargosuna maruz kalan İran'ın, sayılı partnerlerinden birisi Suriye oldu. Lakin İran bu ilişkinin jeopolitik değerini her zaman olduğundan çok daha abartılı bir şekilde lanse etmeyi tercih etti. Tıpkı Lübnan'ın çok özel siyasi, sosyal ve jeopolitik yapısında çıkan direniş hareketinin varlığı gibi. Başka bir ifade ile Batı, ABD ve İsrail tarafından şişirilen "İran tehdidi" ne kadar abartı ve spekülasyon ise İran-Suriye- Lübnan ekseni şeklinde dillendirilen siyasi hat da o kadar abartıdır.
Öncelikle Suriye ve İran coğrafi bir temas içerisinde değillerdir. Suriye elitlerinin taktik sebeplerden dolayı teo-politik ve jeo-politik partnerlik ihdas ettikleri İran ilişkisi; 1990'larda icat edilen Türkiyeİsrail ilişkisini hatırlatmaktadır. Türkiye de coğrafi sınırı bulunmayan İsrail ile 1996- 97 darbe yıllarında batıcı elitleri marifetiyle "stratejik ilişkiler" kurmuştu. Bugün hapiste olan Çevik Bir'in, 28 Şubat yıllarında, İsrail eğilimli bir dergide kaleme aldığı yazıda, içeriğini "Türkiye+İsrail= İstikrar Formülü" başlığıyla ele veren yaklaşım tarzı, belli çevrelerde "kutsal formül" muamelesi görmüştü. Türkiye'nin sosyal ve siyasal eğilimlerini dikkate almaksızın tepeden inmeci bir şekilde inşa edilen bu suni ilişki Türkiye'deki demokratikleşme derinleştikçe önce anlamsızlaştı, sonrada koptu. Suriye-İran ilişkisi de çok özel şartların var ettiği ilişkilerdir. İran'da İslam Devrimi batı tarafından ilk anda boğulmak istenmeseydi zaten inşa edilmesi çok zor olan İran-Suriye ekseni; demokratik bir İran senaryosunda da Türkiye-İsrail ilişkisi ya da Şah'ın devrilmesi sonrası İran-İsrail ilişkisi gibi anlamsızlaşacaktı.
Bugün Suriye isyanı üzerinden farklı risk alanları, jeopolitik hesaplar, etnik-sekteryen gerilimler, Suriye'de akan kandan daha fazla konuşulan ve ilgi duyulan konular haline geldi. Bu tartışmaları bir an için kenara koyarak yazımızın başlığı olan şu soruyu soralım: İran Suriye Baas rejimine destek vermeseydi nasıl bir tablo ortaya çıkardı?
Öncelikle, yukarıda eleştirdiğimiz ve artık anlamsızlaşan jeopolitik ezberler bozulurdu. İran, Humeyni'nin vefatından bu yana ilk kez Batı'yı ve bölgede işbirliği içerisinde olduğu partnerlerini boşa çıkararak bir jeo-stratejik adım atmış olurdu. İran tarafından "direniş cephesi" şeklinde isimlendirilen cephenin gerçekten var olduğuna dair işaretler görmüş olurduk. Suriye isyanına kadar Tunus'tan Mısır'a, Yemen'den Bahreyn'e kadar yaşanan hareketliliği "15 Hordad Kıyamı" ile benzeştiren İran'ın, "Kanlı Cuma" telmihini en fazla hak eden Suriye isyanını da adaletten uzaklaşmadan okumasına şahitlik ederdik. İran, Suriye Baas rejiminin katliamlarına karşı durabilseydi, İran İslam devriminin İran Şahına ve temsil ettiği düzene karşı verdiği mücadele, bugün Arap isyanlarıyla tekrarlanan birer tarihi hadiseye dönüşürdü.
"Esed sonrası bir yönetimin Suriye Baas rejimi kadar Filistin davasını desteklemeyeceği" şeklindeki hem naif hem de kötü niyetli okumanın önüne geçilirdi. Daha da önemlisi "Filistin davası" ekseninde Hizbullah'ın İsrail'den almadığı yarayı, Baas'tan almasının önüne geçilebilirdi. Hamas'ın terk etmek zorunda kaldığı Suriye'nin, İsrail'e karşı direniş ekseninin bir parçası olduğu garabeti fiilen ortadan kalkmışken; Baas rejiminin Filistin davasının samimi ve sahici bir destekçisi olmadığı gerçeği ortaya bir kez daha çıkardı.
Hama katliamı yaşanırken İran'ın takındığı tavrın bir siyasi tercih değil mecburiyet olduğu iddia