19 Aralık 2018’de ABD Başkanı Donald Trump’ın Twitter üzerinden yaptığı açıklamayla ABD’nin Suriye’den tamamen çekileceği ilan edildi. İlgili kararın Erdoğan-Trump görüşmesinden sonra alındığı ortaya çıkarken, Türkiye uzun bir süredir Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki terör tehdidini bertaraf edebilmek adına Kıbrıs Barış harekatından sonraki en büyük askeri sevkiyatı gerçekleştirmiş ve sınır ötesi bir harekat için hazırlıklarını tamamlamıştı. Böyle bir konjonktürde Trump harekete geçti ve çekilme kararı aldı. Trump’ın kararının ardından gözlerin bu karara vereceği tepkiye odaklandığı Pentagon’dan “Koalisyon DEAŞ’ın elindeki toprakları özgürleştirdi ancak DEAŞ’a karşı mücadele bitmedi. DEAŞ karşıtı mücadele yeni aşamasına geçerken Suriye’den askerlerimizin eve dönüş sürecini başlattık” açıklaması geldi. Böylelikle Trump’ın Suriye’den çekilme yönündeki açıklamasına tüm kurumlar paralel tepki vererek zoraki de olsa kararı onamış oldu. Obama döneminden beri ABD’nin Suriye politikasında ve YPG’ye yatırım yapılmasında etkili isimler olan ABD Savunma Bakanı James Mattis ve DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’un çekilme kararının ardından istifaları da kurumsal dirençlerin kırıldığını gösteren gelişmelerdi.
Trump’ın Suriye’den ABD’nin askeri ve diplomatik varlığını çekeceğini açıklamasının ardından, Suriye’deki tüm dengelerin gözden geçirileceği yeni bir süreç başlamış oldu. Trump’ın almış olduğu bu kararın ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) tarafından olumlu karşılanmadığı ve bu noktada hâlâ belirli bir direnç göstermeye çalışacağı açık. Trump’ın önceden beri Suriye’den çekilmek istediği biliniyordu. Buna karşı ABD’deki güvenlik ve dışişleri bürokrasisi bu süreci uzatmak istemiş ve başarılı olmuştu. Buna rağmen, Trump bu konudaki kararlılığını ortaya koymuş oldu. Tüm bu nedenlerden dolayı, çekilme kararının sahaya nasıl yansıyacağını dikkatle izlemek gerekiyor. Çekilme kararının ardından Trump’tan gelen “güvenli bölge” açıklaması, bölgede Türkiye ile ABD arasında çekilme koordinasyonunun sağlanması konusundaki uzlaşıya farklı bir boyut kazandırdı. Fakat ABD’li bazı aktörlerin “tampon bölge” açıklamaları yeniden bir belirsizlik oluşturmuş durumda.
Güvenli bölge/tampon bölge tartışmaları
Trump’ın 20 mil (32 km) derinliğindeki güvenli bölge açıklamasına rağmen, ABD bürokrasisinde bu alanın YPG/SDG unsurlarıyla Türkiye arasında bir tampon bölge olması yönünde fikirler olduğu açık. “Güvenli bölge” silahlı çatışma dönemlerinde veya ihtilaflı bölgelerde, savaşa katılmayan kişilerin bir dereceye kadar sığınabileceği yerler olarak ayrılır. Bu tür yerler, belirten dönemlerde “güvenli bölge” olarak tasvir edilir. Ana fikir, bölge içindekilerin orada güvenle yaşayabileceği ve çatışmanın etkilerinden korunabileceği bir alan oluşturmaktır. “Tampon bölge” ise birçok yönden düşman olan iki geniş ve güçlü ülke ya da askeri güç arasında kalan bölge için kullanılan bir tabirdir. Suriye sahasında düşünülen tampon bölgenin literatürdeki tanımıyla tam anlamıyla uyuştuğu da söylenemez. Nihayetinde YPG/PKK bir terör örgütüdür. Terör örgütünün, terör ihraç ettiği bir ülkeyle arasında tampon bölge oluşturulması, BMGK kararları dahil olmak üzere uluslararası hukuk bakımından da söz konusu değildir.Tüm bunlarla birlikte, tampon bölgenin sahada uygulanabilirliği de, Türkiye’nin bunu kabul etmesinin imkanı da yok. Nitekim Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki öncelikli motivasyonunun, sınır hattından belirli bir derinlikte terör unsurlarını çıkarmak olduğu biliniyor. Bilindiği üzere Türkiye, güvenli bölge fikrini Obama döneminden beri dile getirmekteydi. Güvenli bölge konusunda Türkiye’nin önceliği her ne kadar sınır hattının terörden temizlenmesi olsa da, bölgenin imar edilmesiyle birlikte mültecilerin geri dönüşünün sağlanması da büyük önem arz ediyor.
