30 Mart Yerel seçimlerine bir ay kaldı. Bir yılı aşkın süredir her siyasal gelişmeyi çerçeveleyen Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Erdoğan'ın muhtemel adaylığı, 30 Mart seçimlerinin de en önemli bağlamını oluşturuyor.
Türkiye'de öteden beri Cumhurbaşkanlığı seçimleri diğer seçimlerden daha çok önemseniyor, ancak hiçbir seçim süreci bu seferki kadar sancılı olmamıştı.
Bir yandan, vesayetin geriletilerek seçilmiş siyasetçilerin karşısında bir denge unsuru olmaktan çıkarılması ve muhalefetin henüz iktidarı dengeleyebilecek bir güce kavuşmamış olması, öte yandan Erdoğan'ın ve temsil ettiği toplumsal kesimlerin siyaset vizyonuna yönelik kaygı ve tedirginlik, iç ve dış birçok çevrenin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aşırı bir anlam yüklemesine neden oldu. Aslında, mesele Cumhurbaşkanı olma ihtimalinden bağımsız olarak Erdoğan'ın siyasetteki karşılığı; millet, siyaset ve devlet nezdindeki anlamıydı. Ancak, somut olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ülkenin ve Erdoğan'ın gündemine girmesi, Erdoğan'a yönelik rahatsızlığın Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kanalize edilmesine yol açtı.
Çabaların teksif edildiği tek hedef var:
Erdoğan'ı yıpratarak Cumhurbaşkanı (adayı) olmasını engellemek. Bu hedef doğrultusunda, uzunca bir süredir, siyasal hayatın dışına itilen mühendislik çabaları tekrar siyasetin merkezine yerleşti. Birçok enstrüman kullanılarak hayata geçirilen siyasal mühendisliğin odağında, Erdoğan'ı ve AK Parti'yi yıpratmak, toplumsal desteklerini zayıflatmak var. Bu çerçevede, Erdoğan muhafazakar, İslamcı, otoriter, nitelendirmeleriyle yıpratılmaya çalışıldı; Gül-Erdoğan ikiliğine oynandı; sokak harekete geçirildi; Çözüm Süreci sabote edilmeye çalışıldı. Tedavüle sokulan bütün bu siyasal mühendislik faaliyetlerine rağmen, Erdoğan ve AK Parti'nin toplumsal destekleri zayıflatılamadı.
Bilakis, mühendislik faaliyetleri seçmeni teyakkuza geçirerek Erdoğan'ın etrafında kenetledi.
Erdoğan ve AK Parti'nin siyasal kimliklerine ve ajandalarına yönelik saldırılar hedeflenen sonucu üretmeyince, 17 Aralık süreciyle başka bir stratejiye geçilerek, Erdoğan ve hükümetinin yönetme performansı, dürüstlüğü, ahlaki duruşu hedefe konuldu. Erdoğan'ın yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık gibi kişilik zafiyetleri içinde olduğu iddiaları tedavüle sokuldu. Bu stratejinin özünü, Erdoğan'ı, toplumsal desteğinden bağımsız olarak, seçime girmekten vazgeçirmek, seçime giremeyecek hale getirmek oluşturuyor.
HAYALET YAPI
Bu strateji, Gülen ve takipçileri üzerinden hayata geçiriliyor. 17 Aralık'tan bu yana toplum, gün be gün, Gülen ve takipçileri şahsında, siyaset dışı bir yapının siyaseti ve devleti esir almaya yönelik faaliyetlerine şahit oluyor. Türkiye ilk defa böyle bir yapı ve tehlikeyle yüzleşiyor. Darbeden, terörden, vesayet sisteminden daha farklı, daha tehlikeli bir yapıyla karşılaşıyor.
