Türkiye’de seçimler yapıldı ve muhalefet Ankara ve İzmir dâhil olmak üzere bazı büyük şehirlerde belediye başkanlıklarını kazandı. İstanbul’da kimin kazandığı ise usulsüzlüklere yapılan itirazlar konusunda Yüksek Seçim Kurulu’nun vereceği karar sonrasında belli olacak...
Sadece Ankara, İzmir ve Antalya değil, Diyarbakır ve Van gibi büyük şehirlerde de muhalefet partilerinin adayları seçim yarışını önde tamamladı. Bu şehirlerde belediye başkanı olmayı hak eden HDP’li başkanlar, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun davrandıkları sürece 5 yıl boyunca bu şehirleri yönetecekler.
16 yılı aşkın süredir iktidarda olan ve Batı medyası tarafından acımasız bir şekilde “otoriterlik ve diktatörlük” suçlamasına maruz kalan Tayyip Erdoğan ve AK Parti yönetiminde girilen bu seçimlerde de, önceki seçimlerde olduğu gibi, halkı ikna etmeyi başaranlar en fazla oyu alarak yönetme hakkını elde ettiler.
Türkiye’de, ülkenin merkezî kurumlarını ve yerel yönetimlerini yönetecek olanlar halkın seçimlerdeki tercihiyle belirleniyor.
Bunda kimsenin kuşkusu yok. Hatta yıllardır Erdoğan’a yönelik olarak diktatör karalamasını yapan Batı medyası da biliyor.
Peki, bunu bildikleri hâlde neden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti aleyhine böyle bir karalama kampanyası yapıyorlar?
Bu soruya cevap vermek için Batı’nın diktatörler ve diktatör algısı konusundaki tavrını anlamak gerekir.
Ekonomik ve askerî kapasitesinin yanında sahip olduğu medya gücüyle hâlen uluslararası kamuoyunda söylem üstünlüğüne sahip Batı dünyasının, diktatör tanımlamasını nasıl ve hangi amaçla yaptığı çok önemli. Zira bu söylem üstünlüğü, diledikleri kişiyi diktatör, diledikleri ülkeyi de diktatörlük olarak nitelemelerini ve bunu dünyanın geri kalanına kabul ettirmelerini kolaylaştırıyor.
Batılı ülkeler bazen diktatör olmayan biri hakkında dünyanın büyük kısmında kabul gören bir “diktatör algısı” inşa edebiliyorlar.
Bazen ise kendi çıkarları doğrultusunda verdikleri destekle gerçek bir diktatör inşa edebiliyorlar. Bu diktatörün, onların çıkarlarına hizmet ettiği müddetçe Batı’dan gelecek ciddi bir eleştiriden korkmasına gerek yoktur, aksine her türlü desteğe sahip olur.
Mısır’da Sisi’ye verdiği destekle demokrasiyi ve hukuku askıya alan bir “diktatör inşa eden” Batı, Türkiye’de işleyen demokrasi ve hukuka rağmen Erdoğan hakkında bir “diktatör algısı inşa etti”.
Her ikisi de aynı amaca hizmet ediyor: Batı’nın çıkarları...
Eğer demokrasi, Mısır’da Mursi’yi ve Türkiye’de Erdoğan’ı iktidara getiriyorsa desteklenecek bir tarafı yoktur!
Mısır’da Mursi’yi devirmek için Sisi gibi bir diktatör inşa edersin ve onun üzerinden çıkarlarını garanti altına alırsın.
Türkiye’de ise, bütün çabalarına rağmen Sisi gibi senin çıkarlarına uygun hareket edecek bir diktatör inşa edemiyorsan, her defasında yapılan demokratik seçimleri kazanarak iktidara tutunan Erdoğan’ı diktatör ilan edersin. Bütün dünyayı buna inandırmak için ise uluslararası alandaki medya üstünlüğünü devreye sokarsın.
Yani, senin için çalışacak bir diktatör inşa edemiyorsan, senin için çalışmaya yanaşmayanı diktatör ilan edersin...
Seçimlerin ardından Batı medyasına baktığımızda, yıllardır yürüttükleri karalama kampanyasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı diktatör ilan eden kalemlerin şimdi Erdoğan’ın partisinin seçimleri kaybettiğini yazdıklarını görüyoruz.
“Bir diktatörün partisi seçim kaybeder mi?” sorusunu sorup, “Biz AK Parti ve Erdoğan’a haksızlık etmişiz, Türkiye’de seçimlerle yönetimler değişiyor” demelerini beklemiyoruz kuşkusuz. Zira onların niyeti Türkiye’yi olduğu gibi tasvir etmek değil, kendilerine vazife verenlerin istedikleri gibi anlatmaktı.
AK Parti’nin bu seçimlerde de aldığı yüzde 44,3 oyla en yakın rakibinden 14 puan daha yüksek bir sonuç elde ettiği, bütün belediyelerin yüzde 56’sını aldığını ve Cumhur İttifakı’nın da yüzde 51,6 ile Millet İttifakı’ndan 14 puan daha fazla oy aldığını görmelerine rağmen Erdoğan’ın seçimi kaybettiğini yazmaları ise başka bir algı inşasının parçası.
Bu çarpıtma haber veriş tarzıyla nereye varmak istedikleri ise çok belli.
[Türkiye, 4 Nisan 2019].