Paris, 17 Kasım'dan bu yana protestolarla sarsılıyor. Akaryakıt zamlarını ve hayat pahalılığını protesto eden Fransızlar, sarı yeleklerini giydiler. Cumhurbaşkanı Macron'un politikalarına dur demek için meydanlara indiler. Çoğunluğu şiddete bulaşmasa da bir kısmı araçları yakıyor, polisle çatışıyor. Bir kısmı da polis şiddetine muhatap oluyor. Durum şu ki, araç sürücülerinin kaza anında giymesi zorunlu "sarı yelekler" şimdi Fransız demokrasisinin krizine işaret ediyor. Protestoları Fransız devrimine, 1968 olaylarına benzetenler var. Hatta protestoların Belçika ve Hollanda'ya yayılmasını "Avrupa Baharı" diye niteleyenler bile oldu. Bu denli kapsamlı bir etkide bulunur mu henüz belli değil. Ancak sarı yeleklilerin Fransız elitizmine, Macron'un üstten bakan siyaset tarzına tepki olduğu açık. İş bulamayanların, her geçen gün birikimlerini harcamak zorunda kalan orta sınıfın öfkesini yansıttığı ise aşikâr. Macron, popülist rüzgarların estiği Avrupa'da merkez siyaseti taşıyacak bir siyasetçi olarak öne çıktı. Klasik bir parti siyasetçisi olmamasına rağmen kendisini Fransa halkına "liberal dengenin" popüler temsilcisi olarak sunabildi. AB, küreselleşme ve liberal ekonomik düzen taraftarı bir siyaset güdüyor. Almanya Şansölyesi Merkel ile birlikte AB'yi bir arada tutacak siyasi liderlik yapma gayretinde. Ancak Macron, dış politikadaki atak haliyle uluslararası toplantılarda adını çok geçirse de içeride zorda. Kendisini dinlemeyen sadece Kaşıkçı cinayetinin sorumluluğu konusuyla bunalan Veliaht Prens Selman değil... Fransız halkı da beklentilerini karşılayamayan Macron'ın sözlerine inanmıyor. Kamuoyu desteği yüzde 26'ya kadar düştü. Ekonomik reform ve kemerleri sıkma arayışı Fransız toplumunda güçlü bir dirençle karşılaşıyor. Sendikaların kurumsal direnci yetmezmiş gibi şimdi lidersiz, örgütsüz kitleler, sarı yelekliler meydanlarda. İktidar, göstericileri "aşırı sağ haydutlar" diye nitelese de, "değişim değil kaos istiyorlar" dese de, medya organları polis şiddetini değil göstericilerin yaktığı ateşleri gösterse de Fransız kamuoyu sarı yeleklileri destekliyor. Bu destek tüm Avrupa demokrasilerinin şapkalarını önlerine koymalarını gerektiren bir krizin göstergesi. Doğu Avrupa'da "otoriterlik" rüzgârı zaten esiyordu. Şimdi Kıta Avrupa'sında merkez siyasetin çöküş süreci hızlanıyor. Fransa'nın krizini Britanya'nın Brexit tercihini yönetmekte zorlanmasıyla, İtalya'nın AB ile ilişkilerdeki sorunlarla, Almanya'da AfD'nin iktidar ortağı olacağının beklenmesiyle birlikte okumak gerekli. Avrupa'nın önde gelen yerleşik demokrasilerinde alarm çanları çalıyor. Üstelik dünya ölçeğinde, türbülansın düzene üstün olacağı bir döneme giriyoruz. Soğuk Savaş bittiğinde "zaferi" ilan edilen liberal düzenin çökmekte olduğu fikri yaygınlaşıyor. Bu fikri pekiştiren temel etken ABD'nin küresel rolünü yeniden belirlerken seçtiği yol. Washington, ABD hegemonyasını diğer ülkelerin ekonomik büyümesine müdahale edecek şekilde kullanıyor. Ticaret savaşını ve yaptırımları, müttefiklerini dahi hizaya sokmak için seferber ediyor. Buenos Aires'teki G-20 Zirvesi ABD-Çin ticaret savaşına üç aylık bir ateşkes getirdiyse de gelecek hiç parlak görünmüyor. ABD'nin gücünü ekonomik çıkarları için kullanma gündeminde AB de yer alıyor. Bu kaos ortamında sertleşen rekabet, kıyasıya çekişme ve diğerine operasyon çekme hâkim hale geliyor. Anlaşılan tüm zenginliklerine rağmen refahın nispi düşüşü bile Batı demokrasilerini derin bir buhrana sokabilir. Trump siyaseti ile Batı medeniyetinin "iddialı değer" propagandasının altındaki "çıplak çıkarlar" çoktan açığa çıktı bile. Türkiye'ye gelince... Sanırım, ülkemizin küresel krizleri erkenden yaşamak gibi bir özelliği var. Son beş yılda yaşadığımız türbülans Türkiye demokrasisinin sınandığı meydan okumalardı. Başımızın çaresine bakma direncini gösterdik. Sıra diğer Avrupa başkentlerinde... Her biri yeni sembollerle, renklerle dışa vurulan protestolara hazır olmalı. Not: Batı demokrasilerinin krizi üzerine Kriter dergisinin aralık sayısına bakılabilir.
[Sabah, 4 Aralık 2018].