Merkezi Washington’da bulunan Freedom House’ın geçen hafta yayınlanan raporunda Türkiye’ye ilişkin tespitleri Türkiye’de önemli tartışmalara neden oldu. Söz konusu raporda, Türkiye’nin giderek daha fazla otoriterleştiği, özgürlüklerin her geçen gün daha çok sınırlandığı yönündeki ifadelerin ardından Türkiye’de basının özgür olmadığı tespiti yapılıyor. ABD, Kanada, Avrupa ülkelerinin çoğunluğu, Japonya ve Avustralya basının özgür olduğu ülkeler olarak sıralanırken, Latin Amerika ülkelerinin büyük bir çoğunluğu, Afrika ülkelerinin yarıya yakını, Hindistan, Balkan ülkeleri ve bazı Arap ülkeleri basının “kısmen özgür” olduğu ülkeler arasında değerlendirilmiştir. Geriye kalan Rusya, Çin, İran ve Suudi Arabistan gibi diğer ülkeler de “Türkiye gibi” basının “özgür olmadığı ülkeler” arasında görülmektedir. Bu çerçevede Freedom House’a göre, Cezayir, Bangladeş, Moğolistan ve Kuveyt gibi ülkelerde basın Türkiye’de olduğundan daha özgür olarak çalışabiliyor.
Bu tespitlerin ardından, söz konusu raporun Türkiye’de genel olarak nasıl karşılandığını ve bu tepkilerin nedenlerini ele alalım. Öncelikle, Türkiye’nin içinde bulunduğu olağandışı koşullar nedeniyle, içeride yürütülen siyasi mücadelenin taraflarının bu rapora “normal” tepki vermesinin beklenemeyeceği tespitini yapmak gerekir. Demokratik yollarla iktidar değişimi anlayışının bir türlü yerleşememesinden dolayı, hükümetin karşısında olan aktörler Freedom House’ın söz konusu raporunu AK Parti Hükümetine karşı yürüttükleri “amansız savaşın” memnuniyet verici bir yeni aracı olarak görmüşler ve hükümetin her türlü yöntemin denenmesi suretiyle devrilmesine dayalı yaklaşımlarını teyit eden bir gelişme olarak değerlendirmişlerdir. Buna karşılık, hükümetin ancak geldiği gibi seçimler yoluyla gitmesi gerektiğini savunan ve Türkiye’de son bir yıl içerisinde demokratik olmayan yollarla bir iktidar değişimi çabasının kuvvetli emarelerini gördüğü için çok hassaslaşan çevreler Freedom House’ın raporunda Türkiye’ye yöneltilen suçlamaları da bu hassasiyet çerçevesinde yorumlamışlar ve aynı “demokrasiye darbe” çabasının dış versiyonu olarak görmüşlerdir. Türkiye’nin uzun bir süredir maruz kaldığı olağanüstü siyasi atmosfer tarafların kendi pozisyonlarını keskinleştirmesine ve içeride ve dışarıda yaşanan bütün yeni gelişmeleri bu keskin/tavizsiz pozisyonları üzerinden okumasına yol açmaktadır. Bu pozisyonların genel olarak değerlendirilmesi, Türkiye’de demokratik süreçlerin işleyişi, demokrasi dışı iktidar arayışları ve siyasal kültürün değişiminde yaşanan sancılar konusunda çok şeyler yazıldığı için bu tartışmaya yeniden girmek yerine, bu tartışmanın Freedom House raporu üzerinden yaşanan karşıtlıkları da açıklayan yönüne değinip geçelim. Raporun Türkiye konusundaki tespitlerine karşı çıkanların, bu karşı çıkışlarının gerekçelerini araştıralım.
Raporu eleştirenlerin en önemli gerekçesi, onu AK Parti hükümetine karşı başlatılan ve hem iç hem de dış aktörlerce yürütüldüğüne inanılan yıpratma kampanyasının bir parçası olarak değerlendirmeleri gibi görünüyor. Bu kanaate göre, hükümetin özellikle dış politikadaki adımlarından rahatsız olan ABD, Avrupa ve İsrail’deki bazı çevreler bütün nüfuzlarını kullanarak Erdoğan hükümetini yıkmaya çalışıyorlar ve bu amaca ulaşmak için, geçmişte sürekli yaptıkları gibi, Freedom House gibi örgütleri kullanıyorlar. ABD gibi küresel güç konumundaki ülkelerin dünya politikasında nüfuzlarını artırmak için bu tür örgütlerden faydalandığı ve onların faaliyetlerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdikleri bilinen bir gerçektir. Buna örnek olarak geçen haftalarda ortaya çıkan, USAİD’in “Küba Twitter”i olarak bilinen faaliyetleri gösterilebilir. Bu çerçevede sorulması gereken soru şu oluyor: Freedom House bütün faaliyetlerini tarafsız bir şekilde ve Amerikan yönetiminin veya bu ülkedeki birtakım lobilerin etkisi altında kalmadan mı yürütüyor? Eğer bu soruya “evet” cevabını verebiliyorsak, bu örgütün raporunda Türkiye’ye yönelttiği eleştirilere bu çerçevede gelen tepkilerin yanlış olduğunu söyleyebiliriz.
RAPOR NEDEN TEPKİ GÖRDÜ?
