İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD eliyle kurulan ekonomik ve siyasi düzen bugün yine Donald Trump liderliğindeki ABD tarafından aşındırılıyor. Uygulamaya konan korumacı politikalar ve yükselmekte olan gümrük duvarları liberal düzeni ve serbest piyasa sistemini aşındırırken, günümüzde Avrupa Birliği gibi gelişmekte olan ve ticarete dayalı büyüme stratejisi izleyen aktörler bir yandan taktik ittifaklar yaparak ABD’nin hamiliğini üstlendiği ticaret savaşlarına karşı koyma politikası izliyor, diğer yandan bu ticaret savaşlarını en az hasarla atlatacak hamleler yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda dünya GDP’sinin yüzde 22’sine sahip olarak önemli bir ekonomik güç haline gelen AB, çeşitli ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları (STA) yaparak ve önceden yapmış olduğu anlaşmaları güncelleyerek hem liberal düzeni koruma arayışını sürdürüyor hem de ABD’nin oluşturmaya çalıştığı korumacılık politikalarının olumsuz etkilerini en aza indirmeye çalışıyor.
Brüksel’in STA girişimi
2000’li ve 2010’lu yılların ilk yarısında birliğin dünya ticaretindeki payının artırılması ve AB’nin siyasi entegrasyonu beraberinde getiren ekonomik gelişiminin sürdürülmesi amacıyla STA’lara hız verildi. Bugün birliğin bu amaçlarına, uluslararası politikada yükseliş gösteren korumacı hamlelerin olumsuz etkilerini azaltma, yaşanan ticaret savaşlarından AB ülkelerinin en az zararla çıkmasını sağlama ve ABD’nin AB’ye yönelik yaptırımlarının etkisini yok etme gibi stratejik amaçlar da eklendi. Bu sebeple günümüzde Brüksel’in gerçekleştirmekte olduğu STA hamlesini, bir yandan gelişmekte olan ekonomisini ve ticari ilişkilerini ABD güdümlü korumacı politikaların sebep olabileceği olumsuz etkilerden koruma gayesi taşıyan, diğer yandan birliğin dünya ticaretindeki payını artırmaya devam etmesini sağlayacak çok boyutlu stratejik bir atılım şeklinde okumak mümkün. Aynı zamanda söz konusu girişimlerin ABD’nin korumacı politikalarının karşısında yer alan ülkelerden oluşan bloğun da genişletilmesi ve güçlendirilmesine katkı sağladığından, AB’nin liberal düzeni koruma arayışındaki pozisyonunu güçlendirdiği söylenebilir.
AB’nin 2015 yılında hazırladığı “Herkes için Ticaret” (Trade for All) başlıklı strateji belgesi ekseninde özellikle 2016 yılından itibaren çeşitli ülkelerle kapsamlı STA’lar yapmaya hız verdiği biliniyor. Bu kapsamda birlik yönetimi birçok ülke ile ticaret anlaşması müzakereleri gerçekleştiriyor, anlaşma imzalıyor ve eski dönemlerde imzalanan anlaşmaları güncelleme politikası izliyor. Bu minvalde birliğin 30 Ekim’de Kanada ile imzaladığı STA, G7 ülkelerinden biriyle imzalanan ilk ticaret anlaşması olması bakımından oldukça önemli. AB ile Kanada arasındaki ticareti yüzde 20 oranında artıracağı düşünülen söz konusu ticaret anlaşması, özellikle Trump yönetiminin TTIP görüşmelerinden tek taraflı olarak çekilmesinden sonra önemli bir kazanım olarak görülüyor. Brüksel yönetiminin Kanada’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Japonya ile 17 Temmuz’da imzaladığı ticaret anlaşması ise dünyanın en büyük ticaret anlaşmalarından biri olarak medyada kendisine oldukça geniş bir yer buldu. Söz konusu anlaşmanın 600 milyon kişiyi ve dünyanın gayri safi milli hasılasının üçte birini kapsayacağının ifade edilmesi anlaşmanın boyutlarını gözler önüne seriyor. Anlaşmanın imzalanması esnasında Japonya Başbakanı Abe’nin “korumacılık konusundaki yükselen endişelere karşılık olarak Japonya ve AB’nin serbest ticaret bayrağını taşıyarak dünyaya öncülük edeceklerini” ifade etmesi gümrük duvarlarını yükseltmeye çalışan Trump yönetimine yönelik önemli bir mesaj olarak algılanırken, liberal düzenin koruyuculuğunu üstlenecek olan ülkelerden oluşan ana omurgaya dair kamuoyuna bir fikir sundu.
