Bayram ziyaretlerinde halkın gündeminde hangi konuların ön sıralarda olduğunu bir kez daha görme fırsatı bulunabiliyor. Kısa bir hoşbeşin ardından mesele ülke siyasetine geliyor.
Ekonomide yaşanan sorunların daha ne kadar süreceğinden İstanbul seçimlerine, Türk-Amerikan ilişkilerinin nereye varacağından Orta Doğu sorunlarına birçok mesele sohbetlerin konusu oluyor.
Kuşkusuz bu meselelerin hepsinin birbiriyle çok yakın irtibatı var. Yani ekonomi alanında yaşanan sorunların Türk-Amerikan ilişkileri ve Orta Doğu sorunlarıyla yakın ilişkisi olduğu gibi İstanbul seçimlerinin de hem Türkiye’nin Batı ile ilişkileriyle hem de ülkemizin ekonomik ve siyasi geleceğiyle ilişkisi oldukça yüksek.
Bu konuların halk arasında canlı bir şekilde tartışılması, bu alanlarda ilginin yanında kafa karışıklıklarının olduğunu da gösteriyor.
Belki de kafa karışıklığına yol açan, yazılı ve görsel medyada meselelerin çok ideolojik düzlemde konuşulması ve tarafların kendi pozisyonlarını kuvvetlendirmek için sık sık manipülasyonlara başvurmaları.
Üstelik bu manipülasyonlar sadece içeride birbiriyle mücadele eden aktörler tarafından yapılmıyor. İlgi odakları arasında Türkiye’nin ön sıralarda yer aldığı bazı küresel aktörler de ülkemize yönelik ekonomik ve siyasi manipülasyonları çok yoğun bir şekilde yapıyorlar. Yabancı sermayeli, Türkçe yayın yapan medya kuruluşlarının sayısının son dönemde hızla artması bu çabaların açık bir göstergesi.
Bir de sosyal medya var tabii.
Halkın bir kısmında var olan kafa karışıklığının asıl sebebinin sosyal medya üzerinden yürütülen algı çalışmaları ve manipülasyonlar olduğu görülüyor.
Henüz kuralların oluşmadığı, her türlü hakaret ve itibar suikastının serbestçe yapıldığı bir mecra sosyal medya.
Facebook ve Twitter gibi şirketler milyarlarca dolar kazanırken sundukları platformlarda silahşorlar, tetikçiler, siber ordular cirit atıyor. “Kutsanan amaca ulaşmak için her şey mubahtır” anlayışıyla hareket eden sürüler, seçtikleri kurbanı çekirge sürülerinin kocaman bir yeşil alanı saniyeler içerisinde çorak bir araziye dönüştürmesi gibi, kısa bir sürede linç ediyorlar ve sıradaki kurbana yöneliyorlar.
Bazı ülkeler, klasik medyanın yanında bu yeni medyanın ne kadar etkili bir silah olabileceğini görüp çoktan bu mecrada kullanabilecekleri savunma ve saldırı amaçlı ordular kurdular. Bu yüzden ülkemize yönelik saldırıları sadece geleneksel saldırı araçlarında aramayıp, sosyal medya üzerinden gelen saldırıların da farkında olmamız ve bunlara karşı çok etkili savunma mekanizmaları geliştirmemiz gerekiyor.
Yoksa bu saldırılar halkımızın algılarını bozuyor, yukarıda bahsettiğim kafa karışıklıklarına yol açıyor.
İşte bu kafa karışıklığı, aslında hakkında çok yazılıp çizilen konuların da tekrar tekrar ele alınmasını gerektiriyor.
Bunlardan biri, bayram ziyaretlerinde yapılan sohbetlerde de sık gündeme gelen, Türk-Amerikan ilişkileri ve bu çerçevede yaşanan sorunlar.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin tarihsel, ekonomik ve güvenlik boyutlarının detayları, Washington’un Türkiye iç siyasetine dair tavrı bilinmeden, iki ülke arasında bugün yaşanan sorunları da AK Parti hükûmetinin Amerika’ya yönelik politikasını da anlamak mümkün değildir.
Bu yüzden iki ülke ilişkilerine dair şu gerçeklerin yeniden altını çizmekte fayda var:
Türk-Amerikan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonrasında dengesiz bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi olarak başladı. Sovyet tehdidine karşı Türkiye’ye koruma sağlayan ABD, yakın zamana kadar bu korumanın karşılığı olarak Türkiye’nin iç ve dış politikasını istediği gibi yönlendirebileceğini düşündü. Ankara’nın buna itiraz ettiği dönemler iki ülke arasında hep krize sahne oldu ve bu krizler AK Parti iktidarına kadar hep Washington’un istediği gibi çözüldü.
Darbeler, Washington’un Türkiye’yi yörüngede tutmasının hep son aracı oldu ve gerektiğinde kullanıldı. 15 Temmuz’da bu “son aracı” da işe yaramayan ABD’deki müdahaleci aktörler Ankara’ya karşı hırçınlaştılar ve yeni araçların arayışı içerisine girdiler.
S-400 gibi sorunlar ABD’deki bu “hırçın aktörlerin”, her anlaşmazlığı krize dönüştürüp Türkiye’ye yaptırımlar yoluyla diz çöktürme siyasetinin araçlarıdır. Türkiye’nin direnci onların hırçınlığını artırdığı gibi, ABD’deki Türkiye’yi kaybetmek istemeyen az sayıdaki rasyonel aktörün onlara karşı sabrını da zorluyor.
Son olarak ABD, bu dayatma siyasetini sadece Türkiye’ye karşı izlemiyor. Kendi halkının çıkarlarını Amerikan çıkarlarına tercih eden her ülke aynı dayatma siyasetine maruz kalıyor.
[Türkiye, 8 Haziran 2019].