Freedom House’ın raporundaki Türkiye ile ilgili suçlamalara yönelik Türkiye’den yükselen tepkilerin bir kısmı bu tür Batı merkezli kuruluşların oryantalist bakış açılarına karşı duyulan rahatsızlıkla açıklanabilir. Aynı raporda ABD gibi, her yıl insansız hava araçlarıyla binlerce sivil insanı öldüren, dünyanın bir çok ülkesinde işgal güçleri bulunduran ve kendi temsil ettikleri demokratik değerlerle örtüşmeyecek şekilde darbelere ve sonrasında gerçekleşen katliamlara destek veren ülkeler “özgür” kategorisinde değerlendirilirken, Türkiye gibi, son yıllarda en büyük demokrasi ve insan hakları sorunu olan Kürt Meselesi’ni çözüme kavuşturma konusunda önemli adımlar atan bir ülkenin “özgür olmayan” kategorisine indirgenmesi “Batı merkezli” sorunlu bir bakış açısının ürünü olarak görülmektedir.
Söz konusu rapordaki, özellikle de Türkiye’de basının özgür olmadığı yönündeki tespitlere karşı gelen sert eleştirilerden biri de, başta başbakan olmak üzere hükümetin diğer üyelerine ve AK Parti’ye yönelik medyada her gün yayınlanan ağır hakaretlere rağmen böyle bir tespitin yapılmasıdır. Sadece medya mensuplarının değil, muhalif siyasetçilerin de ağır hakaretlerine maruz kalan hükümet üyelerinin Gezi Parkı gösterileri sırasında da günlerce asılı kalan pankartlarla kişilikleri ciddi şekilde saldırıya uğramıştı. Türkiye bu yönüyle, medyanın özgürlük sorunundan çok, tarafsızlık sorunu yaşadığı bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamplaşan medya içerisinde haber yapan ve yazı yazan medya işçilerinin işlerini yaparken kısmen bir özgürlük sorunu yaşadıkları söylenebilir belki, ancak genel olarak iktidarın baskısı altında bir medyadan bahsetmek Türkiye gerçekleriyle uyuşmamaktadır. Her gün gazete, televizyon ve köşe yazarlarının önemli bir kısmının başbakanı hedef alan yazılar yazdığı bir medyanın özgürlüğünden çok tarafsızlığı sorunu vardır. Bu tarafsızlık sorunu sadece hükümet karşıtlarının tarafsızlığıyla ilgili bir mesele değildir elbette. Aynı şekilde medyanın bir kısmının da savunmacı reflekslerle hükümetin yanında pozisyon aldığını görmekteyiz. Hükümet karşıtı ve hükümet yanlısı diye tanımlanan bir medya manzarasına sahip olmak kuşkusuz Türkiye demokrasisi için ideal bir durum değildir. Bu durumun giderilmesi ve medyanın halkın doğru ve tarafsız bir şekilde bilgilendirilmesi şeklindeki asli görevine dönebilmesi için medya kuruluşlarının, hükümeti yıkmayı amaç edinen ya da bu şekilde yıkılmak istenen hükümeti korumayı kendisine vazife olarak gören çevrelerin elinden kurtulması gerekmektedir. Aynı şekilde, Türkiye’deki iç ve dış siyasetin şekillenmesini elinde bulundurduğu medya kuruluşlarıyla etkilemek isteyen kesimlerin sadece iç aktörler olmadığını da hiç unutmamak gerekir.
Batı dünyasında gerçekten demokrasi ve insan haklarının bütün dünyada geliştirilmesini amaç edinen ve bu çerçevede Batılı ülkeleri de hak ettikleri ölçüde eleştirmekten çekinmeyen kuruluşlar mutlaka vardır. Bu samimi kuruluşların “İslamofobi”den arınmış ve oryantalizm kokmayan eleştirileri mutlaka dikkate alınmalıdır. Ancak Freedom House gibi Amerikan devletinin propaganda aracı olarak kullanıldığı konusunda derin kuşkular bulunan kuruluşların hazırlamış olduğu raporların herkes tarafından “objektif” çalışmalar olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Buna rağmen bu tür kuruluşların rapor ve değerlendirmelerinin ilerleyen dönemlerde de Türkiye’de tartışmalara yol açabileceği ve gündemi meşgul edeceğini söylemek mümkündür. Bunun nedeni Türkiye’nin mevcut ekonomik, askeri ve diplomatik kapasitesiyle henüz dışarıdan gelebilecek etkilere çok fazla açık bir ülke olmaktan kurtulamamış olmasıdır. Bazı kesimlerde, Freedom House’ın raporundaki gibi suçlamaların, Batı’nın da desteğiyle Türkiye’de iktidar değişimi beklentisine hizmet edecek bir gelişme olarak yorumlanması, diğer bazı çevrelerde ise bu tür raporların hükümeti yıpratma kampanyasının bir parçası olarak görülmesi Türkiye’nin gücü ile yakından ilişkilidir. Türkiye daha güçlü bir ülke olsaydı, kimse bu tür çalışmaların iç siyaset açısından önemli sonuçlar doğurabilecek birtakım gelişmelerin işareti olduğu “beklentisi” ya da “endişesine” kapılmazdı.
[Star Açık Görüş, 17 Mayıs 2014]