Özellikle Trump’ın AB ile ABD arasında sürdürülen TTIP görüşmelerinden tek taraflı olarak çekilmesinin Brüksel yönetimi üzerinde oluşturduğu moral bozukluğu, Kanada ve Japonya gibi ülkelerle yapılan anlaşmalardan sonra yerini pozitif bir havaya bıraktı ve karar vericilere bundan sonra yapılacak anlaşmalar için de önemli bir moral ve özgüven sağladı. Yapılan yeni anlaşmalar ile elde edilen kazanımlar, birçok ülke ile de STA müzakerelerinin sürdürülmesinde ve eski anlaşmaların güncellenmesinde itici güç rolü oynuyor. Kanada ve Japonya gibi dünya ekonomisinde önemli yer tutan ülkelerle ticaret anlaşmaları imzalayan AB’nin, Yeni Zelanda, Avustralya, Tunus gibi ülkelerle müzakerelerini sürdürmekte olduğu biliniyor. Bunların yanında Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmeier, birliğin Singapur’la da anlaşma imzalayacağını, Vietnam’la yapılacak STA için müzakerelerin ise 2015 yılında tamamlandığını fakat Konsey ile Avrupa Parlamentosu’nun anlaşmayı imzalamasını beklediklerini ifade etmişti.
Türkiye üvey evlat mı?
2015 yılında ortaya konan strateji belgesi ekseninde çeşitli ülkelerle yalnızca yeni STA’lar yapmakla kalmayan Brüksel yönetiminin eski yapılan anlaşmaları da güncelleme yönünde bir strateji izlediği görülüyor. Zira yayınlanan strateji belgesinde birliğin 2006 yılından önce yaptığı tüm ticaret anlaşmaları birinci nesil STA olarak nitelendiriliyor ve bu anlaşmaların güncellenmesi gerektiği bir hedef olarak ortaya konuyor. Birinci nesil STA olarak anılan ve içlerinde Meksika, Şili, İzlanda, Norveç ve Türkiye gibi ülkelerin bulunduğu liste oldukça uzun olmakla birlikte genelde mal ticaretini kapsayan ve sonradan tarım ürünlerinin eklendiği anlaşmalardan oluşuyor.
Bu kapsamda Meksika ile yürütülen ve 2000 yılında imzalanmış olan STA’nın güncellenmesi müzakerelerinde Nisan ayında ilkeler üzerinde anlaşmaya varıldığı açıklandı. Ayrıca Şili’yle de 2003 yılında imzalanan anlaşmanın güncellenmesi konusunun Brüksel’in gündeminde olduğu biliniyor. Her ne kadar anlaşmanın güncelleneceği ülkelerden biri olarak Türkiye olarak ifade edilse ve 21 Aralık 2016 tarihinde AB Komisyon’u Konsey’den Türkiye ile Gümrük Birliği’nin (GB) güncelleştirilmesi ile ilgili müzakerelere başlama yetkisi istese de henüz bu konuda kayda değer bir adım atılamadığı görülüyor.
Türkiye ile AB arasında imzalanan ve 31 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe giren GB de güncelleştirilmesi düşünülen anlaşmalardan biri olarak karşımızda duruyor. AB’nin üçüncü ülkelerle yapmış olduğu STA’ların, hala AB üyesi olamayan ve karar verme süreçleri içinde bulunmayan Türkiye’nin dış ticaretini olumsuz etkilediği biliniyor. Anlaşmanın imzalandığı dönemde AB ile ticaret anlaşması imzalayan üçünü ülkelere benzer bir anlaşmayı Türkiye ile de imzalamaları yönünde yükümlülük getiren herhangi bir maddenin anlaşma metnine dahil edilmemesi sonucu, ilgili ülkeler Türkiye ile ayrı bir anlaşma yapmaya yanaşmazken, bu durum Türkiye’nin dış ticaretinde asimetrik bir durum ortaya çıkarıyor.