Suriye sahasında oluşturulacak güvenli bölge için muhtemel rotanın, Ayn el Arab’tan Malikiye’ye kadar uzanan Türkiye-Suriye sınır hattında, asgari 32 km derinlikte oluşturulması söz konusu. Bu konu üzerinde Türkiye ve ABD askeri yetkilileri arasında görüşmeler sürerken, bahsedilen bölgede, Ayn el Arab, Tel Abyad, Resulayn, Derbesiye, Amude, Kamışlı, Rumeylan ve Malikiye gibi önemli yerleşim yerleri bulunuyor. Bu bölgeleri kapsayacak şekilde oluşturulacak güvenli bölgeye ciddi sayıda mültecinin geri döneneceği söylenebilir. İstikrarın sağlanması, istikrar güçlerinin oluşturulması, DEAŞ’ı var eden nedenlerin ortadan kaldırılması, demografik düzenin korunması, bölge halkının terörden kurtarılması, zorla silah altına alınan gençlerin özgürlüğüne kavuşması, demografik yapıya uygun yerel yönetimlerin oluşturulması ve meşru muhalefetin alan kazanması, Türkiye’nin güvenli bölgeyle amaçladıkları olarak sayılabilir.
Esasen söz konusu “güvenli bölge” örneğini Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları neticesinde oluşturmuş durumda. Yaklaşık 300 bin mülteci bu bölgelere geri döndü. Bölgede altyapı başta olmak üzere, sağlık, eğitim, güvenlik ve ekonomi alanlarında, istikrarın oluşturulması yönünde çalışmalar yapıldı ve bunlar artırılarak devam ediliyor. Bu anlamda Türkiye’nin ciddi bir tecrübesi mevcut. Bölge halkının, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde oluşturulan modeli kendi memleketlerinde de görmek yönünde bir iradesi bulunuyor. Bu bağlamda, Fırat’ın doğusundaki muhtemel güvenli bölgeye, yalnızca Türkiye’den yaklaşık 1 milyon mültecinin geri dönüşünün sağlanması planlanıyor.
DEAŞ ile sahici mücadele
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York Times için kaleme aldığı makalesinde ifade ettiği gibi, Türkiye DEAŞ ile mücadelesini bölgenin altyapısını ve şehirleri koruyarak gerçekleştirirken, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon ise yalnızca DEAŞ’ın fiziki varlığını sonlandırmak adına yoğun hava saldırıları yönünde bir operasyon çizgisi ortaya koydu. CENTCOM’un açıkladığı rakamlara göre, Ocak 2015 ile Mart 2018 tarihleri arasında Rakka’ya en az 6 bin 153 hava saldırı gerçekleştiren ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon, toplamda 13 bin 658 hava saldırısı gerçekleştirmiş. Uluslararası Af Örgütü gibi birçok kuruluş ABD’nin yaptığı yıkımı ortaya koyan raporlar yayınladı. Af Örgütü’ne göre Rakka’nın yüzde 80’i yıkıldı. İngiltere merkezli Airwars’a göre ise en az bin 450 sivil Rakka’da hayatını kaybetti.Türkiye ise kara muharip unsurlarını DEAŞ’a karşı ilk defa kullanan ülke olarak, Fırat Kalkanı harekatında en az 3 bin DEAŞ unsurunu etkisiz hale getirirken şehrin altyapısını ve sivilleri korumayı başardı. ABD destekli YPG/SDG güçleri, Rakka başta olmak üzere birçok bölgede DEAŞ’ın kontrolünü sonlandırsa da, DEAŞ hücrelerine karşı başarısız olmakta. ABD askerlerinin de hayatını kaybettiği son Münbiç saldırısı bunun en önemli göstergesi oldu. Rakka başta olmak üzere, YPG/SDG’nin kontrolündeki birçok bölgede DEAŞ’ın çok ciddi hücre yapılanmasının olduğu biliniyor; gerçekleştirilen hücre saldırılarıyla da bu somut olarak görünüyor.
Türkiye’nin DEAŞ’tan ele geçirdiği Fırat Kalkanı bölgesinde DEAŞ’ın saldırı gerçekleştiremiyor olması da bu noktada dikkate değerdir. TSK’nın yürüttüğü insan odaklı askeri harekat ve bölge halkından oluşmuş ÖSO savaşçılarının operasyonlarda yer alması bu bakımından önemli. Türkiye’nin dini, tarihi, kültürel ve coğrafi yakınlığıyla kardeşlik bağı oluşturduğu Suriye halkının psikolojisini anlamakta ve ihtiyaçlarını imkanları nispetince karşılamakta gösterdiği gayreti, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon gösterememiştir. ABD’nin bölgede kendisine ortak olarak terör örgütü YPG/PKK’yı seçmesi de bunun en somut göstergelerinden biridir.
Sonuç olarak, ABD bürokrasisinde yer alan tampon bölge fikrinin sahada uygulanabilirliğinin bulunmadığı ve aynı zamanda Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde bir nevi güvenli bölge modeli oluşturarak istikrarı sağladığı açıkça görülmektedir. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda da güvenli bölge anlayışını ortaya koyarak sonuç alması muhtemeldir. Böylelikle bölge halkı DEAŞ ve YPG/PKK terör örgütlerinden kurtarılarak huzur ve istikrar sağlanabilir. Suriye’de siyasal geçiş süreciyle kapsamlı bir çözümün elde edilmesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi de mümkün olabilir. Güvenli bölge fikrinin sahada uygulanmasıyla beraber, Türkiye’nin öncelikli güvenlik endişeleri giderilerek sınır hattında bir terör devletçiği tehdidi de bertaraf edilmiş olacaktır.
[AA, 29 Ocak 2019].