Siyasetin bir maraton koşusu olduğu söylenir. AK Parti'nin performansı ise bu maratonu 100 mlik yarış kıvamına sokuyor. Yaşanan dönüşümün verdiği "olağanüstülük hissi" ve aktörler arasındaki sert rekabetin getirdiği "seferberlik" hali siyasetimizi terk etmiyor. Sürekli seçimlerde kaybediyor olmak ise ana muhalefet partisi CHP'yi Batı başkentlerinden AK Parti'ye karşı "ilave yardım isteme" noktasına itiyor. 2019 seçimlerine giderken de CHP'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Batı'ya şikayet etme yaklaşımını asla bırakmayacağı anlaşılıyor.
Focus dergisine verdiği mülakatta Kılıçdaroğlu, Alman kamuoyuna "Türkiye'de hiç kimsenin güvenlik garantisi yok, ne canınız, ne de mal ve mülkünüz emniyette değil" deme noktasına geldi.
Hatta "demokrasiden yana olan bütün güçleri bir araya getireceğiz ve Erdoğan'ı iktidardan indireceğiz" sözünü bile verdi. 16 Nisan referandumunda açıktan "hayır" lehine tavır alan Avrupalı siyasetçilerin "Erdoğan'ı indirme" projesine destek vereceklerini tahmin etmek güç değil. Anti-demokratik yollarla "Erdoğan'ı devirme" hayalini kuran iç-dış çevrelerin boş durmayacağını da 17-25 Aralık'tan bu yana biliyoruz zaten.
Seçimlerle "Erdoğan'dan kurtulmak" isteyenler ümitlerini yüzde 50 artı 1 çıtasına bağlamış durumda.
Çabaları iki yönlü:
1- 16 Nisan referandumundan çıkan yüzde 48 hayır oyunu Erdoğan aleyhtarlığında kenetlemek.
2- Yüzde 51 'evet' oyundan da, "makul aday" çıkararak, birkaç puanı koparabilmek.
Şimdilik kampanyalarının söylemi, "yaşam tarzına müdahale" ve "rejim değişikliği" iddiaları üzerine olacak gibi.
Elbette öncelikli muhataplar gençler ve kadınlar...
Şort giyen kadınlara ya da Atatürk büstüne saldırı ve sarıklı polis gibi sembolik hadiseler "Cumhuriyet rejimi elden gidiyor" endişesi üretmeye uygun bulunuyor.
Ancak eski "laiklik" tartışmasının "yaşam tarzına müdahale" söylemi üzerinden geri getirilmesi çabasını AK Parti kolaylıkla karşılayabilecek bir tecrübeye sahip.
Kurumları yeniden yapılandırma ve değişen seçmen sosyolojisini yakalama derdindeki AK Parti'nin önündeki asıl riskler başka yerde bulunuyor. İlki, AK Parti-MHP arasındaki "milli-yerli" ittifakı tarafların menfaat dengesini koruyarak yürütme ihtiyacı. "Erdoğan'ı indirmek" isteyenlerin ilk saldıracağı yerin bu ittifak olacağı ortada. Bu yüzden MHP lideri Bahçeli'nin OHAL uygulamalarına ve dış politikaya verdiği desteğin devam etmesi temin edilmeli. Meral Akşener'in parti kurmasının getireceği bir meydan okuma var: Bahçeli, daha sıkılıkla iktidarın "payandası" olmakla suçlanacak. Bu eleştiri ortamında AK Parti de MHP de hem ittifakı sürdürme hem de kendi farklı kimliğini, siyasetini koruma kaygısı içinde olacak. Ancak "siyasi ayak" ve "yeni devlet" tartışmalarında görüldüğü üzere MHP'den gelen eleştirilerin AK Parti içinde "olumsuz" etkide bulunduğu da göz ardı edilmemeli.
"Kadrolaşma" ve "güncel siyasetin nabzını tutma" açılarından bir gerginliğin devam edeceği de öngörülmeli.
AK Parti'nin ikinci risk alanı ise görev değişikliği sonrası kenarda tutulanların bir muhalefet odağına çevrilmesi ihtimalidir.
"İslamcılar tasfiye ediliyor" ya da "işler kötüye gidiyor" söylemleri ile oluşturulmak istenen "iç muhalefet" bir kopuşa götürülmek istenebilir. Bu iki risk ile mücadelede AK Parti'nin en büyük avantajı Erdoğan'ın genel başkanlığa dönüşü. Erdoğan, oy alma hususunda ülkemizdeki gelmiş geçmiş en başarılı siyasetçi olmasını birkaç şeye borçlu: Siyasi ittifaklar kurabilme, kadro yenilemesi yaparken parti bütünlüğünü koruyabilme ve güncel siyasi tartışmaları aşan bir gündemi oluşturabilme.
Bu yüzden Erdoğan'ın yüzde 50 artı 1 gibi yüksek bir çıtadan "korktuğunu" söyleyenler aslında Erdoğan'ın varlığında bu çıtayı aşmalarının mümkün olmadığı yönündeki hissiyatlarını baskılıyorlar.
[Sabah, 08 Ağustos 2017].