Türkiye’nin GB’nin güncelleştirilmesi konusunda AB’ye yaptığı tüm ısrarlara rağmen AB Genel İşler Konseyi’nin 26 Haziran’da GB’nin güncelleştirilmesine yönelik herhangi bir girişimin yapılmayacağını açıklaması birliğin 2015 strateji belgesiyle ortaya koyduğu irade ile oldukça tezat bir durum ortaya çıkardı. Liberal düzenin sürdürülmesi için Çin ile birlikte girişimlerde bulunmaktan çekinmeyen ve önemli ticaret devletleriyle imzalanan kapsamlı STA’lar yoluyla dünya ticaretindeki payını artırma stratejisi gözeten Brüksel yönetiminin, Türkiye ile GB’nin güncelleştirilmesi konusundaki ideolojik tutumunu bir kenara bırakamaması, rasyonel tercihleri konusunda akıllarda soru işaretlerine sebep oluyor. Zira birçok ülke ile ticaret anlaşması imzalayan ve var olan anlaşmaları güncelleme arayışında olan AB Konseyi’nin 26 Haziran’daki kararı kamuoyunda siyasi bir blokaj olarak nitelendirildi ve Brüksel yönetimine yönelik büyük bir tepki oluşturdu.
Halbuki AB’nin korumacılık duvarını aşma stratejisi olarak STA’ların güncelleştirilmesine hız vermesi GB’nin güncellenmesi konusunu hem Türkiye hem de AB için çok daha hayati hale getiriyor. Zira GB’nin güncelleştirilerek birçok sektörün anlaşmaya dahil edilmesi ve anlaşmadan doğan mevcut sorunların çözülmesi iki aktörün kazan kazan anlayışı ekseninde ekonomik ilişkilerini güçlendirecektir. Bu aynı zamanda AB’nin liberal düzeni koruma ve korumacı politikaların etkilerini en aza indirme arayışıyla da oldukça uyumludur.
Korumacı politikaların hız kazandığı ve serbest piyasa ekonomisinin aşındığı günümüzde AB gibi bu duruma itiraz eden ülkelerden biri olan Türkiye’nin, GB’den elde ettiği ticari kazanımların gün geçtikçe azalması ve olumsuz bir hale gelmesi kabul edebileceği bir durum değil. Öyle ki GB’nin güncellenmesi konusunun siyasi sebeplerle AB’nin gündemine gelmediği ya da engellendiği her geçen gün Türkiye’nin katlanmak zorunda kaldığı maliyetleri artıyor. Özellikle Brüksel yönetiminin G. Kore, Kanada, Japonya gibi büyük ticaret devletleriyle anlaşmalar yapmaya yönelmesi Türkiye’nin dış ticarette karşılaştığı maliyetlerin de artması anlamına geliyor. Bu sebeple öncelikli olarak vize serbestisinden ziyade GB’nin güncelleştirilmesi konusunun Türkiye ile AB arasında oluşturulan yeni diyalog mekanizmasının ana gündemine alınması, iki aktör arasındaki güven bunalımının aşılmasına ve diğer sorunların çözümüne çok daha fazla katkı sağlayacaktır. Her ne kadar Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda GB sebebiyle ortaya çıkan olumsuz etkilerin yok olacağı bilinse de fasıllara yönelik uygulanan siyasi blokajlar sonucu üyelik müzakerelerinin ilerlememesi, AB’nin ticaret strateji belgesinde birinci nesil olarak nitelendirilen GB’nin çok daha elzem bir şekilde ele alınmasını ve güncellenerek yeni nesil anlaşmalara dahil edilmesini gerektiriyor.
[Star, 5 Kasım 2018].