Belli bir strateji çerçevesinde, bürokrasi, iş dünyası, medya ve siyaset üzerinde tahakküm kurmasını sağlayacak kurum, birim ve sektörlere sızmış; yasadışı dinlemeler gerçekleştirmiş; şantaj dosyaları oluşturmuş bir yapı var karşımızda. Devletin kriptolu telefonlarını, Başbakan'ın makamını, bakanları, siyasi partilerin genel merkezleri ile genel başkanlarını, bürokrasiyi, iş dünyasını, medyayı, toplumun her kesiminden vatandaşları dinleyen bir yapı. Bir hayalet, bir kabus.
Dini ve sivil yüzü dolayısıyla, dine ve topluma hizmet perdelemesiyle oluşturulan bu hayalet yapı, Erdoğan'ı hedef almış durumda. Din dili, ahlak dili, hukuk diliyle konuşsa da Erdoğan'ı dini, ahlaki, vicdani bir sebeple karşısına almış değil. Erdoğan istikrarı, güçlü siyaseti, milletin iradesini, ümmetin umudunu temsil ettiği için hedefinde. Erdoğan hangi gerekçelerle İsrail'in, neoconların, küresel aktörlerin hedefindeyse, aynı gerekçelerle bu yapının da hedefinde.
Gülen'in edindiği yeni dostlar, omuz omuza verdiği aktörler, temasta olduğu çevreler uzun söze gerek bırakmıyor.
Türkiye seçime hazırlanırken, Gülen ve denetimindeki bu yapı, Erdoğan karşıtı koalisyonun en coşkulu, en etkili, en iddialı son neferi olarak sahneye çıktı. AK Parti tabanının yakınlık duyduğu aktörlerdi, güvenlik ve yargı bürokrasisi ellerindeydi, yolsuzluk gibi toplumu kolayca harekete geçirecek bir söyleme sahiplerdi.
Erdoğan'ı şaibeli hale getirecek, AK Parti tabanını koparacak, müttefiklerini Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı kâbusundan kurtaracaklardı. AK Parti'nin başına kimin geçeceği, kimin Cumhurbaşkanı olacağı, hatta kimlerin yargılanacağı belirlenmişti.
Bu başarı, epey bir süre, Türkiye'deki asıl-gizli güç olmalarını sağlayacaktı.
TOPLUM SİYATSETE BAKIYOR
Erdoğan, hem yaşananları olanca açıklığıyla kamuoyuyla paylaşarak, hem de gereken idari ve yasal tedbirleri alarak operasyonu kontrol altına almayı başardı. Toplum, kamuoyu araştırmalarına yansıyan desteğiyle, mitinglerdeki coşkusuyla oynanan oyunu gördüğünü, Mısır'da, Ukrayna'da olduğu gibi siyasetin siyaset dışı odaklar tarafından kuşatılmasına, esir alınmasına izin vermeyeceğini gösteriyor. Mühendislik doğal sınırlarına dayandı. Toplum, karar vermesine, fikir sahibi olmasına yetecek kadar izledi. Yeni belgeler, tapeler, görüntüler, epey bir süre daha ortaya dökülecek ancak toplumun kararını etkilemeyecek, mühendislik ve tezgâh şaibesi altında kalacaktır.
Ancak toplumun zihin duruluğu, ne siyasette ne de siyaset-üstü kurumlarda mevcut. Toplumun boyun eğmediği operasyonlara, siyasetin ve siyaset- üstü kurumların boyun eğdiğine yönelik bir kanaat mevcut. Siyasetin ve kurumların kararsızlığı, tutum belirleme tereddütleri, süregelen operasyonların istikrarsızlık üretme potansiyelini arttırıyor. Bu çerçevede, toplum verdiği destek karşısında, iktidarın adalet ve güvenliği sağlamasını, özel hayatını korumasını, siyasal istikrarı sürdürmesini, seçim güvenliğini temin etmesini, sandığa sahip çıkmasını talep ediyor. Başbakanın tarif ettiği hayaletin yargı üzerinden ete kemiğe bürünmesini; söylemin eyleme, ithamların iddianameye dönüşmesini; toplumu, siyaseti ve devleti esir alan çetenin bulunup etkisiz hale getirilmesini bekliyor.
[Sabah Perspektif, 1 Mart 2014]