28 Şubat, kendine özgü nitelikleri ile Türk siyasi tarihine "postmodern bir darbe" olarak geçti. Böyle bir adlandırmaya sebep olan ve diğer askeri müdahalelerden ayrılan yönü, askerin doğrudan bir müdahale yerine vesayet araçları üzerinden demokratik siyaseti dizayn etme çabasıydı. Bu dönemde vesayet araçlarından öne çıkanı yargıydı ve hukukun araçsallaştırılması bu müdahalede kritik bir rol oynamıştı. Genelkurmay'a çağrılarak brifing verilen yüksek yargıçlar, Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması, siyaset yasakları, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve diğer mahkemeler üzerinden yürütülen yargılamalar bu araçsallaştırılmanın akılda kalan örnekleriydi. Bu dönemde seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı, din ve vicdan hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eğitim hakkı ve kamu hizmetine girme hakkı gibi birçok hak ya bizzat yargı tarafından ihlal edilmiş veya yargı bu ihlallere göz yummuştur.
Kesin sayılar bilenemese de bir çalışmaya göre, sadece Milli Eğitim Bakanlığı'nda 1997-2003 yılları arasında 33 bin 271 öğretmenin kılık-kıyafet veya fişlemeler nedeniyle disiplin soruşturması geçirdiği, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verildiği, 11 bin 890 öğretmene kılık-kıyafet veya fişlemeler nedeniyle disiplin cezası verildiği, 4 bin 625 Bakanlık çalışanının istihbarat birimleri tarafından sözde irticayla ilişkilendirilerek fişlendiği ve yaklaşık 11 bin öğretmenin ise istifa etmek zorunda bırakıldığı belirtilmektedir.
Yargının 28 Şubat sürecindeki tavrı ve tercihi, 27 Mayıs darbesi sonrası inşa edilen vesayet sisteminin bir parçası olmasının sonucu idi. Anayasacılık ve çoğulcu demokrasi düşüncelerinin arkasına saklanarak demokratik siyasi iktidarın üzerinde inşa edilen bürokratik vesayetin önemli parçalarından birisi de yargı olmuştu. 27 Mayıs sonrası yaşanan tasfiye ve ödüllendirmelerle dizayn edilmiş olan yargı, ileride de hep demokratik meşruiyetten yoksun bir şekilde vesayet eliyle kurgulanmıştı. 1961 ve 1982 Anayasaları ile hep askerlerin oturacağı düşünülen ve 1961 Anayasası boyunca hep askerlerin oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamı yargının oluşumunda etkin kılınmıştı.
Hatırlanacak olursa 1982 Anayasası'nın ilk şekline göre Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Anayasa Mahkemesi, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerinin tamamını Cumhurbaşkanı atamaktaydı. Danıştay üyelerinin dörtte birini Cumhurbaşkanı atarken kalan dörtte üçünü ise Cumhurbaşkanının belirlediği HSYK atamaktaydı. Yine benzer şekilde Yargıtay üyelerinin tamamını da Cumhurbaşkanının belirlediği HSYK seçmekteydi.
Böyle bir dizaynın sonucunda yargı 1961 sonrası bütün askeri müdahaleler ve darbelerde, demokratik siyasetin yanında durmak bir tarafa darbecilerin ve vesayetçilerin yanında hizalanmıştır. 12 Mart 1970, 12 Eylül 1980 ve nihayet 28 Şubat 1997'de böyle olmuştur. Hatta 24 Nisan 2007 tarihinde verilen "e-muhtıra" da bu halkaya eklenmeli. Bu muhtıra sonrası Anayasa Mahkemesi tarafından verilen 367 Kararı ve % 47 oy ile iktidarına devam eden AK Parti aleyhine açılan kapatma davası hala hafızalarda tazeliğini korumakta. Başörtüsü yasağını kaldırmayı amaçlayan Anayasa değişikliği de Anayasa'nın açık hükmüne rağmen bu dönemde iptal edilmişti. Yargıdaki bu vesayet ancak 2010 Anayasa değişikliği sonrası gerilemiş, eski bürokratik vesayetin yerini doldurmayı amaçlayan yeni bir tür vesayet olan FETÖ/PDY ise 15 Temmuz sonrası tamamen tasfiye edilmiştir.
Burada bir parantez açarak belirtmek gerekir ki 28 Şubat, FETÖ gibi bir örgütün devlete sızmasını önlemesi bir tarafa daha da güçlenmesinin ve devlet içerisinde yer edinmesinin önünü açmıştır. 15 Temmuz yargılamaları ile ortaya çıkan bilgiler, FETÖ'nün eski Türkiye'nin kodlarıyla kurulduğunu ve siyasi iktidarı önemsiz gördüğünü, asıl iktidar olarak tanımladığı "devlet iktidarını" ele geçirmeyi amaçladığını, bu amaçla ordu, yargı, emniyet ve istihbarat gibi kurumlarda yerleşmeye çalıştığını göstermektedir. 28 Şubat'ın şeffaf, meşru ve demokratik siyasi hareketi ve grupları hedef alması, gizli bir vesayet tesis etmek isteyen FETÖ'ye daha geniş bir alan açmıştır.
Bütün bunlara rağmen yargı, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında önceki kötü sicilini temizlemeyi başarmıştır. 2014 yılından sonraki dönemde FETÖ'yü tanıyan ve onunla gerçekten mücadele eden az sayıda kurumdan birisi yargı olmuştur. 15 Temmuz'da önceki darbelerin aksine cuntacılara karşı kesin bir tavır koymuş, henüz darbe girişiminin ilk saatlerinde tepki göstermiş, gerekli açıklamaları yapmış ve adli işlemlere başlamıştı. Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları gece yarısından önce soruşturmalar başlatmış ve gözaltı kararları vermişti. Darbe girişiminin sonucunun ne olacağı henüz bilinmiyorken siyaset ve demokrasinin yanında duran yargı, sonraki dönemde darbe girişimi ve devletin FETÖ'den arındırılması konusunda da önemli bir görev icra etti.
Son olarak 28 Şubat'ın failleri ile yargı önünde de hesaplaşıldığını belirtmek gerekir. Darbeden sorumlu sanıklar hakkındaki soruşturmalar tamamlandıktan sonra 22 Mayıs 2013 tarihinde dava açılmıştır. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanıklı davada, 3 Temmuz 2018 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 21 sanığın müebbet hapse mahkûm edilmesine, 68 sanığın beraatine karar verilmiştir.